SİNEMA | M. NEDİM HAZAR
Çok önce yayınlamak amacıyla kaleme alınmış, ancak Omicron yüzünden gecikmeye sebep olmuş Oscar yazısını yeni bitirebildim. Seneye beklememeye karar verdim.
Bir Oscar törenini daha geride bıraktı sinema endüstrisi. Almak kadar reddetmenin de, kazanmak kadar kaybetmenin de, hatta aday olmanın bile belli prestiji olan bir ödül Oscar. Çıkardığı büyük gürültü kadar ayrıntılarına inildiğinde çarpıcı tablolar ortaya çıkıyor bu organizasyona yakından baktığımızda. Malum olduğu üzere bu sene ‘hastalık’ ve tokat merkezli tartışmalar damgasını vurdu. Ancak Akademi yine yağ gibi üste çıkmayı başardı ve adeta Oscar gecesini siyaha boyayarak hem eleştirileri boşa çıkardı hem de yapılan tartışmaların kendilerini güçlendirdiğini bir kez daha ispatladı.
Önce geçmişe giderek bu ödüllerin cemaziyülevveline kısaca bir göz atalım: Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi (Academy of Motion Picture Arts and Sciences) tarafından ilk kez 1929’da Los Angeles’ta dağıtılmaya başlayan Oscar Ödülü, dünyanın bilinen en eski sinema ödülü olma özelliğini taşıyor. Veriliş amacı da belli aslında: “(Amerikan) sinema sanatının gelişimine katkı sağlamak.” Mayıs 1927’de sinema dünyasının ünlü isimlerinden oluşan 36 kişilik bir grupla çalışmalarına başlayan organizasyonun ilk başkanı ise Douglas Fairbanks. Fairbanks’in ardından Frank Capra, Bette Davis, Jean Hersholt, George Stevens, Robert E. Wise, Karl Malden, Arthur Hiller and Robert Rehme gibi isimler başkanlık koltuğuna oturdu. Akademi’nin şu andaki başkanı ise biraz da cinsiyetçi tartışmaların önüne geçmek için seçilmiş bir PR uzmanı: Cheryl Boone Isaacs.
Elbette her film aday adayı olamıyor bu yarışmada. Oscar’ın dağıtıldığı ilk yıllarda bir filmin ödüle aday olabilmesi için ödülün verileceği yıldan bir önceki yıl 31 Temmuz’a kadar Los Angeles’ta vizyona girmiş olması gerekiyordu. Fakat daha sonra aday olan filmlere 17 aylık bir süre tanındı. Ödüllerin dağıtım seremonisi 1999 yılından beri Pazar geceleri yapılıyor. Günümüzde bir filmin Oscar’a aday gösterilebilmesi için 40 dakikadan uzun olması, Los Angeles sınırları içinde en az bir sinemada paralı gösteriminin gerçekleşmiş olması, bu gösterimin de en az bir hafta sürmüş olması şartı aranıyor.
Peki kimlerden oluşuyor bu akademi? Genelde tek bir ağızdan konuşan insanlar kitlesi algısı olsa da, esasen içinde pek çok görüş ayrılıkları taşıyan kocaman bir gövde. 6 bine yakın üyesi var. Bunların arasında ressam, oyuncu, yönetmen, tasarımcı, müzisyen, yazar, stüdyo patronu ve teknisyen olmak üzere pek çok meslekten gelen kişiler bulunuyor. Kimleri zengin, kimileri orta halli, kimleri yaşlı, kimileri çocuk… Hepsinin tek bir ortak yönü var: Sanatçı eğilimli olmaları.
Oscar komitesi… Her türlü madrabazlık bekleniyor!
Ödül için oy kullananların yaş ortalaması 65. Şaşırtıcı derecede yaşlı bir jüri var karşımızda. Bir tür “ihtiyar heyeti” yani. Bu yaşlılar grubunun neredeyse tamamı erkek ve beyaz… Jürideki bayan üye sayısı yüzde 20’yi ya buluyor, ya bulmuyor. Yüzde 94 beyaz, siyah derili Oscar oylayıcı sayısı sadece yüzde 2, Latinler ise daha da az. 40 yaşın altındaki jüri oranı sadece yüzde 2. Bu oranı rakama vurduğumuzda 6 bin 200 insandan sadece 110 kişi 40 yaşın altında.
Üyelerle ilgili en çok merak edilen hususlardan biri de, aralarında daha önce bu ödüle aday olarak gösterilen olup olmadığıydı. Yapılan araştırmalar buna da cevap veriyor: Oscar Jürisinin yüzde 14’ü ödül sahibi kişiler. Yüzde 19’u ise adaylık görmüş sadece. Yüzde 65’lik bir kısım ise töreni sadece seyirci koltuğundan izleyebilmiş!
Akademi’ye iki şekilde üye olunabiliyor: Ya bir konuda Oscar adaylığı kazanacak kadar iyi olacaksınız ya da her yönünüzle mükemmel olacak ve bizzat Akademi tarafından davet edileceksiniz. Şu anda görevlerini yürüten Akademi üyelerinin çoğu ikinci gruba giriyor. Ve yapılan tartışmaları da zaten bu durum oluşturuyor.
Akademi üyeliği hayat boyunca devam ettiği için üyeler arasında oldukça yaşlı isimler var. Ayrıca yeni üyelerin de başarılı bir kariyer çizgisine sahip olmaları gerekiyor. Üyelerin yaklaşık yüzde 80’i Los Angeles civarında yaşıyor. Oscar’a dahil olan 23 ödül kategorisinin çoğunda, üyeler yalnızca profesyonel oldukları dallarda oy kullanıyorlar. En iyi film kategorisi ise herkese açık.
David Rubin
Akademi başkanı David Rubin, kadın ve azınlığa mensup üye sayısının 2020’de iki katına çıkarıldığını söylüyor.
Bir de heykelciğin yaşadığı evreler var tabi… ‘Akademi Heykelciği’, ‘Altın Ödül’ gibi isimlerle de anılan Oscar heykelciğinin öyküsü 1928 yılına dayanıyor.
HEYKELİN HİKAYESİ
Oscar ismini almasının da hikayesi ilginç. Ödülün ilk orijinal ismi ‘Academy Award of Merit’ idi. Bugünkü ismin neden verildiğine dair rivayetler ise muhtelif. Bir söylentiye göre bunun sebebi Bette Davis’in, heykelciği ilk kocası Harmon Oscar Nelson ile özdeşleştirmesiydi, diğer bir söylentiye göre ise Akademi’nin kütüphanesinde görevli Margaret Herrick’in heykelciği amcası Oscar’a benzetmesi… O sırada Herrick’in yakınlarında bulunan bir gazeteci bunu duyar ve “Oscar” ağızdan ağıza dolaşır. 1934 yılında düzenlenen 6. Akademi Ödülleri’nde, Hollywood yazarı Sidney Skolsky, Katharine Hepburn’ün en iyi aktris ödülünü kazandığını anlattığı yazısında “Oscar Amca” tabirini kullanır ve söz böylece lügata girer. Akademi’nin “Oscar” sözünü resmi biçimde kullanmaya başlaması ise 1939’u bulur.
Heykelciği tasarlayan Cedric Gibbons.
Heykelciğin bir de tasarım serencamı var. İlk Oscar ödül heykelciğini Metro Goldwyn Mayer’in (MGM) sanat yönetmeni Cedric Gibbons tasarlamış. Gibbons, beş parçalı bir film makarası üstünde elinde kılıcıyla dikilen bir şövalye taslağını çizmişti. Elbette her ayrıntının bir anlamı vardı. Film makarasının beş halkası oyuncular, film yazarları, yönetmenler, yapımcılar ve teknisyenleri temsil ediyor. Heykelciği bugünkü haline ise George Stanley’in getirdiğini biliyoruz.
Heykelin tasarım ve görünüm olarak da ırkçı/eril bir durum arzettiğine inananlar da var. Siyah zemine oturtulmuş heykelcik ırk hassasiyeti yüksek olanları rahatsız ediyor mesela. Elindeki kılıç ile şövalye oluşu da feministlerin itiraz ettiği kısım.
Ödül heykelciği, ilk olarak bronzdan yapılmıştı ancak 2. Dünya Savaşı’nda metallerin az olmasından dolayı Oscar heykelcikleri üç yıl süreyle plasterle yapıldı. Şu anda ise heykelcik 34 santim yüksekliğinde, 3,85 kilo ağırlığında ve 24 ayar altınla kaplama. Maliyeti ise tahmin edildiği kadar pahalı değil: 400 dolar.
Heykeller Şikago’nun kuzeyinde 250 işçinin çalıştığı bir fabrikada üretiliyor. Ancak iki yıl önce büyük ekonomik kriz esnasında şirketin 75 çalışanını işten çıkardığı duyulmuştu. Fabrika sadece Oscar heykelciği üretmiyor elbette, pek çok prestijli kupa ve ödül de üretim bandında yer alıyor.
Etik olarak, Oscar heykelciğini kazananlar bu ödülü satamıyorlar. Eğer ödülden kurtulmak istiyorlarsa “Ancak, Akademi’ye 1 dolar karşılığında satabilirler” şeklindeki yazılı bir anlaşmaya uymak durumunda olsalar da elbette bu resmiyetteki durum. Amerikan sosyetesinde bir heykelcik pazarı olduğu da biliniyor. İkinci el ödül heykelciği piyasası 60 bin dolardan başlıyor, 1.5 milyon dolara kadar müşteri buluyor.
VE YAYIN MACERASI…
Böylesi bir organizasyonun mali boyutu da dudak uçuklatacak cinsten. Rakamlar birazdan. Önce tören ve yayın tarihçesine bakalım. İlk Oscar Ödülü töreni, 16 Mayıs 1929’da Hollywood Roosevelt Hotel Blossom Room’da yapıldı. Gecenin biletleri 10 dolardan satılmış ve törene 250 kişi katılmıştı. İkinci Dünya Savaşı’ndaki ABD askerlerinin töreni dinlemesi için ilk defa 1943 yılında Los Angeles Radyosu tarafından dünyaya duyurulan törenlerin, televizyondan naklen yayınlanması ise ilk olarak 19 Mart 1953’te oldu ve programı, Bob Hope sundu.
Ödüller, 1966 yılında da ilk olarak televizyondan renkli olarak yayınlandı. Oscar ödüllerinin yayın hakkını 1971 ve 1975 yılları arasında NBC satın aldı ve 1972 yılındaki 42. Oscar töreni tüm dünyaya canlı olarak ulaştı. İlk 15 yıl boyunca otellerin toplantı ve balo salonlarında yapılan törenler, katılımcı sayısındaki artışla büyük salonlara taşındı.
Oscar Ödül Gecesi, yıl 1929.
Malum olduğu üzere ödül töreni kısa süre öncesine kadar Kodak Tiyatrosu’nda yapılıyordu. Aslında mekan değişmedi, sadece ismi değişti. Ekonomik krizin ve gelişen dijital teknolojinin bitirdiği 132 yıllık Kodak firması, Akademi ile 20 yıllık ve 74 milyon dolarlık sözleşmesini, karşılıklı olarak feshedince tiyatroya sektörün yeni kralı Dolby ismi verildi. Kodak tarafından inşa ettirilen 3 bin 400 kişilik kapasiteli salonun hemen dışında bulunan Walk Of Fame’de ünlü isimlerin yıldızları bulunuyor. Bir tek istisna var. Ünlü boksör Muhammed Ali’nin “Peygamberimin adını ayaklar altına koydurmam” sözlerinin üzerine Muhammed Ali’nin yıldızı, tiyatronun üzerine asılmıştı.
Ödül tarihi boyunca yalnızca üç kez tehir edilen Oscar töreni, 1938 yılında Los Angeles’taki sel felaketi dolayısıyla bir hafta geç yapıldı. 1968 yılında da Martin Luther King’e saygı dolayısıyla ertelenen tören, 1981’de Ronald Reagan’a suikast girişimi nedeniyle 24 saat ertelendi.
Oscar gecesi 24 kategoride ödül dağıtılıyor ve 350’ye yakın filmin arasından eleme yapılıyor. Yabancı film dalında katılan ülke sayısı ise 100’e yaklaşmış durumda. Törenin düzenlendiği Dolby Tiyatro’nun koltuk adedi 3 bin 300. Bine yakın gazeteci töreni takip için akredite oldu bu sene. 152 metrelik Kırmızı Halı’da kurulan seyirci tribünde ise 770 şanslı izleyici hayranı olduğu yıldızları takip etti.
İşin bir de ekonomik ve moda boyutu var. Her ne kadar mevzumuz sinema olsa da ödül töreninden önceki kırmızı halı geçişleri moda dünyasında önemli bir yere sahip. Uzunluğu yaklaşık 165, genişliği 10 metre olan kırmızı halıda her yıl ödül gecesi bir defile yaşanırken, özellikle kadın oyuncular ünlü modacıların kıyafetleriyle şıklık yarışına giriyor. Kırmızı halı nedeniyle film eleştirmenlerinden önce, moda eleştirmenlerinin söz sahibi olduğu gecede en iyi kadın oyuncu kategorisindeki adayların kıyafetleri büyük önem taşıyor. Bugüne kadar giyilenlerin çetelesi bile tutuluyor anlayacağınız.
Bugün, yılda yaklaşık 650 film üreten Amerikan sinemasında bir filmin ortalama maliyeti 20 milyon doları buluyor. Bir filmin ortalama gişe geliri ise yaklaşık 15 milyon dolar (2015 ortalaması). Yıllık 10 milyar dolar sadece Amerikan gişelerinde ödenen bilet parası. Buna dış ülke satımları, TV yayın hakları, oyun ve DVD gelirini de ekleyince muazzam bir bütçeyle karşı karşıya olduğumuzu rahatlıkla görüyoruz.
Bu dehşetli büyük tablo Oscar ödüllerini rakipsiz yapıyor. Ödül töreni Amerika’nın en pahalı ve popüler ikinci organizasyonu. İlk sırada Super Bowl var. canlı yayın ve reklam gelirleri, promosyon satışları, yiyecek içecek gibi kalemler de eklenince Super Bowl’un ABD ekonomisine 30 milyar dolar katkı sağladığından söz ediliyor. Örneğin bu gecede reklam yayınlamak isteyen firmalar yayıncı kuruluşa 30 saniye için yaklaşık 1,8 milyon dolar ödemek zorunda. Gecenin toplam geliri 400 milyon dolara dayanmış durumda. Hatırlayacaksınız bir yılda 400 milyon TL zarar açıklayan THY, bu gecede reklam yayınlamıştı. Kurumun Oscar Gecesi için de reklam hazırladığı biliniyor.
Oscar Gecesi 200’den fazla ülkede canlı yayınlanarak bir rekor kırıyor. Super Bowl bu alanda ikinci sıraya iniyor.
Yayın haklarını 2020’ye kadar elinde bulunduran ABC, geçtiğimiz sene bir gecede 129 milyon doların üzerinde reklam geliri elde etmişti. Bu sene de bu rakam 150’ye dayandı. Benzer bir ödül töreni olan Grammy ödüllerini yayınlayan CBS’nin bu yayından reklam gelirleri 70 milyon civarındayken NBC’nin yayınladığı Golden Globes 40 milyon dolar seviyesinde gelir elde edebiliyor. Son 5 yılda Oscar ödüllerine en çok bütçe ayıran şirket ise 61 milyon dolarla Samsung. İlk sıralarda yer alan diğer firmalar da Hyundai, American Express ve Coca Cola.
Pizza ve tavuk kanadı tüketimi ise zirve yapıyor bu tür gecelerde. Bir araştırma şirketinin rakamlarına göre geçtiğimiz yıl Amerikalılar 15 milyona yakın pizza ve 1 milyardan fazla tavuk kanadı tükettiler bir gecede. Tüketilen alkolün miktarı ise 1 milyar litreyi geçmiş durumda.
86. Oscar töreninin sunucusu Ellen Degeneres, sahneye pizza siparişi vermiş ve pizzacı çocuğa bin dolar bahşiş toplanmıştı. Açıkgöz çocuk sahneye çıkmasını fırsata çevirmiş ve daha sonra pizzacı açarak hayatını değiştirmişti.
Mesele sadece prestij değil şüphesiz. Oscar adayı olan filmlerin gişesinin hemen artmaya başladığı bilinen bir gerçek. Hele hele bir film ödül aldıysa, geliri kat be kat artıyor. Özellikle yapımcılar bu işin farkında anlayacağınız.
OSCAR’IN GETİRDİKLERİ/GÖTÜRDÜKLERİ
Bırakınız kazanmayı, adaylığın bile fragmanlarda, afişlerde kullanılarak prim yaptığı bir ödülden bahsediyoruz. Görmüşsünüzdür mutlaka “Akademi ödüllü filancadan” şeklinde fragmanları…
Oscar sadece prestij ve onur kazandırmıyor şüphesiz. Bunun maddi bir karşılığı da var. Yapılan araştırmalarda son 5 yılda Oscar kazanan bir filmin ortalama bütçesi 17 milyon dolar olarak tespit edilmiş. Ödül kazandıktan sonra bu yatırımın büyük bir geri dönüşü söz konusu. Oscar sonrası gelirlere bakıldığında kazancın 82 milyon dolar olduğu görülüyor. Yani kazanç istatistiksel olarak yüzde 385 civarı.
Ödül gişeleri de etkiliyor şüphesiz. Yine son 5 yılın ödül alan filmlerine bakıldığında gişe gelirleri aday olmadan önce 30 milyon dolar civarındayken, ödül sonrası 20 ila 50 milyon arası bir ek gişe geliri gözlemlenmiş. Yani, bir heykel bir filme yaklaşık yüzde 20 ile 35 arası bir ek gelir getiriyor.
Çok çarpıcı bir örnek de var bu konuda. King’s Speech filmi Oscar adaylığı öncesi yaklaşık 100 milyon dolarlık bir gişe elde etmişti. 12 dalda adaylık başta 30 milyon dolarda kalan dünya gişesini etkiledi ve Amerika salonlarında Oscar adaylığı bu filme yaklaşık 100 milyon dolar ek gişe getirdi. Buna dünya gişelerinde 32 milyon ve DVD satışları da eklenince rakam 400 milyon doları geçti.
Ve yeni bir örnek The Revenant (Diriliş) filmi. Adaylık öncesi DiCaprio’nun etkisine rağmen zar zor 50 milyon dolar eşiğini ancak aşabilen Diriliş, adaylık sonrası adeta şaha kalktı: 116 milyon dolar. Ödül aldıktan sonraki bir gün içinde ise 1 milyon dolarlık bilet satıldı. Bu rakamın hızla yükselmesi bekleniyor şüphesiz.
Jennifer Lawrence mesela. Bu oyuncu Oscar ödülü öncesi film başına 500 bin dolar ücret alırken, ödül sonrası fiyatını 4 milyon dolara kadar çıkardı. Ve son Oscar’dan bir örnek: Leonardo DiCaprio… Bu oyuncu rol aldığı her filmin gişesini doğrudan etkilediği halde ‘kaşe’si yüksek olanlardan değildi. Ancak 2016 onun da kariyerini ekonomik anlamda etkiledi ve yeni projelerde fiyatı 5 milyon dolardan açacağından bahsediyor sinema kulisleri.
Aslında bu rakamlara bakıldığında bir “Oscar kazandırma sektörünün” de oluşması kaçınılmazdı. Nitekim çok büyük paraların döndüğü menajerlik ve PR şirketleri var. Filminiz ya da oyuncunuzu buralara teslim ediyorsunuz ödül garanti edemeseler de ciddi anlamda şansınızı artırıyorlar.
Bu ajan ve menajerlik şirketleri en çok ‘En iyi yabancı film’ dalındaki adayları – tabiri caizse – söğüşlüyorlar. Bir de etik dışı kampanyalar var. Bir şirket rakibi olan filmin ödül almaması için medya ve kamuoyunu etkilemeye kalkabiliyor. Akademi kurulları bunu fark ettiği anda kimsenin gözünün yaşına bakmıyor, ancak bu işi artık çok profesyonelce yapıldığı için yapım şirketleri azami dikkat ediyorlar attıkları her adıma.
Sözgelimi 2010’da The Hurt Locker filminin yapımcılarından Nicolas Chartier, Oscar jürisine “500 milyon dolarlık” rakip Avatar filmi yerine kendi filmine destek vermelerini isteyen bir e-posta gönderdiği için ödül törenine katılması engellendi. Ödül de kazanan Chartier’e heykelciği bir ay sonra teslim edilmişti.
OSCAR LOBİSİ!
Evet var böyle bir alan; kimileri bireysel, kimileri kurumsal olarak lobicilik yapar Hollywood’da bu sektörün başını ise şüphesiz gazeteciler çekmektedir. Yapım şirketleri çoğu zaman filmlerine harcadıkları paraya denk bir bütçeyi bu tanıtım-reklam-kulis sürecine harcarlar. Hatta, şirketinin ilgilenmediği bazı oyuncuların bu paraları ceplerinden ödediği bilinmektedir. Bireysel danışmanlık piyasası aylık 10 bin dolarla açılıyor. Bu rakam kurumsal destek isteniyorsa 10 milyon dolara çıkılıyor. Buna belli başlı sinema medyasına reklam vermek, jüriye rüşvet (promosyon) gönderilmesi, partiler tertip edilmesi, ziyaretler ve özel gösterimler düzenlenmesi gibi kalemlerin bütçesi dahil değil.
Birkaç yıl bir jüri üyesi Hollywood Reporter’a şöyle demeç vermişti: “Lincoln prezervatifleri hariç kitaplar, yemek kitapları, her şey verildi. O kadar saçma ki!”
Analist Edmund Helmer’e göre geçtiğimiz yıl adaylık öncesi ve esnasında filmlerin yaptığı harcama bütçesi 500 milyon dolara ulaşmış. Bu rakam birkaç ülkenin toplam yıllık sinema bütçesinden bile büyük! Elbette her şey para değil ama özellikle söz konusu Oscar olunca, paranın çok şey anlamına geldiği de muhakkak.
Bununla beraber, ödül de her şey demek değil. Oscar aldıktan sonra yuvasını yıkanlar, kırk yıllık arkadaşlıklarını bozanlar, para kazanmayı beklerken unutulanlar da yok değil. Anlayacağımız Oscar, getirdikleri ve götürdükleriyle de hayatı ‘büyük’ derecede etkileyen bir ödül.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***