YORUM | AHMET KURUCAN
İlk yazıda Bediüzzaman’ın kendi düşüncelerini merkeze koyarak skolastik düşünce konusunda nerede durduğunu göstermeye çalıştık. Pekala aynı hususta Hocaefendi nerede duruyor?
Yazılı veya teyp-video kasetlerine kaydedilmiş hali var mıdır bilmiyorum ama benimle birlikte kendisine talebelik yaptığımız yıllardaki arkadaşlarım şu cümleyi fıkıh derslerimizde defalarca tekrar ettiğine şahitlik edecektir: “Bugünkü fıkıh müdevvenatı ile Korucuk köyü bile idare edilemez.” Sadece bu cümle bile skolastik düşünce noktasında kendisinin nerede durduğunu göstermeye yeter aslında.
Hocaefendi çok kısa süreli medrese eğitimi almış bir insan. Ders aldığı insanlar Osmanlı bakiyesi ulema kimliğine sahip kişiler. Ne öğretim metodolojisinde ne de müfredatta yer alan kitaplarda değişikliğe gidecek ya kapasiteye sahip değiller ya da kurulu sistem içinde böyle bir yeniliğe gerek görmüyorlar. Allah rahmet eylesin kendisinden fıkıh dersleri aldığı Osman Bektaş Hoca için şunu söylemişti Hocaefendi: “Ders esnasında müsteftiler gelirdi bazen. Derse ara verir ve fetva soran kişiyi dinlerdi.” Sonra? Sonrası çok önemli. “Tekmileleriyle beraber 8 ciltlik İbni Abidin’in fihristine bile bakmadan bir sayfayı açar, oradaki ibareyi okur ve fetvayı verirdi.” Şimdi mevcut sorunu çözen böyle bir şey elde varken neden bir yenilik arayışı içine girsin ki Osman Hoca?
Öğretim metodolojisini değiştirmeye gelince o apayrı bir şey. Yine kendisinden defalarca dinledim. Edirne Üç Şerefeli Camii’nde imamlık yaparken… Buraya noktayı koyup hayal dünyanızda bugünkü Hocaefendi’yi değil 17-18 yaşında çiçeği burnunda, bıyıkları yeni terlemiş bir delikanlıyı tahayyül edin. İşte bu delikanlı cami görevlisi olan iştiyaklı ve gönüllü kişilerle hadisten Buhari ile medreselerde okutulmayan bazı kelam kitaplarını birlikte mütalaaya başlamış. Sonra bir sıla-yı rahim ziyareti için Erzurum’a gittiğinde ders aldığı ve gölgesine dahi ayak basmadığı hocasına bunu söylemiş. Yolda önlü arkalı yürüyorlarmış bunu söylerken. Hoca durmuş ve bakışlarını o talebesinin gözlerine doğru teksif etmiş. Hepsi bu kadar. Bir bakış atmış. Ama derdi ki Hocaefendi: “O bakışıyla ‘Sen kim Buhari okumak kim!’ der gibiydi.”
Şunu kabullenelim Hocaefendi istisnalar hariç asırlardan beri skolastik düşüncenin hakim olduğu bir zeminde eğitim ve öğrenimini tamamladığı ve çevre şartları da sürekli bunu beslediği için söz konusu çerçevenin içine hiç girmemiş ya da hemen sıyrılmış değildir. Onun ilmi mirasını bir tarih çizelgesi içinde ele alıp değerlendirdiğinizde tahsil etmiş olduğu mevcudun yaşadığı şartlar itibariyle geçerliliğini kabullendiği ve savunduğunu dönemleri olmuştur. Fakat onu farklı kılan o düşüncelerinde ısrar etmemesi, değişen arka plan şartlarına bağlı olarak söz konusu içtihadi hükümlerin de, o hükümlerin üretilmiş olduğu metodolojinin de ihtiyaçlar nispetinde değişebileceğini kabullenmesidir. Bir başka tabirle ortodoksi, fanatik, dogmatik ve mutaassıp bir tavır takınmamasıdır. Fotoğraftan, müzikten kadının sosyal hayattaki konumuna, darü’l İslam ve darü’l harb kavramlarına getirdiği açılımlardan ehl-i kitap hakkındaki ayetlerin yorumlarına, peşin ve vadeli satış arasındaki fiyat farkından Makasıd-ı Hamse’ye yapılması gerektiği söylediği ilavelere ve kıyas ile istihsandan hangisinin öncelenmesi gerektiğine uzanan birçok meselede gerçekleşen düşünce değişikliklerine yönelik örnekler verebilirim.
90’lı yıllar Türkiye’sini bilenler hatırlayacaktır. Bir takım tarikat ve cemaatlerin çıkardıkları aylık dergilerin ön kapağına Hocaefendi’nin resmini basıp üzerine de kafir damgasını yapıştırmışlardı. Resmin üzerinde “Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin.” ayetini yazmışlardı. Neden? İşte bundan dolayı. Skolastik zihniyetten uzak bir yerde durduğu için. Kendi ifadesiyle “zamanının çocuğu olarak” bir zamanların verili durumlarına bağlı olarak üretilen düşüncelerin, yapılan içtihatların, verilen fetvaların değişen sosyal, siyasal, kültürel, dini, ekonomik şartlara bağlı olarak değişmesi gerektiğini söylediği için.
Yalnız “Bugünkü fıkıh müdevvenatı ile Korucuk köyü bile idare edilemez.” diyen Hocaefendi o cümlenin hemen arkasından şunu da ilave eder: “İslam fıkhının bugünün şartlarında ehliyetli insanlar tarafından tenkih ve tahkike tabii tutulması lazım.” Ne yapılacak bu tenkih ve tahkikte? Mezhep farkı gözetmeksizin meseleler günümüz bakış açısı ile kategorilendirilecek, sorunlarımıza cevap teşkil eden hükümler yerinde bırakılırken cevap teşkil etmeyenler ya da değişen şartların karşımıza çıkardığı sorunlara yeni cevaplar üretilecektir. Şu cümle Hocaefendi’nin: “Hususiyle muamelat alanında bu tür çalışmaların yapılmasına şiddetle ihtiyaç var. Çünkü ibadet ü taatle ilgili meseleler hem daha sabittir hem de bugüne kadar yeterince işlenmiştir.” İşte bu Hocaefendi’yi mutaassıp ya da modernist değil kelimenin tam anlamıyla muhafazakar kategorisi içine koyan bu yaklaşımıdır.
Bu yazıyı kaleme almadan önce üzerinde çalıştığım hatırat kitabı adına eski notlarıma bakıyordum. 20 Şubat 1987 yılında ders okurken söylediği bir cümleyi tam da konumuzla alakalı olduğu için aktarmak ve yazıyı bununla sonlandırmak isterim: “Zamanımızda ve ileride İslam ilim mirasının bütününün tekrar gözden geçirilmesi lazım. Yoksa 8 asır önce yazılmış eserlerle günümüz meselelerinin altından kalkılamaz.”
Hasılı asıl problem İslam’ın içtihada açık alanlarında süreklilik içinde değişimi, tedricilik içinde tekamülü reddeden skolastik düşünceye sahip olmaktır. Aksi bir tutum ayakta alkışlanmalıdır. Zira o, içinde bulunduğumuz hayat şartlarında Müslümanca yaşamanın imkanını bizlere sunacaktır.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***