Türkiye, Doğu Akdeniz’deki kavgalarla ilişkilendirdiği Libya siyasetinde hedeflerini aşağıya çekmek zorunda kaldığı bir süreç yaşıyor. Daha gerçekçi değerlendirmeleri dayatan bu süreç bazı beklentilerin karşılanması halinde Mısır’ın Libya’daki rolünü kabullenmeyi, hatta bu ülkeyle ilişkileri normalleştirmenin zeminini hazırlamayı da içeriyor.
Mısır, Türkiye kadar olmasa da bir tarafın lehine ağırlık koyarken Trablus-Mısrata ve Bingazi-Tobruk merkezli hasım güçler arasında arabulucu olmayı başarıyor. Askeri, milis ve istihbarat unsurlarıyla Trablus lehine savaşa giren Ankara’nın keskin pozisyonu, yapabileceklerini, müttefiklerini etkileme çabasıyla sınırlıyor. Ankara’nın desteği ile Trablus’ta ayakta kalmayı başaran Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) bileşenleri arasında hesaplaşmaya varan keskin rekabet de Türkiye’nin çözüm sürecinde korumayı umduğu çıkarlarını tehlikeye atıyor.
Türkiye askeri olarak yüklendiğinde elde ettiği üstünlüğü çatışmasızlık dönemine girince koruyamadığı gibi müzakere aşamasında istediğini koparamıyor. UMH Başkanı Fayiz el Serrac ile İçişleri Bakanı Fethi Başağa arasındaki bilek güreşi, Ankara’nın Libya’da asker ve milis bulundurmak suretiyle her şeyi kontrol edemeyeceğini de gösterdi. Kuşkusuz bütün bunlar Türk hükümetinin pes edip meydanı Mısır, Rusya, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Fransa’ya bırakacağı anlamına gelmiyor.
Türkiye’nin Trablus’u güvenceye alıp Sirte, Cufra ve Petrol Hilali’ni hedefe koyması, buna karşın Mısır’ın “Sirte ve Cufra kırmızı çizgimizdir” diyerek müdahale tehdidinde bulunması, Rusya’nın da bu bölgeyi tahkim edip geçilemez hale getirmesi tarafları mecburen çatışmasızlık sürecine soktu. Bunu önce Mısır’ın uhdesinde Libya Ulusal Ordusu Komutanı Halife Hafter ile Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih’in ateşkes önerisi, ardından Salih ile Serrac’ın 21 Ağustos’ta eşgüdümlü ateşkes çağrısı izledi. Devamında ekonomideki kötüleşmeye karşı başlayan gösteriler her iki tarafı masaya itti. Gösterilerle ilgili tartışmalar Serrac ile Başağa arasındaki rekabeti husumete çevirdi. Sokaktaki öfke doğu cephesinde Temsilciler Meclisi’ne bağlı Abdullah El Sinni hükümetini de istifasını sunmaya mecbur etti.
Bu hızlı değişimler karşısında Türkiye kendi tarafında UMH’nin dağılmasını önlemek için ağırlığını kullandı. Serrac’ın açığa aldığı Başağa bu sayede hükümete döndü. Fakat Serrac Ankara’yı tedirgin edecek şekilde dış ilişkilerinde bir çeşitliliğe giderken içeride de kendi gücünü tahkim etmeyi sürdürdü. Görevden alma krizi sırasında gücünü Mısratalılardan alan Başağa’nın Türkiye’nin desteği ile başkanlığa oynadığı kanaati güçlenmişti. Serrac, Muhammed El Haddad’ı Genelkurmay Başkanlığı’na getirdikten sonra Mısratalı gruplar ve Müslüman Kardeşler’i kızdıran yeni kararlara imza attı.
Serrac, Kamu Güvenliği Ajansı’nı yöneten İmad El Trabelsi’yi İstihbarat Servisi Başkan Yardımcılığı’na, Merkez Destek Güçleri Komutanı Lütfi El Hariri’yi İç Güvenlik Ajansı Başkan Yardımcılığı’na, Kaddafi rejimiyle ilişkili olmakla suçlanan Muhammed Ba’ayo’yu Libya Medya Vakfı’nın başına atadı. Zintanlı Trabelsi, 2018’de Kamu Güvenliği’ne atanmadan önce Trablus’taki Libya Şafağı ve Mısratalı güçlerle çatışmıştı. Hariri ise tartışmalı Hızlı Müdahale Gücü’nün komutan yardımcısıydı. Güvenlik, istihbarat ve medyayı kontrol etmeye yönelik bu adımlara karşı sivil itaatsizlik çağrıları yapıldı. Başkanlık Konseyi üyelerinden Muhammed Ammari Zayid, Ba’ayo’nun atanma kararını reddettiğini açıkladı.
Başağa ile yaşanan restleşme sonrası Serrac’ın her adımından artık Türkiye karşıtı bir anlam çıkartılıyor. Mesela aile fertlerinin yaşadığı Bahreyn’e yaptığı ziyaret “BAE liderleriyle görüşmeye gitti” iddiasına yol açtı. Serrac’ın Salih ve Hafter’in de davetli olduğu Paris toplantısına katılma eğilimi Ankara’ya sadakatinin sorgulanmasına neden oldu. Serrac oluşan hassasiyet üzerine Paris’e gitmekten vazgeçti.
Serrac kadar Başağa da bir yandan Türkiye’ye sırtını dayarken diğer yandan Fransa ve Mısır’a göz kırpan çıkışlar yapıyor.
Fakat birbirlerine diş bileseler de sırayla Ankara’da ağırlanan bu aktörler her şeye rağmen şimdilik Türkiye’ye muhtaçlar. Serrac masaya getirilen deniz yetki alanlarını belirleyen anlaşmaya direndiğinde Ankara, Ekim-Kasım 2019’da yardımları askıya alıp Trablus’un düşebileceğini anlamalarını sağlamıştı. Meclis onayından geçmeyen anlaşmanın geleceği UMH’nin korunmasına bağlı.
Tam bu karmaşada Serrac 16 Eylül’de “En geç ekim sonunda yetkilerimi bir sonraki idari otoriteye bırakma yönündeki samimi niyetimi ilan ediyorum. Diyalog komitesinin yeni bir başkanlık konseyi ve başbakan seçeceğini umuyorum” dedi.
Serrac’ın bir taraftan güç dengesini kendi lehine çevirirken diğer taraftan istifadan bahsetmesi, öngörülen Cenevre müzakereleri öncesi baskılardan kurtulma hamlesi olarak görülüyor. Bu, bir bakıma Ankara’ya “Ben gidersem anlaşmalar da gider” diyen bir resti andırıyor. Ama bunun Trablus’taki güçler arasında yeni bir kavgayı tetikleme olasılığı da yüksek.
Özetle, hasımlar bir kenara, müttefikler arasında da Türkiye’nin her istediğini yaptırmasına imkân vermeyen kırılgan bir denge var. İnce işçilik gerektiren bir durum. Aşırı kırılganlık yüzünden doğu-batı güçleri arasındaki diyalog süreçlerine yön vermek de zorlaşıyor. Temsilciler Meclisi ve Yüksek Devlet Konseyi temsilcilerinin temasları Ankara’da yakından takip ediliyor.
İki taraf 7-10 Eylül’de Fas’ın Buznika kentinde buluştu. Üst düzey makamların Trablus, Fizan ve Sirenayka bölgeleri arasında nüfus yoğunluğu, siyasi görüş ve kabilelere göre paylaşılması konusunda kriterler belirlendi. Merkez Bankası, Yüksek Seçim Kurulu, Yüksek Mahkeme gibi kurumlar 2014’ten beri doğu ve batı olmak üzere çift başlı işliyor. Bu uzlaşmanın eylül sonunda meclis başkanlarının imzasıyla anlaşmaya dönüştürülmesi umuluyor. Ancak Temsilciler Meclisi’nden 27, Yüksek Devlet Konseyi’nden 24 üye Fas’a giden heyetlerin kendilerini temsil etmediğini belirtip sonuca gölge düşürdü. Türkiye’ye yakın duran Yüksek Devlet Konseyi Başkanı Halid El Mışri kararların bağlayıcı olmadığını belirtti.
Arkasından Serrac ve Salih’i temsilen iki heyet 10-13 Eylül’de Kahire’de buluştu. Taraflar, en geç Ekim 2021’e kadar seçimlerin organize edilmesini, başkan, iki yardımcısı ve bir bağımsız başbakandan (3+1) oluşacak yeni başkanlık konseyinin belirlenmesini, mali varlıkların kontrolü ve gelir dağılımının gözden geçirilmesini içeren bir yol haritasının gerektiği konusunda mutabakat sağladı.
Kahire buluşması Serrac’ın asık bir yüzle karşılandığı Ankara ziyaretinin ardından gerçekleşti. Kahire’nin uzlaşma platformuna dönüşmesi Türkiye’nin tercih etmediği ama engellemeye kalkışmadığı bir gelişme. Bu esneklik birkaç nedene bağlanabilir. Ankara, Rusya’nın Sirte ve Cufra’da yaptığı yığınaktan sonra petrol sahalarına ulaşamayacağını ve Trablus-Mısrata hattında sıkışıp kalacağını gördü. Vatiyye ve Mısrata’da üs edinmek istediği sonuçlar için yetmiyor.
Trablus’taki zoraki birlik çatırdarken Ankara’ya müzakerelerin önünü açmaktan başka çare kalmıyor. Mısır’ın rolünü benimserken de birkaç beklentiye yatıyor: Hafter’in çözüm ortağı olmaktan çıkarılması ve BAE’nin süreçten dışlanması.
Kahire’deki buluşmaya katılan heyetlerin Salih ve Serrac’ın temsilcileriyle sınırlandırılması Türkiye’nin Hafter’le ilgili çekincesini karşılıyor. 14 aylık Trablus kuşatmasının ana sponsoru BAE’nin rolünü geriletecekse Kahire’nin inisiyatif alması Ankara’nın “ehven-i şer” olarak görebileceği bir seçenek. Ankara, BAE’nin Türkiye’nin çıkar alanlarına girmesini çok daha tehlikeli buluyor.
Mısır’ın arabuluculuğunu vazgeçilmez kılan diğer faktör, sahada belirleyici pozisyonunu koruyan Rusya. Ağırlığın Hafter’den Salih’e kaymasındaki ince müdahale Rusların işiydi. Türkiye için diğer tarafa etki etmede işleyen tek kanal da Rusya.
Ayrıca burada başka bir hesap devreye giriyor: Libya’da buzlar erirse Mısır’ı Doğu Akdeniz’de Yunanistan’dan uzaklaştırma imkânı doğabilir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Mısır’la istihbarat düzeyinde iletişim olduğunu söylemişti. Erdoğan’ın Doğu Akdeniz’deki atılgan siyasetine yön vermeye çalışan emekli askerlerin Mısır ve İsrail’le ilişkiler düzelmeden sonuca ulaşılamayacağına dair önermesi iktidar kanadında da giderek kabul görüyor. Yine de birinin Müslüman Kardeşler’e düşmanlığı, diğerinin hamiliği temel sorun olmaya devam ediyor. Ankara’yı sıkıştıran denklem bir kenara Libyalı ortaklar da Mısır’ın önemli bir komşu olduğu ve meşru güvenlik kaygılarının bulunduğu gerçeğini görüyor.
Belirleyici pozisyonunu yitirme endişesi, Türk hükümetini ganimet toplarcasına ekonomik dosyaları öne çekmeye itiyor. Bütün bu hengâmede Merkez Bankası ile bir anlaşma imzalanırken petrol, doğalgaz, elektrik, liman ve altyapı projelerinde de yol almaya çalışıyor.
Yazar: Fehim Tastekin
Kaynak: Al Monitor