Önümüzdeki seçimlere normal, olağan koşullarda girilmeyeceğine dair genel bir kanaat var. Anketler, ekonomik kriz, sokaktaki ses ortadayken iktidar için hâlâ “gerçekten kaybeder mi”, “kaybetse gider mi” sorularını soruluyor.
TİP Milletvekili Ahmet Şık’a göre Türkiye, muhalefetin “ilk seçimde gidiyorlar” diyerek yarattığı rehavetle, çok sert bir döneme giriyor. Şık’la söyleşimizin üçüncü ve son bölümüne buyrunuz…
CHP ve Millet İttifakı “gümbür gümbür geliyoruz”, Kılıçdaroğlu “az kaldı, gidiyorlar” diyor. Millet İttifakı’ndaki bu yaklaşımın seçmen üzerindeki etkisi nedir sizce?
Bir kere bu “gidiyorlar” sözünün hakikati yansıttığını düşünmüyorum. Derin bir karamsarlıkla konuşuyor olabilirim ama işimizin o kadar kolay olduğunu, erken veya tarihinde yapılacak bir seçimle iktidarın kolaylıkla alt edileceğini düşünmüyorum. 13-14 yaşındaki çocuklar bile “Abi iktidar dediğin şey mafya zaten” diyor. Mevzuyu tam da buradan, iktidarın gayrimeşruluğundan, suç örgütüne dönüşme olgusundan kurmak lazım.
Bir kesime göre iktidar kaybedecek ve o yüzden seçimi yaptırmayacak. Hayır, seçimi yaptıracaklar ama Saddam’ın Irak’ında da seçim yapılmıyor muydu? Putin’in Rusya’sında seçim yapılmıyor mu? Tayyip Erdoğan’ın entegre olduğu ve temsil ettiği neo-liberal düzen devamlılığını ve meşruiyetini seçimlerden alıyor zaten. Dolayısıyla Erdoğan seçim yapacak, öyle ya da böyle. Ama kaybetmemek için her şeyi de yapacak. O nedenle seçimde gidiyorlar söyleminin arkasında birikerek sandığın kurulacağı günü beklememek gerekiyor.
Seçim kanununda yapılan değişikliğin iktidar lehine belirleyici sonuçları olacak mı?
Seçim Kanunu’nda baraj yüzde 7’ye yükseltildi, biliyorsunuz.
SEÇİM BARAJI DÜŞÜRÜLMEDİ, YÜKSELTİLDİ
Daha doğrusu düşürüldü.
Hayır, yükseltildi.
Nasıl yani?
Görünürde baraj yüzde 7’ye düşürüldü ama deyim yerindeyse ittifak içi baraj yükseltildi. Önceden ittifakı oluşturan yapıların toplamı gerekli seçmen sayısına ulaştığında vekil çıkarabilirken şimdi partilerin oyları birlikte sayılmıyor. Dolayısıyla ittifak içi oy birliği, paylaşımı ortadan kalktı. Ama bu zorluğu aşmanın yolları da var. Bunun üzerinde çalışıyoruz. İkincisi, Yüksek Seçim Kurulu ve il-ilçe seçim kurullarının oluşturulmasında öngörülen sistemde, sandık güvenliğini bizim aleyhimize çeviren birtakım düzenlemeler yapıldı. Böylece sandık güvenliğini bertaraf ettiler. Seçimler hep cumhurbaşkanı adaylığı üzerinden tartışılıyor. Herkes “Erdoğan’ın oyları eridi, bitti” diyor ama bu seçim kanunu bize cumhurbaşkanlığı seçimlerine dair bir şey söylemiyor.
Neden?
Bir kere nasıl bir iklimde seçime gideceğimizi bilmiyoruz. Cumhurbaşkanlığı yarışına kilitlenmiş bir seçim sistemi içinde çıkarılan kanun bize o seçime dair hiçbir şey söylemiyor. Ve anketler doğru söylüyorsa, yani Erdoğan kaybediyorsa, adı geçen adayların karşısında demek ki başka başka hamleler gelecek. Yani seçim kanunu değişikliği çok ayaklı bir planın ilk ayaklarından birisiydi. Seçime kadar gidecek sürenin nasıl bir çeviklikle karşımıza dikileceğini de Gezi davasındaki karar bize söyledi.
KILIÇDAROĞLU’NUN “ÖNÜMÜ AÇIN” TEPKİSİ PARTİSİNE DEĞİL, DOĞRUDAN AKŞENER’E YÖNELİKTİ
Nasıl?
Gezi davası kararında ceza çıkmasını bekliyorduk. Sürpriz olan kısım, tutuklamanın istinaf sürecine bırakılmamasıydı. Osman Kavala’yı hepimiz tanıyoruz ama tanımayanlar da mahkeme sürecindeki beyanlarına, genel tutumuna bakarak nasıl kibar bir insan olduğunu anlar. Buna rağmen Kavala’ya “mahkemedeki hal ve davranışları nedeniyle” iyi hâl indirimi yapılmadı. Tecavüzcüler, kadın katilleri, uyuşturucu tacirleri kravat taktı diye iyi hâl indirimi alırken Kavala’dan bunun esirgenmesi nasıl bir siyasal iklime doğru gittiğimizin en çarpıcı mesajlarından biridir.
Gezi davası kararı sert bir sürecin başlangıcı olarak okunmalı. İnsanları umutsuzluğa sevk etmek için değil, aksine, örgütlenmenin ne kadar gerekli olduğuna işaret etmek için bunu söylüyorum. Süreç bizim ilk bakışta edindiğimiz izlenime göre değil, bambaşka bir hatta ilerliyor.
Ama başta Millet İttifakı olmak üzere muhalefet pek öyle düşünmüyor…
Oysa Millet İttifakı içinde de ciddi bir gerilimin başladığını Nisan’ın son haftasındaki CHP ve İYİ Parti grup toplantılarında gördük. Kemal Kılıçdaroğlu’nun “önümü açın” diyerek gösterdiği tepki CHP içindeki muhaliflerine değil, doğrudan doğruya Akşener’e yönelikti. Bunu Akşener’in “sen çatışmak istiyorsan ben de çatışırım” yollu konuşması da teyit ediyordu. Ardından Ali Babacan’ın, Deva Partisi’nin çıkışı geldi. Bütün bunlar Millet İttifakı’nda kora kor bir pazarlık olduğunu gösteriyor.
Neyin pazarlığı yapılıyor sizce?
Bu pazarlık kişilerin ve partilerin mi, yurttaşların ve memleketin mi menfaatlerine dayanıyor, bilmiyoruz. Ama bu kadar benzemezin bir ittifakta toplanmış olması iktidarın elini, hamle kabiliyetini güçlendiriyor. Tam da bu nedenle doğru bir strateji ve söylemle yeni bir birliktelik kurulması gerekiyor.
SOLUN NETLİK AYARI YAPMASI GEREKİYOR
Millet İttifakı açısından bu mümkün mü?
Millet İttifakı’ndaki partileri sağdan saymaya başlıyorum, sola gelemeden bitiyor. İttifakın özü bu. Neden böyle bir ittifak var diye eleştirmiyorum. Sonuçta orada da iktidar karşıtı sağ, muhafazakâr veya birtakım hassasiyetleri olan seçmen grubuna oynanıyor. Ama solun onlara bakarak kendi pozisyonunu belirlemesi, netlik ayarı yapması gerekiyor.
Evet ama bunun olmadığını, olamadığını gördük.
Evet ama olmak zorunda. Millet İttifakı amacının Saray’ı yıkmak olduğunu söylüyor ama yerine ne koyacaklarına dair hiçbir fikrimiz yok. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem dediler. Ama bunu nasıl uygulayacaksınız? Ekonomi politikalarınız ne olacak? Emekten yana mı olacaksınız, yoksa bir avuç zengine verilen imtiyazlar, bunların kimliklerinin değişmesi koşuluyla devam mı edecek?
Biz bunların yanıtlarını elbette beklemeyeceğiz. Toplumsal olarak organize olmak gerektiği kadar temsiliyet araçlarında da toplumun, emekçinin pahasına adımların atılmasına engel olmak için var olacağız. Yani Saray faşizmi sonrası bir masa kurulacaksa sol odaklar olarak, halkın avukatı olarak biz de yer almak için şimdiden mücadelemizi vereceğiz.
ERDOĞAN’IN KARŞISINDAKİ ADAYA DAİR ŞARTLARIMIZ, ŞERHLERİMİZ VAR
Buna, Millet İttifakı’nınkinden farklı bir cumhurbaşkanı adayı göstermek de dâhil mi?
Gittiğimiz her yerde maalesef Erdoğan’ın rakibi kim olacak sorusuyla, isimler üzerinden dönen kötü bir tartışmayla karşılaşıyoruz. Oysa seçim tartışmalarını aday üzerinden yapmayı reddetmeliyiz. Bir sistem tarif etmek, o sistemin Türkiye’nin tüm farklılıklarını sahiplenip sorunları çözmeye odaklı olacağını göstermek, bunu bir toplum sözleşmeyle bir sened-i ittifakla şeffaf biçimde duyurmak gerekiyor. Gittiğimiz her yerde yurttaşa, “gelecek seçimde memleket çıkarı ve yurttaş menfaatini düşünerek oy kullanacağız” diyoruz. Dolayısıyla ortak aday üzerinden tartışmalarda tarafımız net. Evet Erdoğan’a oy vermeyeceğiz, bu kesin ama onun karşısındaki adaya dair de şerhlerimiz, şartlarımız var.
Nedir o şartlar?
Başından beri söylediğim gibi, yeni ve ülkeyi bu karanlıktan kurtaracak bir sistem tarifi yapılacak. Aklımız ve vicdanımız, cumhurbaşkanı değişimini sağlayacak bir adayda birleşip oraya oy vermeyi salık veriyor. O adayın yardımcıları ve kabine üyelerinin siyasal çeşitlilik ve temsiliyet ile tüm farklılıkları gözeten kişilerden oluşması gerektiğini ifade ediyoruz. Yine aklımız ve vicdanımız gücün merkezileşmesinin, tek yerde birikmesinin yarattığı sorunlarla yüzleşmeyi ve bunun tekrar etmeyeceği bir yol haritası belirlemeyi dayatıyor. Çünkü bir denge, kontrol, denetleme mekanizması kurmamız gerekiyor. Bunu da hayata soldan bakan, siyasal paradigmasını halkın menfaatini gözeterek belirleyen sol partiler üzerinden kurgulamak gerekiyor. Çünkü Millet İttifakı’nın derdinin sadece sarayı yıkmak olduğunu, sistemle bir sorunu olmadığını söylüyoruz.
DERDİMİZ İKTİDARIN ELİNDEKİ SOPAYI ALIP KULLANMAK DEĞİL, KIRMAK
Yani Millet İttifakı’nın iktidarı devralması halinde de bir şey değişmeyecek mi?
Bu anlamda değişen bir şey olmayacak. Elbette mevcut döneme göre biraz daha nefes alabileceğiz, insanların kendilerini iyi hissetmesini sağlayacak kısa vadeli bir rahatlama olacak. Peki emek sömrüsü sona erecek mi? 6 muhalefet partisi mutabakat metni açıkladı ama hiçbir yerde işçinin, emekçinin adı geçmiyor. Kadın-erkek eşitliği diyorlar ama toplumsal cinsiyet eşitliği demiyorlar. Bu detaylar Millet İttifakı’nın sınıfsal ve siyasal pozisyonuna dair bize çok şey anlatıyor. Bizim derdimiz sopayı iktidarın elinden alıp kullanmak değil, halkın sırtına inen bu sopayı tümden kırıp atmak.
Sizce Gezi Davası’nda verilen karar, Gezi protestolarını sanıklar şahsında cezalandırmak mı, yoksa yeni siyasi hamlelerin bir parçası olarak mı kurgulandı?
İkincisi. Komplo teorisine kaçabilir ama anket şirketleri Erdoğan’ın en ciddi rakiplerinden birinin Ekrem İmamoğlu olduğunu gösteriyor. Şimdi “Kandil’in dağ kadrolarını işe aldı” diyerek İmamoğlu’nu suçluyorlar. Oysa ismi geçen kişinin daha önce AKP’li belediyelerle iş yaptığını, sabıka kaydının olmadığını, pekâlâ başka bir yerde gözaltına alınabilecekken belediyeye girmesi beklenerek bu işlemin yapıldığını görüyoruz. Keza YSK üyelerine karşı söylediği sözler üzerinden İmamoğlu’na dava açılıyor.
Bir komplo teorisi olarak söylüyorum ama bu işin varacağı yer açık; İmamoğlu’na siyaset yasağı getirip en büyük rakiplerden birini ekarte edecekler. İmamoğlu’nun İBB Başkanı seçilmesinde en çok emeği olan Canan Kaftancıoğlu’nu tutuklayacaklar. Gezi davasında mahkûmiyet verilen karar ile haklarında yine Gülen Cemaati kadrolarınca hazırlanmış ve elde tutulan dosyaların şüphelileri sanık haline getirilip tutuklanacak. Toplumsal muhalefeti hedef alan başka torba davalar gelecek. Bu komplo teorileri gerçek olursa kim şaşırır?
İKTİDARIN İŞİNE NE GELİYORSA, KANUN ODUR
Bunu nasıl bu kadar net söylüyorsunuz?
Selahattin Demirtaş’ı beş yıldır içeride tutmuyorlar mı? HDP’li belediye başkanlarını rehin almadılar mı? Yahu her şeyi geçtim, bana bile FETÖ’cü olma iddiasıyla 7,5 yıl ceza verdi, dahası mı var! Sistem böyle işliyor. Türkiye artık hukuk devletini bırak, kanun devleti bile değil. İktidarın işine ne geliyorsa, kanun odur. Mahkemede kararlar buna göre veriliyor. Siyasi rakiplerini hukuksuzlukla ekarte ederken, medya gücünü de kullanıp rızayı üretiyorlar. Erdoğan geçen gün Gezi isyanı sürecine, Dolmabahçe Camii’nden kanallar kurulduğuna dair akıl almaz şeyler söyledi. Çünkü bunların alıcısı varken İmamoğlu’na siyasi yasak getirmenin, Kaftancıoğlu’nu tutuklamanın, yeni siyasi rehineler elde etmenin kendileri açısından yıkıcı sonuçlar çıkarmayacağını düşünüyorlar.
HDP KAPATILACAK, BUNDAN KİMSENİN KUŞKUSU YOK
Geçtiğimiz hafta PKK’ye karşı başlatılan Pençe-Kilit harekâtını da iç siyasete yönelik bir hamle olarak mı görüyorsunuz?
Evet, tamamen iç siyaseti konsolide etmek üzerine yapılmış bir harekât. “İyi de seçime daha çok var” diyebilirsiniz ama bu harekattan sonra Kürt hareketine karşı yeni planların devreye sokulacağını düşünüyorum. Az önce İmamoğlu’na siyaset yasağı gelecek, Kaftancıoğlu tutuklanacak dedik ama HDP de kapatılacak. Bundan yana kimsenin kuşkusu yok.
O dava üzerinden pek çok insana siyaset yasağı getirilmesi talep ediliyor. Bunların hepsini yapacaklar. Rawest Araştırma’nın “Kürtlerde Değerler ve Tutumlar Algısı” araştırmasında “partim kapatılırsa oy vermem” diyen yurttaş sayısının yüksekliği çarpıcı. Erdoğan’ın da HDP’yi kapatarak yapmaya çalıştığı şey bu. Elbette ki HDP’nin halen “biz girmiyorsak şu seçmene oy verin” ya da “biz şu partiyle giriyoruz” dediğinde orayı konsolide edebilecek bir gücü var ama Kürt yurttaşta yaratacağı kırılmaya oynuyor Erdoğan. Eğer o araştırma doğru söylüyorsa binlerce insanın sandığa gitmemesi üzerine kurgulanmış bir plan var orada.
Ama Kürt hareketinin bu konuda çizeceği rotanın seçmen açısından belirleyici olacağı söyleniyor…
Elbette ama bu, iktidarın buna oynamayacağı anlamına gelmiyor. Kimse saray iktidarını küçümsemesin. Kimse TV programlarına çıkan iktidar komiserlerinin zavallı haline gülüp “bunlar bu işi sürdüremezler” rehavetine kapılmasın. Onlar tam da bu rehavet oluşsun diye o insanları ekranlara çıkarıyor. Tüm bunların planlandığı başka bir akıl, başka bir merkez var. AKP’nin seçmen nezdinde eriyişi olabilir ama kurumsal gücü yerinde duruyor. Bunları hafife alıyoruz. O kurumsal güç siyasi muarızlarını haysiyet suikastine uğratmak, yargı yoluyla hapse göndermek dâhil güçlü silahlara sahip. Şu anda en gerçek bilgi iktidarın elinde ve bu bilgiler üzerinden hareket ediyorlar. Dolayısıyla muhalefetin seçime, seçim sonrasına, seçime gidilen süreçte ne olacağına dair pek çok plan yapması gerekiyor. Maalesef biz bir şey olduktan sonra hamle edecek pozisyonlar alıyoruz. Muhalefetin en büyük hatalarından biri de bu.
İKTİDARIN İMAJINI DÜZELTTİĞİNİ GÖREBİLİYORUM
Daha yakın zamana kadar iktidardan hangi bakanların kopacağı, Sedat Peker’in iddialarının da etkisiyle iktidar içinde ciddi bir kan kaybı başlayacağı söyleniyordu. Fakat bu kanaat yine azalmış görünüyor. İktidarın ekonomi politikasındaki korkunç enkaz dahil olmak üzere bütün sorunlar seçmen açısından yönlendirici olmuyor mu?
Oluyor elbette. Ben iktidarın imajını düzelttiğini görebiliyorum. Ukrayna savaşı iktidarın hamle yapmasını kolaylaştırdı ve en azından uluslararası ilişkiler sahasında “yumuşak bir dönemi” başlatmış oldu. Oradan bir avantaj elde etti ama finansal krizle ilgili tespitine katılmıyorum. Türkiye’de hep “dibi gördük” dedik ama bu sefer gerçekten gördük. Pahalılık açısından, yaşamımızı soluk alıp verme derecesinde sürdürmek açısından dibi görmüş durumdayız. Korkunç bir pahalılık var. Mevzu hep ev kiraları üzerinden tartışılıyor ama insanlar taneyle domates biber alıyor artık. 35-40 liraya domates biber satılmaz. Bu yoksulluğun daha derinleşeceğini düşünüyorum. Eğer iktidar çaldığı paraları alıp sistemin içine dahil etmezse tabii. Başka da kurtuluş yok.
Yani iktisadi açıdan iktidarın bir kurtuluş yolu var mı hâlâ?
“Ekonomik kriz var ve bu kriz iktidarı indirir” gibi bir kolaycılığa kaçmamamız lazım. Tam da bu krizin yarattığı yoksullaşmanın bir toplumsal güç olarak örgütlenmesini yapmamız lazım.
YOKSULUN DUYGULARINI, ZENGİNİN PARASINI SEVDİKLERİNİ ANLATMALIYIZ
Ne yapılabilir mesela?
Pahalılıkla ilgili herhangi bir parti miting yapmadı. Böyle bir şey olabilir mi? Küçük partiler için handikap, kitle toplayamamak. Ama kitle partileri olan CHP, İYİ Parti veya Millet İttifakı neden bu mitingleri yapmıyor? Millet İttifakı, üçüncü ittifakı kurmaya çalışan herkesi katarak bir toplantı-gösteri örgütleyebilir. “Bu, siyasal aidiyetlerimizden bağımsız, yurttaşın temel haklarına erişimine dair bir şey ve buna karşı ortak ses çıkaralım” diyebilir. Onu da yapmıyorlar. 2 Mayıs bayramın ilk günü. İki kişi otobüsle Antalya’ya gidip gelsek, sadece yol parası asgari ücretin yarısı. Ama insanlar gidecek, kredi kartlarına borçlanarak o tatillerini yapacak. İnsanların hakkı bu. Ama kaygılandığımız gibi mi yaşıyor herkes, ondan çok emin değilim. Mevzuyu bu gerçeklerden hareketle yönetmek gerekiyor.
Muhalefetin gördüğü şey tam toplumda olan şey değil, öyle mi?
Bence öyle. Finansal kriz var. “Ekonomik olarak herkes çöktü, dolayısıyla kimse oy vermeyecek” diyemeyiz. Türkiye’nin siyasi tarihine böyle sonuçlar alınan seçimler elbette var. Fakat “herkes yağma düzeninden rahatsız” diyenler yanılıyor. Bence herkes rahatsız değil. Sadece bu klasik ezberler üzerinden yer tutarak insanlara “seçimi bekleyin, seçim günü gönderiyoruz” çağrısının ahmakça olduğunu itiraf edeyim. Seçim 13 ay sonra yapılacaksa da bugünden başlayarak her gün bu iktidarın nasıl bir din şarlatanı, soyguncu olduğunu, halkı hiçbir şekilde umursamadığını, dereleri kurutmaya devam etmek, ağaçları kestirip madene açmak istediğini göstermek lazım. Bu iktidarın yoksulun milli, manevi, dini duygularını, ama zenginin parasını sevdiğini anlatmak lazım.
Peker’in itirafları ve ifşaatları nasıl oldu da iktidarda görünür, ciddi bir sarsıntı yaratamadı?
Devlet içi kliklerin çatışmasından yola çıkarak iktidarın zayıflayacağını beklersek hata ederiz. Peker’in ifşalarıyla ortaya çıkan suç şeceresine bakarken zayıflaması beklenen Soylu ve diğer isimler yerlerinde durmaya devam ediyor. Neden? Çünkü bu iktidarı bir arada tutan en büyük tutkal suç. Herkes suça bulaşmış durumda. Ve bütün suçlular gibi onlar da iktidar dağılırsa başına geleceği biliyor. Dolayısıyla herkes suçu oranında karşısındakine dair sessiz kalmayı tercih ediyor.
Söyleşinin birinci bölümü: Ahmet Şık: ‘Unutursak kalbimiz kurusun’ diyenlerin hiçbiri yoktu orada
Söyleşinin ikinci bölümü: Ahmet Şık: Koca bir hatanın içindeyiz, sol ittifak mümkün
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***