Son aylarda siyasetin değişmeyen sorusu, “Doğu Akdeniz’de neler oluyor?” sorusudur dersek, yanlış bir şey söylememiş oluruz.
Yandaşı ya da olmayanı ile medyanın çok büyük çoğunluğu bu soruya yanıt vermek için uğraşıyor.
Erdoğan ve ortağı Bahçeli’nin motive ettiği Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı ve etrafı partiler her gün “Doğu Akdeniz”de olup bitenler üstünde fikir beyan ediyorlar, neredeyse aynı şeyleri söyledikleri halde birbirlerini sert sözlerle eleştiriyorlar. Ama ne var ki, “Doğu Akdeniz’de neler oluyor?” sorusuna ikna edici bir yanıt verilebilmiş değil.
Artık söyleyecek yeni bir şeyinin kalmadığını anlamış olmalı ki, Macron’un girişimlerine yanıt vermek amacıyla Erdoğan, çeyrek yüzyıl önce İBB başkanı olduğu yıllarda yapılan bir videosunu servise soktu.
Video da Erdoğan, “Hazırladığınız bir kurt sofrası var. O kurt sofrasında bizleri yemek istiyorsunuz ama kusura bakmayın, biz size büyük geliriz, bizi yiyemezsiniz” diyor.
Bu video ile Erdoğan belki, “Bakın ben çeyrek yüzyıldır bunların niyet ve planlarını biliyorum” demek istemiş görünmektedir. Ama burada bu videonun gösterdiği asıl gerçek, çeyrek yüzyıldan beri bu niyet ve planları bozmak için bir şeyin yapılmadığı, yapılıyor görünenlerin de Türkiye’nin pozisyonunu daha da kötüleştirdiğidir.
MACRON ‘AB’NİN SOPASI’ OLARAK HAREKET EDİYOR
Doğu Akdeniz’de son birkaç ayda yaşananlara bakıldığında bu açıkça görülmektedir.
Son haftalarda gelişmeler daha da hızlandı. Almanya Başbakanı Merkel ile NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in girişimleri sonuçsuz kaldı.
Türkiye ön koşulsuz konuşulması için masada olacağını açıklarken Yunanistan, “Önce Türkiye yasa dışı olarak bulunduğu bölgedeki gemilerini çeksin sonra konuşalım” diyerek; “diyalog çağrılarını” reddetti.
“Diyalogla çözüm” olmayacağının ortaya çıkmasının hemen arkasından toplanan AB ülkeleri zirvesinde üyeleri olan Kıbrıs ve Yunanistan’a tam destek çıktı. Eğer Türkiye geri adım atmazsa, AB’nin Türkiye’ye karşı yaptırımları gündeme alacağını açıkladı. AB Komisyonu Başkanı Michel, Türkiye’ye karşı “havuç ve sopa politikası” uygulanacağını herkesin anlayacağı bir dille ilan etti. Böylece “havuç” politikasının sözcüsünün Merkel ve Almanya, “sopa”nın temsilcisinin de Macron ve Fransa olduğu anlaşıldı! Yani Macron kafasına göre davranmıyor, AB’nin temsilcisi olarak, yetkilendirilmiş bir kişi olarak hareket ediyor.
GELİŞMELER TÜRKİYE’NİN İSTEKLERİNİN TERSİ DOĞRULTUSUNDA!
Bu arada şöyle gelişmeler oldu:
– Yunanistan’la Mısır arasında “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması” anlaşması yapıldı.
– Fransa, Yunanistan, İtalya, Kıbrıs Cumhuriyeti ortak tatbikat yaptı.
– Fransa Yunanistan’a savaş uçakları verdi. Bir uçak gemisi eşliğinde Doğu Akdeniz’e bir filo gönderme kararı verdi.
– ABD, Kıbrıs’a 1987’de koyduğu silah ambargosunu kaldırdı. ABD Dışişleri Bakanı Pompeo Kıbrıs’ı ziyaret etti, KKTC’ye uğramadan geri döndü!
– Malta’da; Malta, Fransa, İtalya, Portekiz, Yunanistan Kıbrıs, İspanya’nın katıldığı zirveden Yunanistan ve Kıbrıs’a tam destek çıktı. Ortak açıklamada, Ankara’nın tek taraflı eylemlerine devam etmesi halinde AB’nin Türkiye’ye yönelik yaptırım kararını destekleyeceklerini açıkladılar.
– Libya’da Türkiye’nin müttefiki olarak bilen Serrac, son aylarda yönünü Paris’e dönmekle kalmadı, İçişleri Bakanı Fethi Başağa’yı, tam da Ankara’da MSB Hulusi Akar’la görüştüğü saatlerde görevden aldı. Gerekçe Başağa’nın darbe hazırlığı içinde olması!
– Rusya bir yandan Libya’daki varlığını güçlendirmek için Libya’ya Suriye’den militanlar gönderirken, yeni s-300 füze bataryaları yerleştirerek Libya’da Hafter yanlısı tutumunu daha ileri taşıyarak askeri varlığını tahkim girişimlerini sürdürdü. Türkiye’nin askeri üs kurmak isteği Vatiyye Üssü, “kimliği belirsiz savaş uçakları” tarafından bombalandı.
Yunanistan ve Kıbrıs, dolayısıyla Türkiye’nin her vesileyle itibarsızlaştırmayı amaçladığı için “önemsiz”, “yeteneksiz muhteris bir kişi” olarak göstermek için muhatap almamaya çalıştığı Macron; bölge ülkelerini (Irak, Suriye, Lübnan, İsrail, Mısır, Körfez ülkeleri) AB’yi, ABD’yi, Rusya’yı arkasına alan bir çizgide hareket etmektedir.
YAYILMACILIK, FETİHÇİ, CİHATİST PROPAGANDA EN GERİCİ GÜÇLERE HİZMET EDİYOR
Türkiye ise bütün bu süreçte, Doğu Akdeniz’den Ege’ye, Ege’den Ermenistan-Azerbaycan çatışmasına kadar sorunlara müdahil olup, bu müdahalesini Azerbaycan’da ortak tatbikat yapmaya kadar götürerek, Rusya ile ilişkilerine yeni bir sorun daha ekledi.
Türkiye bu dönemde İsrail, Mısır, Suriye gibi bölge ülkeleriyle gerilimleri azaltmak yerine sertleştirirken, Libya’da Serrac’la ilişkiler de tersine dönmeye başlamıştır. Sadece bu kadar değil Avrupa’da Türkiye ile iyi ilişkisi olan birkaç ülkeden ikisi olan Bosna ve Sırbistan, ABD’nin de baskısıyla İsrail büyükelçiliklerini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma kararı alarak Türkiye ile aralarına önemli bir mesafe koymuş bulunmaktadırlar.
Sürecin tamamına bakıldığında, aylar boyunca Türkiye’nin bırakalım yeni müttefikler kazanmayı, var olan ilişkilerinin daha da kötüleştiğini görüyoruz. Dahası hükümet iç politika ihtiyacına da uygun olarak bölgede NAVTEX üstüne NAVTEX ilan ederek, sürekli askeri tatbikatlarla savaş çıkacakmış havası oluşturmak istemektedir.
Bu gösterilere eşlik eden İhvancı, fetihçi, cihatist dil, Avrupa ve Amerika’nın “İslamofobici”, “Türk düşmanı”, Armegedoncu, haçlı seferi fantezisi peşinde koşan, neonazilere, neofaşistlere, popülist siyasetçilere malzeme olmanın ötesine geçmemektedir.
Dolayısıyla Türkiye’nin izlediği yeni Osmanlıcı, yayılmacı politikasının Doğu Akdeniz’deki yansıması, Türkiye’nin “mutlak yalnızlaşması” olarak tezahür etmiştir. Ki, bu politika (Muhalefetin desteğini alarak) sadece Türkiye halklarının kafasını karıştırmanın değil, batılı halkların da kafasını karıştırmanın malzemesi olurken Doğu Akdeniz ülkelerini tedirgin eden askeri güç gösterisi, bölge ülkelerini emperyalist güçlerin Türkiye’yi dengelemek için bölgede kalmasına razı olmaya zorlayan bir etkene dönüşmektedir.
Böyle devam ederse de “tek adam” yönetiminin sözcülerinin son günlerde her derde deva olarak tekrarlayıp; “Kimsenin hakkında gözümüz yok ama hakkımızı da yedirmeyiz” tezi, bütün bu gerçeklerin üstünü örtmeye yetmediği gibi Türkiye’nin yalnızlığını “mutlak yalnızlığa” dönüştürüp daha da derinleştirmektedir.
Reklam