YORUM | M. NEDİM HAZAR
Sevdanın bir dili vardır; yürekten gelen, muhabbet eden, aşk ile gerilen.
Dilin de sevdası; dağları denizleri aşan, engel bilmeyen, mesafe tanımayan.
Sevda emsalsiz bir dil olduğu gibi, dil de benzersiz bir sevdadır.
Ve sevda ile döner dünya.
Sevda ile gündüze ulaşır gece.
Bahar sevda ile yaza dönüşür, kış tutkun bir âşık gibi bahara akıtır serin sularını…
Gecenin de, gündüzün de, mevsimlerin de bir dili vardır sevdaya dair.
Yelkovanı akrebe koşturan aynı sevdadır.
Zamanın dilini anlayabilmek için titrer durur kadranlar.
Rüzgâr beklentisiz bir sevda ile önüne katar bulutları.
Bulut gizemli bir sevdanın tohumlarıyla yağmurlara gebedir.
Toprak büyük bir sevda ile kucaklar yağmurları.
Nehirler aşk ile çağlayarak dökülür denizlere.
Denizler…
Hırçın bir sevda ile hırpalarlar kayalıkları.
Sonra sakinleşir şefkatli bir sevdalı edasıyla kavuşurlar sahillere.
Yeşilin, mavinin, toprağın ve suyun bir dili vardır, anlattıkları…
Hava ve ateş de kendi lisanlarıyla mutlak bir hakikate tercüman olurlar.
Renkler kendi diliyle konuşur bu âlemde. Ahengi bu rengarenklilik oluşturur haddizatında.
Yazık ki insanoğlu her zaman anlayamaz, algılayamaz bunu.
Sevdasını çözemez dünyanın, dilini anlayamaz çoğu zaman.
Baharı, kışı, geceyi gündüzü anlamlandıramaz. Niye üşürüz bilmez, niye hasret hasret yandığımızı bilemediği gibi.
Bildiği, belki unuttuğu bir armağanı yitirmişliğin farkında da değildir belki.
Bu yüzden yanlış görür, yanlış anlar, yanlış yorumlar. Tuhaf bir nasipsizlik demek lazım belki.
Belki bu yüzden, hırçınlaşır dünya.
Sevgisinin fark edilmediğini bilir, dilinin çözülmediğini anlar ve…
Acılar, yıkımlar, anlayışsızlıklar peş peşe gelir. Anlamamak vebal olur, biner ruhlara olanca ağırlığıyla.
Sevginin dili çözülmeyince, dil de sevgisizleşir bir zaman sonra. Zehir, en çok dilde gizlenir, dilin izbelerinde kalır yatıya.
Karanlık burada başlar sonra. Sahici kış budur, esas felaketin başladığı nokta.
Oysa…
Her şeye rağmen bu dili anlayanlar vardır, bu sevdaya vurgun âşıklar.
Onlar rüzgârın diliyle konuşmayı öğrenmişlerdir; renklerin yitirilen anlamlarını bulup, hak ettiği yere koymak içindir tüm çırpınışları. Yitik bir mücevheri bulan kâşif şuuruyla.
Mavi kiminin gözünde tekrar anlam kazanır, siyah kiminin derisinde, kimi buz gibi bir yerden seslendirir sımsıcak sevdayı, kimi çöl sıcağında meltem estirir ezgilerle.
Kimi kara kıtadan, mesela Mozambik’ten tütsülü buğu taşır mızrağında, Sibirya’da kardelen gibi açar kimi, Vietnam’da ıhlamur gibi rayiha saçar bir başkası.
Renkleri, alfabeleri, kültürleri ve daha birçok şeyi farklıdır hepsinin ama aynıları da vardır gönül aynasına yansıyan: Dilleri, sevgileri.
Gözbebeklerinde merhametin, vicdanın ışığı parıldar, yüreklerinde sevda çarpıntısı, dillerinde bu hasretin yakıp tutuşturduğu türküler.
Kelebeklerin ışığa kanat çırpması gibi uçarlar her bahar ve pervane olurlar sevginin dilinde, dilin sevgisinde.
Bir muştuları vardır zamanın ve mekânın ötesinde: Karamsar ruhlar, kestikçe umudunu yarından, kıyameti eteğinden tutup çekiştirdikçe, yepyeni bir dünyaya olan ihtiyacı daha fazla idrak ederler. Bilirler, tufanın, boranın, herc ü merc eden soğuğun fırtınanın hemen akabinde, cennetâsâ baharlar vardır.
Bir sevda dile gelir, bir dil sevdaya dönüşür. Her kıştan sonra…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***