Döviz kurlarındaki yükseliş, yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı toplumun her kesimini bir şok dalgasının içine attı. Görebileceğiniz her şeyin fiyatı son dönemde iki-üç katına çıkmış vaziyette. Yağ kuyrukları, ekmek kuyrukları, benzin kuyrukları, hatta domates, biber kuyrukları…
Durdurulamayan enflasyon yalnızca gıda sektöründe değil yaşamın pek çok alanında insanların belini büküyor. Benzin fiyatlarındaki neredeyse yüzde 300’e varan artış, elektrik kullanımında yapılan düzenleme sonrası ikiye katlanan faturalar ve ayçiçek yağı fiyatları son dönemde vatandaşın en çok şikayetçi olduğu durumlar olarak göze çarpıyor. Artan kira ve ulaşım ücretleri, tekstil ürün fiyatlarındaki büyük artışlar Türkiye’de yaşayan herkesin yaşama maliyetini gün be gün katlamaya devam ediyor.
Türkiye İstatistik Kurumu’na (TÜİK) göre 2021 yılının Aralık ayında yüzde 36,08 olan yıllık enflasyon oranı, 2022 yılının Ocak ayında yüzde 48,69’a çıktı. 2022 yılı Şubat ayında ise bir önceki aya göre yüzde 4,81, bir önceki yılın Aralık ayına göre %16,45, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 54,44 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 25,98 artış gerçekleşti.
Enflasyon Araştırma Grubu’nun (ENAG) hesapladığı rakamlar ise resmi verilerin oldukça üzerinde. Grup, son olarak, yıllık enflasyonunun Ocak 2022’de yüzde 114,87’ye ulaştığını açıkladı. Tüketici Fiyat Endeksi Şubat ayında bir önceki aya göre yüzde 5,44 arttığını belirten ENAG yıllık artışı ise yüzde 123,80 olarak ölçtü.
YOKSULLUK SINIRI 10 BİN 939 TL
Yoksulluğunun tanımının değiştiği Türkiye gündeminde yer alan haberlerden biri de geçtiğimiz günlerde açıklanan yoksulluk ve açlık sınırı idi. Memur-Sen tarafından her ay düzenli olarak yapılan “açlık-yoksulluk” araştırmasına göre, Türkiye’deki 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 3 bin 809 TL, yoksulluk sınırı ise 10 bin 939 TL oldu. İşsizlik, enflasyon, faiz oranı ve milli gelir gibi ekonomik göstergelerin esas alınarak hesaplandığı Dünya Sefalet Endeksi’nde Türkiye 156 ülke içinde 21. sırada yer aldı. Sefalet sıralamasında Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında ilk sırada yer alıyor.
Yaşanılan yoksulluk krizini son dönemlerde yaptıkları duyarlı uygulama ve araştırmalar ile adından oldukça söz ettiren Derin Yoksulluk Ağı Derneğinin kurucu üyelerinden Selen Yüksel’le konuştuk.
‘İNTİHAR GİBİ TOPLUMSAL SONUÇLAR DOĞURUYOR’
“Yoksulluk maddi bir yoksunluğun ötesinde sosyal dışlanma, temel hak ve ihtiyaçlara erişimin engellenmesi gibi olguları de içeren çok katmanlı sosyoekonomik bir durum” diyen Selen Yüksel yoksulluğun kişilerin beslenme, barınma, içme suyuna erişim, hijyen ürünlerine erişim gibi insan onuruna yaraşır yaşam koşullarında bir hayat sürmelerini engellediğini belirtiyor. Bunun yanında öfke, çaresizlik ve umutsuzluk gibi duygu durumlarına; anemi, obezite, enfeksiyon hastalıkları, şeker hastalığı gibi hastalıklara; depresyon, kaygı bozukluğu, post travmatik stres bozukluğu gibi psikolojik sonuçlara sebep olabildiğine vurgu yapıyor. Yüksel, Tüm bunların yanında yoksulluk; erken yaşta evlilikler, çocukların erken yaşta gelişimlerine zarar veren işlerde çalışmaya başlaması, uyuşturucu madde kullanımı, çocukların okuldan kopması ve intihar gibi toplumsal sonuçlar da doğuruyor” diyor.
‘GELİRİ OLMAYAN EVLERDE YAŞAYAN 3 MİLYON 276 BİN ÇOCUK VAR’
Derin Yoksulluk Ağı’ndan Selen Yüksel, bazı çarpıcı TÜİK verilerine dikkat çekiyor: “TÜİK Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırmasına göre, Türkiye’de en yüksek eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirine sahip yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay yüzde 47,5, en düşük eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirine sahip yüzde 20lik kesimin aldığı pay ise yüzde 5,9. En düşük gelire sahip yüzde 20lik kesimin aldığı pay son bir senede yüzde 0,3 puan azaldı. TÜİK Aile İstatistiklerine göre Türkiye’de herhangi bir geliriolmayan evlerde yaşayan 3 milyon 276 bin çocuk var. Bu rakam Türkiye’deki toplam çocuk nüfusunun yüzde 14,4’ünü oluşturuyor. 2018 yılında bu oran yüzde 9,5 idi.”
‘YOKSULLUK YAŞAYAN KİŞİLER AÇLIK VE EVSİZLİKLE KARŞI KARŞIYA’
Verilerden yola çıkarak özellikle 2019 yılından başlayarak büyüyen bir ekonomik eşitsizliği vurgulayan Yüksel sözlerine şöyle devam ediyor: “2019 yılında başlayan pandemiyle birlikte halihazırda yoksulluk koşullarında yaşayan, günlük ve güvencesiz işlerde çalışan kişiler herhangi bir işsizlik desteğinden faydalanamayarak işlerini kaybettiler. Bu süreci herhangi bir brikim veya gelir güvencesi olmadan geçiren aileler bunun üzerine çok yüksek enflasyon, her ürüne gelen zamlarla karşılaştı. Bu durum yoksulluk yaşayan kişileri açlık ve evsizlikle karşı karşıya bıraktı.”
YOKSULLUK NASIL ÖNENEBİLİR?
Yoksulluğun bütünsel ve sürdürülebilir politikalarla önlenebileceğine inandıklarını belirten Yüksel, “Hükümetin öncelikle var olan yoksulluk durumunu kabul ederek önlemeye yönelik stratejiler geliştirmeye başlamasını talep ediyoruz” diyor. Bu stratejilerin geliştirilme sürecinde ise bu alanda çalışan sivil toplum örgütleriyle birlikte yoksulluğu doğrudan deneyimleyen kişilerin dahil edilmesi gerektiğini belirten Yüksel, yoksulluk koşullarında yaşayan hanelerle yaptıkları görüşmelerde bu dönemde neler bekledikleri, neyin farklı olmasını istedikleri sorulduğunda verdikleri cevapları şu şekilde sıralıyor: “Çocukların eğitime erişimlerinin sağlanması, temel beslenme ihtiyaçlarının giderilmesi, sosyal güvencesi olmayan kişiler için sağlık hizmetlerine erişimin sağlanması, temel hijyen malzemelerinin karşılanması, işlerini kaybeden kişiler için sosyal desteklerin oluşturulması, temiz suya erişimin sağlanması, fatura ödemelerinde indirime gidilmesi, barınma desteği verilmesi…”
‘YOKSULLUK BİR ŞİDDET BİÇİMİDİR’
Yoksulluğun uluslararası insan hakkı hukukunda da tanınmış bir insan hakkı ihlali olduğunu belirten Yüksel; “Avrupa Sosyal Şartı Madde 30 her insanın yoksulluktan korunmaya hakkı olduğunu tanır” diyor ve sözlerine devam ediyor: “Yoksulluk ve gelir eşitsizliği uzun soluklu sosyal ve ekonomik politikaların sonucu olmakla birlikte birçok insan hakkı ihlalinin de kaynağı olmaktadır. Yoksulluk kişilerin ayrımcılıktan korunma, sağlık hizmetlerine erişim, sosyal sigorta, barınma, şiddetten korunma gibi birçok alanda haklarını elinden alan bir şiddet biçimidir.”
‘YOKSULLUĞUN NESİLDEN NESLE AKTARILMASININ ÖNÜNE GEÇİLMELİ’
Dengeli ve sürdürülebilir ekonomik bir sistemle birlikte yoksulluğun yarattığı hak ihlallerinin tamiri için kamusal hizmetlerin artırımı ve fırsat eşitliğinin sağlanması gerektiğini belirten Yüksel yoksulluk döngüsünün kırılmasının, ancak yoksulluğun nesilden nesle aktarılmasının önüne geçilmesiyle başlayabileceğini söylüyor: “Bu sebeple, öncelikle bütüncül bir çocuk politikası içinde her çocuğun doğumdan itibaren temel ihtiyaçlarına erişiminin garanti altına alınması gerekiyor. Bunun yanında yoksulluk koşullarında yaşayan kişilerin insan onuruna yaraşır hayat standartlarına sahip olmalarını ve kendi hayatlarını sürdürebilecek noktaya gelmelerini destekleyecek bir bütünsel sosyal destek mekanizmasına ihtiyaç var. Bu mekanizma kişilerin temel ihtiyaçlarına erişmelerini sağlayacak nakdi sosyal destekle birlikte, düzenli sosyal hizmet takibini içermelidir.”
YOKSULLUK KRİZİ
İYİ Parti İstanbul İl Başkanı Kavuncu: Bir yerde yoksulluk varsa yolsuzluk da vardır
Türkiye’de artık “gizlenemeyen” derin yoksullukla ilgili İYİ Parti İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu’yla konuştuk. Kavuncu’ya göre yoksulluk sadece bir şeye ulaşamama hali değil, çok daha fazlası. Yoksulluğu “Sürekli mutsuzlukla” tanımlayan Kavuncu, “Bir yerde yoksulluk varsa aynı zamanda yolsuzluk da vardır” diyerek sorunun kaynağına ilişkin de dikkat çekici ifadeler kullanıyor.
‘YOKSULLUK SÜREKLİ BİR MUTSUZLUK HALİ’
“Yoksullukla ilgili net bir tanım yapmak, belirli sınırlar belirlemek veya istatistikler üzerinden hareket etmek değildir” diyen İYİ Parti İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu temel ihtiyaçların gelir olmadığı için karşılanamaması halinin yoksulluk olarak adlandırılabileceğini söylüyor. “İnsan gibi değerli bir varlığın, sırf yeterli maddi geliri olmadığı için yeterli beslenemediği, barınamadığı, ihtiyaçlarını gideremediği çok olumsuz bir tablodan söz ediyoruz. Bir insan için felaket sonuçlar yaratabilecek bir durum bu” diyen Kavuncu, “Çünkü en başta insanın sağlığından olması söz konusu. Bugün maalesef, yoksulluktan ötürü bodur kalan, gelişemeyen çocuklardan söz ediyoruz. Yoksulluktan ötürü üniversite eğitimi göremeyen, geldiği şehirde barınamayan gençleri konuşuyoruz. Farklı hayatlarda maalesef ortak bazı etkiler var. En başta psikolojik yıpranma. Yoksulluğun psikolojisi çok ayrı bir şey. Sosyalleşememek, yeterli beslenememek, sürekli bir mutsuzluk halinin var olması gibi bireysel durumların topluma yayılması, maalesef toplum yapısının zayıflamasına ve sosyal krizlere davetiye çıkarılmasına sebep oluyor. Yüksek suç oranları, uyuşturucu ve diğer maddelerin kullanım oranının artması, şiddetin boyutunun ve etkisinin yayılması, depresyon… Yoksulluk yalnızca bir ulaşamama ya da var olmama durumu değil, bundan çok daha fazlası” değerlendirmesinde bulunuyor.
‘ORTA SINIF DA YOKSULLAŞTI’
Yoksulluğun Türkiye’de ekonominin kötü gidişatının doğrudan bireye ve topluma yansımasının sonucu olduğunu vurgulayan Kavuncu, ekonominin iyi yönetilmediğini; adam kayırmanın, torpilin, usulsüzlüğün ve yolsuzluğun olduğu bir sistemde yoksulluğun ortaya çıkmasının ve yayılmasının çok normal olduğunun altını çiziyor. “Bir yerde yoksulluk varsa aynı zamanda yolsuzluk da vardır” diyen Kavuncu, çok dar bir azınlığın gittikçe zenginleştiğini, buna karşılık çok daha geniş kesimlerin ise yoksullaştığını belirtiyor. Kavuncu sözlerine şöyle devam ediyor: “Artık ‘orta sınıf’ diye tabir edilen kesimlerin de yoksullaştığı gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Tabii burada karşımıza ‘derin yoksulluk’ çıkıyor. Derin Yoksulluk Ağı, bu yoksulluk halini ‘kişilerin açlık sınırı altında olup en temel haklarına dahi erişemediği sosyal dışlanma ve ayrımcılığın sebep ve sonuç olduğu bir yoksulluk hali’ olarak tanımlıyor. Bu da bizi yoksulluğun mekân boyutuna getiriyor. Maalesef kent yoksulluğu, bugün Türkiye’nin en büyük problemlerinden biri. Büyük şehirler, gecekondular, yoksul semtler, büyüyemeyen çocuklar, mutsuz insanlar… Hepsi kentlerdeki derin yoksulluk sonucu ve bunun da en büyük dinamiği yaşadığımız büyük ekonomik kriz.”
‘HÜKÜMET AÇISINDAN İKİ TANIM VAR: BİZ VE ONLAR’
Yoksulluğun hükümet gözünden tanımını sorduğumuz Kavuncu, “Hükümet açısından yoksulluğun bir tanımının olduğunu düşünmüyorum. Hükümet açısından iki tanım var: Biz ve onlar. ‘Yoksul benim yoksulum, zengin benim zenginim ve benden olmayan yoksul ya da orta halli vatandaş umurumda değil.’ Tamamen bu anlayışla ülkeyi yönetiyorlar. Bu da popülizmin kutuplaştırıcı yönünü bize apaçık gösteriyor” yanıtını veriyor.
‘HİPERENFLASYON SÜRECİYLE LATİN AMERİKAN POPÜLİZMİ ÇIKIYOR’
“Maalesef geleceğimizde ciddi bir hiperenflasyon var” diyen Kavuncu hükümet politika ve uygulamalarını eleştiriyor: “Sözde hükümette bulunanlar bir krize sebep oldu, bu krizi gittikçe büyüttüler ve sorun çözülmeyince Cumhurbaşkanı sahne alıp krizi çözmeye başladı. Ekonomide isimleri tartıştığımız için böyle bir algı doğdu. Fakat şunu izah etmemiz gerekiyor: Ekonomiyi yöneten Cumhurbaşkanı Erdoğan ve yaşadığımız krizin ve yoksulluğun sebebi de bizzat kendisi ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi. Cumhurbaşkanı, mevcut olumsuz tablodan, ‘ekonomik kurtuluş savaşı’, ‘bağımsızlık mücadelesi’ gibi söylemlerle popülizmin dibine vuran bir hikâye yaratmak istiyor. Maalesef hiperenflasyon süreciyle bu birleşince, ortaya Venezuela ya da Arjantin’deki gibi bir Latin Amerika popülizmi çıkıyor. Türkiye Cumhuriyeti gibi köklü ve tecrübeli bir tarihin, bu durumu yaşamaması için hükümetten tek bir beklentim var: Bir an önce sandığı vatandaşın önüne getirmeleri.”
İYİ PARTİ’NİN “YOKSULLUKLA MÜCADELE” İÇİN PROJESİ VAR MI?
İYİ Parti’nin yoksulluğa dair ne tür çalışmalar ve projeler yürüttüğünü Kavuncu, “Uzun süredir yoksulluk üzerine çalışıyor. Son olarak, 24 Aralık’ta İstanbul’da gerçekleştirdiğimiz İYİ Kalkınma Kongresi’nin ana başlıkları Kapsayıcılık, İstihdam ve Yoksulluk olarak belirlenmişti. Genel Merkez düzeyinde, Prof. Dr. Ümit Özlale bu konuda çok kapsamlı çalışmalar yapıyor. 24 Aralık’ta gerçekleştirdiğimiz kongrede de çok kapsamlı bir yoksulluk raporu hazırladı ve bunu sundu. Partimizin bünyesinde, derin yoksulluğun boyutunu araştırmak için komisyon kuruldu. Biz de İstanbul’daki Kadın Politikaları ve Gençlik Politikaları Başkanlıklarımız ile birlikte, İstanbul’un yoksul semt ve mahallelerine odaklanan bir çalışma yürütüyoruz. Bu çalışmaya dair verileri ve raporları da ilerleyen süreçte sunacağız. Okul çağındaki her çocuğumuza, her gencimize; kahvaltı ve öğle yemeğini, ücretsiz olarak sunacağımız ‘Rüzgârgülü’ projemiz de bir başka proje. Daha önce ifade ettiğim gibi, gelişemeyen çocuklar gerçeğiyle karşı karşıyayız. Yeterince protein alamayan çocuklar büyüyemiyor, fiziki ve zihni olarak gelişemiyor. Ama onlar bu ülkenin geleceği. Kendimizi buna göre hazırlamamız gerek. Rüzgârgülü Projesi ile çocuklarımızın doğru beslenmesini sağlayarak; okul öncesi çağda 235 bin, okul çağında ise tam 2 milyon çocuğumuzu hastalıklara karşı korumamız mümkün.”
‘YOKSULLUĞUN ARKASINDAKİ MAKRO PROBLEMLER’
Yoksulluğun arkasında makro problemlerin var olduğunu belirten Kavuncu bu problemlerin en temelinin ise ekonomi olduğunu belirtiyor ve dayanışmanın yoksulluğun etkilerinin azaltılmasında ve geriletilmesinde çok önemli bir role sahip olduğuna vurgu yapıyor. Kavuncu sözlerine şöyle devam ediyor: “Fakat uzun vadede kalıcı ve net çözümler bulmamız gerekiyor. Bunun için ekonomi düzeltilmeli. Türkiye, yıllardır fırsat eşitliği, cinsiyet eşitliği gibi kavramları kullanırken bunları bir bütün olarak değerlendirip, eşitlenen bir Türkiye’yi inşa etmemiz gerekiyor. Dayanışma, yoksulluğun etkisini azaltır; ancak kalıcı bir çözüm için büsbütün bir ekonomik toparlanma gerekiyor. Bunun dinamikleri de yalnızca ekonomik verilere odaklanmaktan değil, ülkede hukuku ve demokrasiyi yeniden tesis etmekten geçiyor. Yani yoksulluk, temelinde ekonominin bulunduğu bundan dolayı önemli dinamikleri de kapsayan geniş bir alanda çözülmesi gereken bir problem.”
‘YOKSULLUK, BİR İNSAN HAKLARI İHLALİDİR’
Yoksulluğun bir insan hakları ihlali olduğunu belirten Kavuncu insanca yaşamanın gereklerini yerine getirememeye, insanın en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamamasına sebep olmanın bir insanın kişilik haklarına, insanlığına yönelik ciddi bir saldırı olduğunun altınızı çiziyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: “Bunları yerine getiremeyen bir insanın, insanlığı nasıl tam olarak sağlanabilir? Ya da insani ihtiyaçlarını gideremeyen, aç kalan, barınamayan bir insandan nasıl ‘insan’ olarak bahsedilebilir? Fakat maalesef bu insanlardan toplumumuzda çok var. Çünkü yoksulluk Türkiye’nin yakın geçmişine ve maalesef yakın geleceğine de damga vuracak gibi duruyor.”
DERİN YOKSULLUĞA VATANDAŞ NE DİYOR?
Derin yoksulluğa vatandaş ne diyor: Baş sorumlu ‘yukarıda’ oturuyor
Son yıllardaki sokak röportajları malum, halkın her kesiminden insan mikrofonu görünce düşüncelerini, içindekileri haykırma eğiliminde. “Yoksulluk krizi” yazı dizimizin üçüncü bölümünde, vatandaşlara bu konudaki düşüncelerini sorduk. Öğrencisi de emeklisi de esnafı da şikayetçi. Bu görülmemiş krizin sorumlusu olarak işaret edilen yer hep aynı…
Bir öğrenci olan 21 yaşındaki Hüseyin Boz eğitim hayatında aldığı bursun yetmediğini ve ailece kirada yaşadıklarını belirtiyor. Artan kira fiyatlarını ‘tehlikeli’ derecede fazla bulan Hüseyin Boz asgari ücrete yapılan ‘görece’ yüksek artışın toplumun son dönemde düşen alım gücüne bakınca bir şey ifade etmediğini ve yetersiz olduğunu söylüyor. Boz sözlerine şöyle devam ediyor: “Benim babam esnaf. Yüksek ve düzenli bir gelirimiz yok. Hele şu dönem için yalnızca karnımızı doyurabiliyoruz diyebilirim. Ülkedeki yoksulluğun sorumlusu hükümettir. Son yıllarda ekonomi alanında çok yanlış politikalar izlendiğini ben bir öğrenci olarak bile görebiliyorum. Tarafsız olarak bakınca ülkesini ve vatanını seven bir hükümetin eğitim, sağlık ve ekonomi alanında vatandaşın yanında olan ve onların refahını gözeten uygulamaları ilke edinmesi gerektiğini düşünüyorum.”
‘BU YOKSULLUĞUN SONU SOSYAL BİR PATLAMA OLACAK’
Tuncay Öztürk ise emekli maaşının kesinlikle yetersiz olduğunun altını çiziyor. “Ben 74 yılında kıbrısa gidip bu ülke için savaştım. 27 sene askeri bir fabrikada işçi olarak çalıştım. Aldığım maaş 3,700 TL. Bu fiyatlarla bu maaş sizce bir insana yeter mi? Dışarıdaki fiyatları görünce çıldırıyoruz. Parası olan hayatını yaşıyor. Parası olmayan ise onları izlemekle, kendi yoksulluğunu izlemekle yetiniyor” diyor. Öztürk yoksulluğun geldiği noktayla ilgili de “Bu yoksulluğun sonu sosyal bir patlama olacak. Hiç bir şey iyiye gitmiyor. Artık bu günleri de arayacağız demek istemiyorum çünkü bu günler de berbat ama daha sonrasının daha da berbat olacağını düşünüyorum. Gelir vergisi ve damga vergisi kalktı. Şimdi ne olacak diye soramadan, yine halktan almaya başladılar bu vergi indirimlerini. 4,250 tl asgari ücret kesinlikle az. Kıymanın kilosu 100 TL olmuş! Bütün bu yoksulluğun baş sorumlusu yukarıda oturuyor. Hepimiz kim olduğunu biliyoruz” yorumunda bulunuyor.
‘AYLIK, GÜNLÜK DEĞİL HER ŞEYİN FİYATI SAATLİK ARTIYOR’
İsmini vermek istemeyen seyyar bir simit satıcısı ise son dönemdeki yoksullaşma hali hakkında şunları söylüyor: “Geçimimi simit satarak sağlıyorum. Kirada oturuyorum. Yoksulluk gördüğümüz gibi git gide büyüyor. Fiyatlarda aşırı derece bir artış var. Artık aylık, günlük değil her şeyin fiyatı saatlik artıyor. Herkesin durumunun iyiye gitmesini isterim ama durum şu an için çok kötü. Mesela ben eskiden 1200-1300 adet simit satardım, artık 300-400 satabiliyorum ve genelde elimizde kalıyor. Asgari ücret kesinlikle kimseye yetmez çünkü ulaşım pahalı, gıda pahalı, yaşam çok pahalı ve bunların hepsinin baş sorumlusu tabi ki ülkeyi yönetenler. Benim onlardan artık hiçbir beklentim bile yok.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***