Bir parkın bankında oturmuş yalnız bir kadın. Yaşlı. Elinde ekmek poşeti var. Başına insanlar üşüşmüş. Öfkeli insanlar. Kadın çaresiz. Korkmuş. Ellerini toplamış korkuyla bekliyor. Hiçbir şey demiyor, çok muhtemel ki Türkçe bilmiyor. Suriyeli. “Zihinsel engelli” bilgisi var, yaşı, dil bilmezliği, kadın oluşunun yanında bir de kalabalığın ne istediğini anlamakta güçlük çekmesinin somut bir sebebi daha var yani. Park, hava alma, yorgunluk giderme, kafa dinleme, rahatlama yeri. Fakat rahatlık değil kabus olmuş onun için park. Korkuyla bekliyor. Öfkeli laflar uçuşuyor, lafları anlamasa da öfkeyi anlıyordur elbette. Birden bir tekme iniyor yüzüne. Alçakça. Zalimce. Utanmazca. Doğrudan yüzüne. O kadar korkmuş ki bir “ah” sesinden başkasını çıkaramıyor.
Parkta yalnız oturan bir kadına atılan o tekme kimin? O tekme o kadının başına toplanan herkesin tekmesi. “Vurma” diyorlar sadece, vurana sadece “vurma” demenin ne anlamı var? “Polis gelsin” diyorlar, ne güzel değil mi tekmeyi atan biz değiliz o, biz vurma dedik, biz masumuz. Oraya niye toplandınız peki? O yalnız, kimsesiz kadının başına?
Ne olmuş peki? Efendim şayia çıkmış, çocuk kaçırılmışmış, kaçıran çarşaflı bir kadınmış, çocuk kaçırıldıysa zaten Suriyelidir yoksa haşa zinhar biz hiç yapar mıyız öyle şeyler? Bu enstantane, linç enstantanesidir. Bu senaryo linç senaryosudur. Bu sahne linç sahnesidir. Önce bir zehirli şaiya uçurulur ortama, ortam zaten siyasetçilerin, gazetecilerin, sözüm ona akademisyenlerin, kanaat önderi denilen meslekten boşboğazların öfke, tehdit ve hedef göstermeli nutuklarıyla gerilmiştir yeterince. O tekme, Suriyelilere, Afganistanlılara yönelik nefret ve kin nutukları atanlarındır da.
“Çarşaflı kadın çocuk kaçırdı, hem de Suriyeli” şayiası, bütün linç işlerinde işbaşında olan mekanizmanın bir aşamasıdır: Yunanlılar Atatürk’ün evini bombaladı dersiniz, olmadı bombayı da koyarsınız ve Türkiye’de başta Rumlar olmak üzere bütün Müslüman olmayan azınlıklara artık herkes istediğini yapabilir, 6-7 Eylül olur. “Aleviler, Komünistler şehir suyuna zehir kattı” lafını boşluğa fırlatırsınız, üstüne “Sinemayı komünistler bombaladı” yalanını yayarsınız, komşular dahil silahını, taşını, sopasını alan Alevi katliamına başlar, Maraş olur. Sonra dış güçler, karanlık güçler nutuklarıyla gerçek faillere ulaşmanın yolunu kapatırsınız. O yolu kapatanlar, o fiilleri işleyenlerdir.
Vuran gözaltına alındı ve bırakıldı. Parkta yalnız başına oturan, yalnız, çaresiz, güçsüz bir kadının yüzüne tekme atan adam serbest bırakıldı. O tekme o serbest bırakma kararını verenlerin de tekmesidir. Yargılamada işlerin tutuksuz yürümesi esas, zaten yaralanmamış bile, öyle bir yüzüne tekme gelmiş, hem çocuk kaçırılmış, herkes öfkeli, tahrik var filan… Yalnız, yaşlı bir kadının yüzüne atılan tekme boynunu kırar mı? Cevaptan kime ne? “Ama yargı ihtimallerle çalışmaz, gerçeklerle çalışır. Gerçek, sadece bir tekme. Tutukluluk gerektirmez” demek, sadece vicdansızlık değil en alasından hukuk bilmezliktir. O tekmecinin kendisini ceza makamı yerine koyması önemli değilse önemli olan ne? Serbest bırakma kararını veren mahkeme, kendisini “ceza makamı” yerine koyan ve böylece “linç” eylemini tekmesiyle başlatan kişiyi serbest bırakmakla tekmeyi mi sahiplenmiştir yoksa hedef olan çaresiz, yalnız ve güçsüz kadını mı? Bu tekmeyi atan serbest kalacaksa, yalnız, güçsüz ve kendisine saldıranların dilini bile bilmeyen kadınların yüzüne tekme atma cüretini cezalandırmanın yolu ne olacak? Para cezası? HAGB? Ne?
Saldırganın adli sicil kaydının olması, çeşitli suçlardan soruşturulmuş, kovuşturulmuş olması, “iyi bir insan olmaması” değil mesele; çünkü linç çarkları çalışmaya başlayınca “kötü insan”lardan daha fazla sayıda “iyi insan” sahne almaya heveslenir, 6-7 Eylül de Maraş da bunun dersini hepimize ezberletti esasen. Ayrıca linç çarkları da hiçbir zaman sadece birkaç kötü kişinin taşı, sopası, tekmesiyle başlamaz, oraya gelene kadar önce hukuksuz şiddeti yol, yöntem olarak benimseyen yönetimlere ihtiyaç duyar. Yöneticilerin ve onların yerine aday olanların, yani “rakiplerinin” yani “muhalefetin” dilinden saçılan ırkçı, ayrımcı, saldırgan ve hukuku birtakım sözde değer ve kutsalların arkasına atan nutuklar linç için gerekli atmosferi besler. Akıl, sağduyu, erdem, ılımlılık yerini öfke, kin, küfür, hakaret yağmuruna bırakır. Yalanlar, şayialar da ortama eklenince artık her yerde herkes hedef haline gelebilir; tabii “herkes” derken, pratikte daima az olan, zayıf olan, çaresiz olan, suçsuz günahsız olan hedef olacaktır. Toplumdan hukuku çıkarırsanız geriye kör bir şiddet yumağı kalır.
O tekme basit bir “darp suçu” değildir. Koca bir mekanizmanın içinden fırlamış, o mekanizmada pay sahibi herkesin tekmesidir. Hukukun ve hukuku çekip çeviren otoritenin ne yapacağı, o tekmenin bir tekme olarak mı kalacağı yoksa onlara, yüzlere, binlere mi çıkacağını belirleyen kritik kararlardan biri. Fakat onlardan da önce o tekme atılırken orada bulunanların, o tekmeye kadar gelen ırkçı, ayrımcı, kindar nutuk sahiplerinin, o nutukları dinleyenlerin, olan bitene şahit olan herkesin ne yapacağı da o kadar kritik. Başta yetkili makamlar/iktidar ve muhalefet olmak üzere, her kes, her kişi ve kurum sorumluluk altında. “Öfke belagati”, öfke siyaseti, öfke kültürü hakim kalacaksa, zayıfa yönelik her türlü zalimlik kah tekme olarak, kah sopa olarak, kah bıçak olarak, kah kurşun olarak olur olmaz her yerden zuhur eder. Öyle bir yerde ne siyasetçi siyasetçi olarak kalır, ne yargıç yargıç olarak ne de yurttaş yurttaş olarak. Öyle bir yere ülke, öyle insanların oluşturduğu nüfusa toplum denilemez.
Not: Tekme atan adam bırakıldıktan sonra tepkiler üzerine tekrar gözaltına alındı. Halen adliyede…
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***