Niye “eski rejimin” günahları dile gelmez de “bayram” günleri üzerinden rejim mücadeleleri yapılır?
Geçen haftaki yakın tarihin en utanç verici rezilliklerinden birini anlattığım “Bir andıç skandalı” yazımın son cümlesi şöyleydi: “Okura anımsatmak, 24 yıl sonra zamana not düşmek için hatırlayınca bile bu sefillik ağır geldi. En iyisi haftaya devam edelim…”
Henüz bayram bitmediği ve bugün bayramın 3. günü olduğu için, andıç gibi bir rezalet şahikasına devam etmek istemedim. Pas geçip, randevuyu gelecek haftaya ertelemenin daha uygun olacağını düşündüm.
*1908 yılında ilan edilen II. Meşrutiyet ve bunun basın tarihindeki yerine daha önce geniş bir şekilde değinmiştim.
Bu bayram gününde ise yeniden gündeme gelen 1908’in önce nasıl “Hürriyet Bayramı” ilan edildiğinin, sonra bu bayramın nasıl ortadan kaldırıldığının hikâyesini hatırlatmak istedim.
*
Aslında lafı uzatmadan sözü 1908 Devrimi kitabının yazarı Aykut Kansu’ya bırakmak daha doğru:
“Birçoğumuz, tıpkı Amerikalıların 4 Temmuz’u, Fransızların 14 Temmuz’u gibi, bizim de bir 23 Temmuz’umuzun olduğunu ve bugünün bir zamanlar ‘Hürriyet Bayramı’ olarak kutlandığını bilmiyor. ‘Bir zamanlar’ bugün bize sanki çok uzakmış ve gerçek değilmiş gibi geliyor.
Oysa ki, Türkiye’de 1908 Devrimi’ni gerçekleştirenler, 8 Temmuz 1909 günü kabul ettikleri bir yasa ile 23 Temmuz’u bayram olarak ilan etmişler ve ‘Hürriyet Bayramı’ olarak kutlanmasını gelenek haline getirmişlerdi.”
*
Peki sonra ne olmuş?
Okumaya devam edelim
“Fakat gelenekler yıkılmak içindir.
‘Hürriyet Bayramı’ geleneğini yıkmak da 1908 Devrimi ile kurulan liberal demokratik rejimin yerine, 29 Ekim 1923 tarihinde başka bir siyasal rejimi yerleştiren Kemalistlere nasip oldu.
Başvekil İsmet İnönü Türkiye Cumhuriyet Başvekalet Muamelat Müdürlüğü Sayı 6/1433 ve 13 Mayıs 1935 tarihli yazısı ile ‘Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun Layihası’nı Meclis’e sunduğunda gelenek sona ermişti.
Bu layiha gerekçesinde şunları okuyoruz:
‘Bütün Türk vatandaşlarının müştereken en derin sevinç heyecanı duydukları gün şüphesizdir ki Cumhuriyet’in ilan edildiği gündür. Çünkü Türk milleti benliğine o gün kavuşmuş ve Türkiye’nin terakki ve yükselme devri o gün başlamıştır. Hususi düşüncesi ve akidesi ne olursa olsun her vatandaşın beraberce bayram ettikleri ulusal gün o gündür. Onun için kanunun maddesiyle yalnız 29 birinci teşrin [Ekim] günü ulusal bayram günü olmak üzere kabul edilmiştir.’”
Meclis’e gelen tasarı kısa bir görüşmeden sonra iki yüz elli bir oyla kabul edilmiş, 1908’de doğan “Hürriyet Bayramı”, 1935’te sizlere ömür olmuş…
Bayramı İttihatçılar ilan etmiş, Kemalistler öldürmüş…
*
“Oysa ki, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin hayatta kalabilen kadrosunun Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından liberallikle suçlanarak asıldığı 1926 yılından sonra bile ‘Hürriyet Bayramı’ aynı coşkuyla olmasa bile hâlâ kutlanagelmekte” olduğunu örnekleriyle okuyoruz.
Bu geleneğin basın tarafından nasıl bir maharetle sündürüldüğünü de…
Unutturulmaya bırakılmadan önceki bir iki yıldan örnekleri aktarmakla yetinelim:
1934 yılında artık Hürriyet Bayramı’nın kutlanması haberi Milliyet gazetesinde eski günlerdeki gibi coşkuyla ve birinci sayfadan verilmiyordu:
“Bugün 23 Temmuz milli bayramıdır. Bu münasebetle bugün resmi daire ve müesseseler kapalı bulunacak, şehir donatılacak, küçük mektepliler Himaye-i Etfal rozeti dağıtacaklardır.”
24 Temmuz tarihli Milliyet, bayramın artık heyecanını yitirdiğine kanıt oluşturacak şu gözlemi yapıyordu:
“Hava sıcak olduğu için halk tatilden istifade ederek sayfiye ve gezme yerlerine gitmiştir.”
*
1935 yılında 23 Temmuz artık “Hürriyet Bayramı” değildi.
Yetişecek kuşaklar o günden sonra 23 Temmuz’un Türkiye’de kutlanan bir gün olduğunun farkına bile varmayacaktı.
*
İkinci Meşrutiyet’in ilan edildiği 24 Temmuz bugün nedir?
“Basın Bayramı veya Basın Özgürlüğü için Mücadele Günü, Türkiye’de sansürün kaldırılmasının yıldönümü olarak her yıl 24 Temmuz tarihinde kutlanan önemli gündür.
İstanbul’da çıkan gazeteler, Osmanlı Devleti’nde II. Meşrutiyet’in ilan edildiği 24 Temmuz 1908 günü sansür memurlarını içeri sokmama ve gazetelerini sansüre yollamadan basma kararı vermişti.
Bu olayın yıldönümünü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin 1948 yılında aldığı kararla Basın Bayramı olarak ilan etmiştir.
1971’de ‘bayram’ olmaktan çıkmış ve adı, ‘Basın Özgürlüğü için Mücadele Günü’ olarak değişmiştir.”
*
Kısacası; rejim değiştikçe geçmişi yeniden yazmak bizde eski bir hastalıktır.
Her rejim, kendinden öncekinin izlerini silmeye çalışır. Her rejim, “Türkiye’nin tarihte ilk kez kendisiyle doğduğunu” genç nesillerin zihnine kazıyacak hamleler yapar.
Fakat ilginç olan, “eski rejimin” gerçek günahlarından pek söz edilmez.
Asıl sorumuz şu tabii: Niye “eski rejimin” gerçek günahları dile gelmez de “bayram” günlerine verilen değerler üzerinden rejim mücadeleleri yapılır?
Sanırım bu sorunun cevabını başka bir soruda bulabiliriz: Rejimlerin değişmesine rağmen hiç değişmeyen şey nedir bu ülkede?
Bunun cevabını bulmaya da “hukuksuzluk” sözünden başlayabiliriz belki…
Bu yazı P24’te yayınlanmıştır.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***