Ekonomik krizin boyutları arttıkça iktidarın “hayal satması”, dövizin ve enflasyonun sonraki aylarda, o olmayınca sonraki baharda düşeceğini duyurmasına benzer bir yaklaşımı dış politikada da uyguladığı görülüyor. Ukrayna savaşının Türkiye’nin Batı nezdindeki stratejik değerini çok artırdığına, Erdoğan rejimine bakışın değiştiğine dair tahayyül sıkça paylaşılıyor. Oysa Erdoğan Suudi Arabistan ziyareti dönüşünde uçakta ABD’yle ilişkilere dair şunları söyledi: “Bizim Obama’yla da Trump’la da münasebetlerimiz gayet iyiydi ve görüşme noktasında aramızda herhangi bir sıkıntı yoktu. Peki, Sayın Biden ile aynı durumu yakalayabildiniz mi? Hayır, yakalayamadık. Temennimiz bu değildi.” Böylece Erdoğan, Ukrayna savaşı sonrasında da ABD Başkanı Biden’la görüşmekte sıkıntı çektiğini ve Beyaz Saray’ın kendisine artık farklı davranmadığını teyit etmiş oldu.
Ukrayna savaşı Batı’yla ilişkileri uzunca bir süredir çıkmaza sokan Erdoğan’ın dış politikada Batı’ya karşı artık Rusya ve Çin’i oynamaya çalışma taktiğini yürütebilmesini imkansız kılıyor. Batı’nın Erdoğan rejiminin yaptırımlara katılmayarak Ukrayna ve Rusya arasında arabuluculuğa soyunmasına göstermiş olduğu müsamaha, maalesef Türkiye’nin güçlü değil zayıf olmasıyla ilgilidir. Türk ekonomisi keskin bir darboğaza girmiş durumdadır, enerjide Rusya’ya aşırı bağımlıdır, turizm ve ticaret alanlarında Rusya’nın kendisine yaptırım uygulaması halinde pek çok sektörü ciddi krizlere düşmektedir. Putin’in kızgınlıkla İdlib kördüğümünü bombalaması halinde yaşanacak yeni mülteci dalgaları karşısında siyasi, sosyal ve ekonomik yapısının dayanıp dayanamayacağı belli değildir. Öte yandan Türkiye’yle ekonomik ve ticari ilişkilerin seviyesi, ağır Batı yaptırımlarına maruz kalan Rusya için de ciddi bir alternatif oluşturabilmekten uzaktır.
Putin’in Türkiye’nin arabuluculuğunda Rus ve Ukrayna heyetleri arasında gerçekleşen görüşmelerini savaşın ilk etabında uğradığı yenilgiyi örtmek için kullandığı her geçen gün daha net anlaşılmaktadır. Putin’in ülkenin büyük bölümünü işgal ederek Zelensky hükümetini kısa süre içinde düşürme planı, Rus ordusunun verdiği ağır kayıplar sonrası suya düştü, bu gerçeği örterek Kiev ve çevresinden Rus birliklerini geri çekmek için elverişli bir bahaneye ihtiyaç duyuyordu. İstanbul’daki müzakereler ona bu imkanı verdi. Asıl hedefi Donbas’tan yeni bir taarruz başlatmak üzere Rus birliklerini yeniden konumlandırmaktı. Batı’da bu gerçek açık bir şekilde görülebiliyor. Kimsenin Rus ordusunun Türk diplomasisi sayesinde Kiev ve çevresinden geri çekildiğini düşündüğü söylenemez. Sahadaki durumu asıl değiştirenin Ukrayna ordusunun başarılı direnişi olduğundan kuşku yok…
Erdoğan’ın aynen İran yaptırımlarında olduğu gibi fırsatçılık yaparak gerekirse yasa dışı şekilde Rusya’ya yönelik müeyyideleri delmesine seyirci kalınmayacaktır. Nitekim ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Bob Menendez, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Batı yaptırımlarına maruz kalan Rus oligarkların Türkiye’de yatırım yapmasına izin vereceklerine dair açıklamasına hemen tepki gösterdi. Senato Dış İlişkiler Komitesi’nin resmi twitter hesabından, Rus oligarklarını ülkeye kabul ettiği için Ankara’yı eleştirdi ve bunun Batılı müttefiklerin Putin’e gönderdiği mesajın tam tersi olduğunu söyledi.
Öte yandan ABD Hazine Bakanı Janet Yellen, ülke ismi belirtmeden, öncelikle Çin’i kastederek ve tam da Türkiye’de bazı çevrelerin dilinden düşürmediği fırsatçılığı hedef alarak, Batı’nın uyguladığı yaptırımlar sonucu (Rus pazarında) açılan boşluğu doldurmak maksadıyla Moskova’yla ilişkilerini koruyarak bunu bir fırsata çevirmeye çalışan ülkelere müsaade etmeyeceklerini belirtti.
Erdoğan Ukrayna savaşı sayesinde Türkiye’nin artan stratejik değerlerini kullanarak, içeride seçim sathı mailinde giderek artıracağı otoriterliğinini Batı’ya kabullendirebileceği hesaplamaktadır. Oysa Putin Rusyası’yla çatışmasının ideolojik cephesini “otoriterlik – demokrasi” karşıtlığı üzerinden kurduğu görülen Batının böyle “kirli bir pazarlığa” razı olabilmesi hiç kolay değildir. Nitekim Financial Times gazetesinde geçen hafta yayınlanan başyazıda, Osman Kavala’yı AİHM kararlarına rağmen hapiste tutan Erdoğan’ın Ukrayna savaşı sonrasında Türkiye’nin Batı için öneminin artmasını kullanmaya çalıştığı belirtildikten sonra, fakat bunun tam tersinin de geçerli olduğu, yani artık Türkiye için Batı’yla ilişkilerinin de daha önem kazandığı vurgulanmaktadır. Keza Batı’nın şu an yaka paça olduğu otokrat Putin’in Çarlık Rusya’sını diriltmeye çalışarak şövenizmi körüklemesiyle, Erdoğan’ın “21. yüzyılda bir sultanlık kurma” ihtirası kıyaslanarak bunların benzerliğine dikkat çekilmektedir. Yazıda Avrupa’ya hiç çekinmeden Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliğini hemen askıya alması çağrısında bulunularak, böyle bir hamlenin Erdoğan’ı Putin’in kollarına iteceği çekincesinin de yersiz olduğu çünkü Türkiye ve Rusya’nın Libya, Suriye ve Kafkaslarda birbiriyle çatışma halindeki karşıt kampları desteklediği hatırlatılmaktadır.
Erdoğan Rus oligarklar için “bizde imkanlarını park etmek isteyenler olursa onlar için de tabii ki kapımızı kapalı tutmayız” demişti. Bloomberg’de yayınlanan bir değerlendirmede şöyle deniliyor: “NATO’da Rusya’ya karşı saflar sıkıştırılırken, Almanya bile pasifist duruşunu terk ederken, Türkiye’nin tarafsızlık iddialarına karşı sabır tükeniyor. Rusya’nın savaş suçları işlediğine dair kanıtlar artarken, Erdoğan’ın Batı ittifakına Moskova’ya sert yaptırımlar uygulanmasında katılmayı reddetmesini gerekçelendirmesi daha da zorlaşıyor. İsviçre’nin bu yaptırımlara katıldığı bir dönemde, Putin’in oligark yandaşlarının Türkiye’yi süper yatlarını ve nakit dolu bavullarını park etmek için kullanması Ankara için iyi bir görüntü değil. … Eğer Erdoğan NATO üyeliğinin getirdiği ayrıcalıkları istiyorsa, genel uzlaşmaya katılmak zorundadır. Katılmazsa, Türk ekonomisi her geçen gün derin bir çukura düşerken kendisini NATO ittifakında dışlanmış halde bulacaktır.”
Erdoğan sık sık Ukrayna’ya sattıkları SİHA’ları (Putin’i kızdırmamak için olabildiğince üstü kapalı şekilde) hatırlatarak başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin Ankara’ya uyguladığı, silah satışlarını kısıtlayan yaptırımları kaldırmasını talep etse de İngiltere dışında bu konuda diğer Batılı ülkelerin tavırlarında hala bir değişikliğe gitmedikleri görülüyor. İngiltere’nin Erdoğan hükümetiyle Ukrayna savaşından önce daha farklı ve yakın bir ilişki içinde bulunduğu bilindiğinden bu yeni bir durumu ifade etmemektedir.
Kavala üzerinden Batı’ya rest çeken Erdoğan aynı sıralarda dış politikada yeni bir U dönüşü yaparak Kaşıkçı davasını Suudi Arabistan’ın istediği şekilde kapatıp, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın ayağına adeta özür dilemeye gitti. Suudi devlet televizyonunun “Davet edilmemişti, kendisi uzun zamandır gelmek istiyordu, sonunda arzusu gerçekleşti” şeklinde ardından haber yaptığı bu ziyaret Batı’da otokratların anladığı tek dilin “güç gösterisi” olduğunu belirtenleri yine haklı çıkardı. Daha önce Rus jetinin düşürülmesi sonrası Putin’in uyguladığı yaptırımlar üzerine Erdoğan’ın mektup yazarak özür dilemek suretiyle attığı (Türkiye için bir başka utanç verici) geri adım, AKP lideriyle “anladığı dilden” konuşulması gerektiğini savunanların zaten devamlı atıfta bulunduğu bir örnekti. Nitekim bu nedenle Avrupa ilk kez Ankara’ya karşı ekonomik yaptırım tehdidi seçeneğini masaya koymuş, bunun üzerine Erdoğan mehter marşıyla Doğu Akdeniz’e gönderdiği araştırma gemilerini sessiz sedasız geri çekmişti. Bu nedenlerle Avrupa’nın AİHM kararlarını uygulamadığı gerekçesiyle Erdoğan’a beklemediği sertlikte tepkiler vermesi beklenmelidir.
Diğer yandan Türkiye’nin Rus savaş gemilerinin geçişine Boğazlar’ı kapatması sonrası Rus donanması Karadeniz’de “hapsedilmiş” vaziyettedir. Buna ilaveten Ankara, Moskova’nın Ukrayna savaşı yüzünden tüm Batı’yı karşısına almışken Ankara’yla şu sıralar arayı bozmayı tercih etmemesinden cesaret alarak Suriye’ye giden Rus askeri uçaklarına hava sahasını kapattı. Bu şartlarda Rusya’nın Suriye’deki üslerine ulaşması, oradaki birliklerinin ihtiyaçlarını karşılayabilmesi çok zorlaştı. İngiltere Başbakanı Boris Johnson, Ukrayna savaşının yıl sonuna kadar sürmesini beklediklerini açıkladı. Bu tarafların uzun soluklu bir savaşa hazırlandıkları anlamına geliyor. Savaş uzadıkça bu kuşatmanın maliyeti kendisi için daha da artacak olan Putin bir noktada Ukrayna’yla bir savaşın söz konusu olmadığı gerekçesiyle (Rusya, Ukrayna’ya resmen savaş ilan etmedi) Boğazların açılmasını talep edebilir, bu talebi gerçekleşmezse Erdoğan’ı daha önce şahit olduğumuz ve kendisi açısından başarıya ulaşan yöntemlerle yine diz çöktürmeye çalışabilir. Böyle bir senaryoda bir yandan da Ukrayna Türkiye’den Rus savaş gemilerine Boğazları kapalı tutmayı sürdürmesi talebinde bulunacaktır. Öte yandan Rus donanmasının Boğazlardan geçmeye başlaması halinde NATO savaş gemilerinin Karadeniz’e geçişini engellemek için mazeret kalmayacaktır.
Biden yönetiminin NATO’nun Karadeniz’de Rusya’ya karşı bir deniz gücü oluşturulmasını önemsediği biliniyor. İngiltere’nin en önde gelen üniversitelerinden biri olan King’s College’dan Prof. Michael Clark, Sky News’de yayınlanan ve ilgi çektiği görülen değerlendirmesinde, Türkiye’nin Montrö Sözleşmesi çerçevesinde Boğazlar’ı NATO gemilerine de kapatmış olmasına ilişkin “ciddi kararlar alma” aşamasına gelebileceğini, NATO’nun da Karadeniz’de Rus donanmasını dengelemek için gemi bulundurmak isteyebileceğini belirtmektedir. (Son 15 günde Sky News’in YouTube’da yayınladığı onlarca haber videosundan sadece üçü bir milyondan fazla izlenmiştir, iki buçuk milyondan fazla izlenen tek video ise Prof Clark’ın bu analizini içerendir.)
Ankara’da büyükelçilik yapmış, üst düzey görevler üstlenmiş tecrübeli bir Avusturyalı diplomat olan Klaus Wölfer, Ukrayna’daki belli başlı senaryolar içerisinde en muhtemel olanın savaşın (mevcut çatışma seviyesinde) uzayıp gitmesi olduğunu, bu durumda ABD’nin Türkiye’ye diğer Batılı ülkelerin uyguladığı yaptırımlara katılması için baskı yapabileceğini ve Türkiye’nin yumuşak karnının Boğazlardan geçiş meselesi olacağını öngörmektedir. Wölfer Rusya ve Batı arasındaki gerilimin daha da artmasıyla Türkiye’nin bir diğer yumuşak karnı olan Suriye’de de işlerin karışabileceğini, orada halihazırda var olan ve kimin kiminle dost, kiminle düşman olduğunun tam belli olmadığı kırılgan dengenin bozulabileceğini belirtmektedir.
Bir başka kritik husus ise Türkiye’nin savaş başladıktan sonra da Ukrayna’ya SİHA satmayı sürdürmesidir. Ukrayna’nın bu SİHA’ları aktif bir şekilde kullandığı ve Rus ordusuna verdirdiği bazı ağır kayıpların bu sayede olduğu anlaşılmaktadır. Kiev’e kritik silah yardımlarında bulunmaları yüzünden ABD ve İngiltere’ye iyice bilenen Putin’in, otokrat dostu Erdoğan’ın yumruğundan emin olmak için bir eliyle sırtını sıvazlarken, diğer eliyle atmış olduğu bu tokatlara bir noktada sert bir tepki verme ihtimali her zaman vardır.
Savaşın uzaması halinde Türkiye ile NATO ülkeleri arasındaki tansiyonun yükseleceğine yönelik ciddi bir işaret Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun hangi ülkeleri kastettiğini açmadan “bazı NATO üyelerini savaşın bitmesini istememekle” suçlamasıdır. “Ölüm-kalım” savaşı veren Kiev’in Rusya’ya yönelik diğer NATO ülkelerine nazaran alttan alan bir siyaset izleyen Ankara’ya tepkisiz kalmayacağı da Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky’nin ilk kez bu hafta Erdoğan hükümetinin Rusya politikasına yönelik getirdiği eleştirilerden anlaşılmaktadır.
Ukrayna savaşının “Türkiye’nin Batı nezdinde değerini artırdığı”, yani Erdoğan’ın yine iki ayağının üzerine düştüğü hikayesine kendilerini fazlaca kaptıranların savaşın zaten “uçurumun kenarında” bulunan Türk ekonomisine ağır etkilerini küçümsedikleri anlaşılmaktadır. (Bu konuyu sonraki yazımda açacağım.)
Erdoğan ve şürekası, savaştan Türkiye’nin dış politika ve ekonomide karlı çıkacağı iddiasına gerçekten kendilerini kaptırmış mıdır, bilemiyoruz. Fakat her “gözlerine baktığımızda” bu aymazlığa sahip olduklarını hatırlıyoruz.
- Ömer Murat, Dış Politika Uzmanı ve Eski Diplomat
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***