YORUM | MAHMUT AKPINAR
Cansız, ruhsuz eşyalar dahi ait oldukları ortamdan koparılınca hasar görüyorlar. Onun için “üç göç bir yangına bedeldir” demişler. Bir iklime ve toprağa alışmış ağacı alır başka bir toprağa taşırsanız yeni yerine yabancılık çekiyor. Şimdilerde ağaçları köküyle taşımaya çalışsalar da tutma ve sağlıklı kalma oranı yüksek değil. Taşınan ağaçların yaprakları soluyor, dalları düşüyor, bir süre boynu bükük kalıyor. Özel bakım, itina istiyorlar.
İnsanı taşımak, ağacı taşımaktan kolay gibi görünüyor, ama değil. Ağacın toprağa tutunan köklerine mukabil, zaman içinde insanın mekana, coğrafyaya, çevreye dair yığınla bağı oluşuyor. Kanırtarak bir ağacı köklemek nasıl ağaca hasar veriyorsa, insanı aniden ve zorla ait olduğu çevreden koparmak bedeninde ve ruhunda yaralar oluşturuyor. Toprağından koparılan insanın da yeni ortama tutunması, alışması uzun zaman alıyor. Zira insan duygusal bir varlık. Onu yetiştiği ortamdan, sevdiklerinden koparmanın fizyolojik etkileri yanında ağır psikolojik sonuçları da oluyor. Gurbet uzadıkça hasarın etkileri görünür hale geliyor.
Sanırım Sevgi Akarçeşme’nin bir tweet’inde görmüştüm, mealen, “Emekli olmak için erken, ama hayata yeniden başlamak için geç yaştayız,” diyordu. Erdoğan’ın otoriterleşerek kendi rejimini kurmaya yönelmesi, biat etmeyenlere devletin bütün unsurlarıyla baskı uygulaması nedeniyle milyonlarca insanın hayatı alt üst oldu. Kimisi kendi ülkesinde parya muamelesi görüyor, kimisi yabancı ülkelerde hayat kurmaya çalışıyor. Yaşanan bunca travmanın ardından herkes kendisi ve ailesi için yeni bir başlangıç yapmak, yeniden hayata tutunmak zorunda. Zira insanları evlerinden, işlerinden, şehirlerinden, ülkelerinden, dostlarından ettiler. Yıllarca çabalayıp tutundukları köklerinden, bağlarından kopardılar. Eğitimini, diplomalarını, imkanlarını, birikimini, sermayesini kullanamaz hale getirdiler.
Türkiye’de hepimizin bir düzeni, stabil hayatı vardı. Kimiz ticaretle erbabıydı, kimimiz öğretmen, kimimiz akademisyen. Pek çoğumuz mesleğinin zirvesindeydi. Çevresine yararlı oluyor, ülkesine katma değer üretiyordu. İnsanlar en velud ve üretken oldukları, insanlığa, ülkeye en faydalı olacakları çağda mesleklerinden, işlerinden edildiler. Kemale ermiş kişilerin, meyveye durmuş ağaçların gövdesine baltalarla vurdular. İnsanların hayatları bölündü, yarına dair umutları söndürüldü. Hani kullanışlı, düzgün, sağlam bir tahtayı ortadan kırarsınız ve işe yaramaz hale getirisiniz ya, pek çok insanın hayatı aynen öyle oldu.
Yurt dışına, demokratik bir ülkeye çıkabilenler şanslı kabul ediliyorlar. Ama bu sürece 40 yaş üstü yakalananların işi hiç de kolay değil. Sıfırdan yeni bir hayata başlamak için çoğunun yeterli enerjisi yok. Ticaret erbabının mallarına çöküldüğü için sermayelerini yitirmiş durumdalar. Yurt dışında tekrar en dipten iş kurmak zorundalar. Meslekler, ünvanlar, tecrübeler yeni ülkede geçerli olmayabiliyor. Denklik, sertifika, dil barajı.. derken yeniden yoğun bir koşturmaca gerekiyor. Ülkesinden yaralı ayrılmış, travmatik insanların çoğunda zorlu, yeni bir serüvene girecek cesaret, umut, enerji olmayabiliyor. Eski tecrübeyi buralarda kullanabilir hale gelmek zaman alıyor. Kırk, elli yaşından sonra dil öğrenmek insanı zorluyor ve sık sık yılgınlık içine giriyorsunuz. Her şeye rağmen azimle mücadele eden, başaran ve çevresine örnek olanlar az değil. Ama genç yaşlarda yelkenleri suya indirenler de var.
En meyveli, en verimli çağında kamyona yüklenip başka iklimlere, topraklara taşınan ağaçlar gibiyiz. Hayatımız bölündü, kökümüz bir tarafta kaldı, dallarımız başka tarafta. Kırık tahtalar gibiyiz. Tam ve bütün iken bir boşluğu kapatıyor, bir işe yarıyorduk. Hınçla ve hışımla kırıldık, parçalandık ve bir kenara atıldık. Ömrümüzün, tecrübemizin, eğitimimizin öncesini tam kullanamıyoruz; sonrasını ise öngöremiyor, tasarlayamıyoruz. Kırkında, ellisinde tekrar yirmili yaşları yaşıyoruz. Hayata yeniden ve dipten başlamak durumundayız. Yeni bir meslek seçmek, yeni bir hayat kurmak, yeniden ev kurmak zorundayız. Aile bireyleri ülkelere, kıtalara dağılmış olanlar var. Dört bir yana dağılmış aile bireylerini mümkün olduğunca bir araya toplamakla meşguller. Bütün bu travmalar, zorluklar, sıkıntılar yanında yeni ülkelerimize, oralardaki kültüre, dile alışmak, yeni çevre edinmek, yeni dostlar kazanmak durumundayız. İTÜ mühendislik mezunu, sanayici-esnaf, yaşı 70’i aşmış bir abimizle muhabbet ediyorum, “Hocam bu süreçte çoluk çocuğumdan, ülkemden, sevdiklerimden ayrı kaldığım 8. yıla girdim. Bu arada 8 ülke 17 ev değiştirdim,” diyor. Cadı avı nedeniyle işlerine çökülmüş, hesapları bloke edilmiş. Eşinden, çocuklarından, torunlarından uzak gurbette tek başına yaşamaya mecbur kalmış.
Hepimiz için türlü zorluklar var ama hayat devam ediyor. Eylemsizlik, kendini salmak insanı çabuk çürütüyor. Yaşadığımız travmaya, zorluklara rağmen mücadeleyi bırakmayacağız. Yaşadıklarımıza, yaşımıza aldırmadan, yeni ülkelerde, yeni şartlarda, hayata yeniden tutunmak için çabalayacağız. Zira Bediüzzaman şunları söylüyor: “Sükunet, atalet, yeknesaklık, tevakkuf ademdir, şerri mahzdır. … İnsanları canlandıran emeldir, öldüren yeistir ve yeis, mâni-i herkemâldir.”
Hayatlarımız ortadan bölünse, köklerimizden sökülüp başka topraklara göçmek zorunda kalsak da öğrenmeye, üretmeye, meyve vermeye devam edeceğiz. Zira biliyoruz ki ağaçlar canlı kaldıkça meyve verirler, oysa insanlar meyve verdikçe canlı kalırlar.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***