YORUM | AHMET KURUCAN
Hikayesi ve tarihçesi malum. 1857 yılında New York’ta daha iyi çalışma şartları isteğiyle dokuma fabrikasında 40 bin işçi grev yapıyor. Polislerin müdahalesi de dahil çıkan olaylar ve yanan fabrikada çoğu kadın 129 kişi vefat ediyor. İşte o günün anısına “Dünya Emekçi Kadınlar” günü adı altında anma programları yapılmaya başlanıyor her yılın 8 Mart’a denk gelen gününde. Sonra bu eylem dünya genelinde yaygınlık kazanıyor ve en son 1977 yılında Birleşmiş Milletler, 8 Mart’ı Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanma kararına imza atıyor.
Bugün kadınların çalışma hayatı başta olmak üzere hayatın hemen her alanında erkeklerle birlikte eşit ve adil olma adına ne kadar mesafe aldığı meydanda. Teoride hemen herkes tarafından kabullenilen şeylerin dünyanın belli ülkelerinde pratik hayata taşınamadığı tartışılamaz. Bununla beraber dünya kamuoyunda farkındalık uyarma, göreceli olarak kadınlar lehine şartların iyileşmesi de inkâr kabul etmez bir gerçek. Bu bağlamda kadınların vermiş olduğu mücadeleyi, gösterdikleri gayreti, sarf ettikleri çabayı ayakta alkışlıyorum. Onlara destek veren erkekleri de tabii ki.
Bugün Dünya Kadınlar Günü. Ben de bugüne “Kadın Sorunu” isimlendirmesini temel insan hakları ekseninde ele alan kısa bir yazı katkıda bulunmak istedim. Şöyle ki: Temel insan hakları toplumsal yaşamın söz konusu olduğu homo sapiens dönemi sonrası Hz. Âdem ve evlatlarının birlikte yaşamaya başladığı ilk günden beri insanlığın en büyük problemlerinden birisi olmuştur. Kadın hakları bu kapsamda ayrı bir yer teşkil etmektedir. Konu ile alakalı yazılan kitaplara baktığımızda kadın haklarını Eski Yunan’da diyerek başlatırlar. Doğrudur ama bu onun öncesinin olmadığını göstermez. Nitekim kadın ile alakalı gündeme getirilen ister sorunlar isterse haklar mevzuunda Hz. Havva’ya kadar uzanan referanslar verilmesi bunun delilidir. Nitekim eski Yunan’da, Roma’da, Hititlerde, Sümerlerde, Lidyalılarda, İnkalarda, Çinlilerde, Türklerde, Kürtlerde Araplarlarda, Almanlarda, Amerikalılarda, Yahudilikte, Hıristiyanlıkta, İslamda, Şintoizmde, Brahmanizmde, Samanlarda, İslam öncesi Arap toplumunda, Osmanlı’da, Cumhuriyet Türkiye’sinde, Orta Çağ, Kıta ya da Ada Avrupa’sında, Rönensans döneminde, Amerika’da, Avusturalya’da vs. diyerek meseleyi ele alabiliriz.
İsterseniz bir-iki farklı kitaptan derlediğim kısa bir alıntı ile kadın hakları ekseninde bu tespiti somutlaştıracak birkaç örnek verelim: “Eski Hint telakkisini göre kadın, yaratılış olarak zayıf karakterli, kötü ahlaklı ve murdar bir varlıktı. Budizm’in kurucusu Buda başlangıçta kadınları kendi dinine kabul etmemişti. Hint hukuku kadına evlenme, miras ve diğer uygulamalarda hiçbir hak tanımıyordu. İsrail hukukunda baba kızını satabilir; ailede erkek evlat varsa kızlar mirastan pay alamazlardı. İran’da Sasaniler döneminde kız kardeşle evlenilebilirdi. Eski Yunan’da koca isterse karısını devredebilir, kendisi öldükten sonra eşinin başkasına devredilmesi için anlaşma yapabilirdi. Eflatun felsefesinde kadın bir tür ortak mal kabul edilmişti. Çinlilerde kadın insan sayılmadığı için ona ad bile verilmezdi. Yahudilik ve Hıristiyanlık kadim kitaplarında Hz. Havva’nın, Hz. Adem’i aldatarak yasak meyveyi yemesini merkeze koyarak kadını ilk günahın asıl suçlusu, bütün insanlığı günah kirine boğan kötü bir varlık sayar ve ona şeytan gözüyle bakar. Bu yüzden İngiltere’de kadına İncil’e el sürebilme izni ancak 16. yüzyılda verilmiştir.”
“Ezeli ilahimiz, kâinatın kralı, beni kadın olarak yaratmadığın için sana hamdolsun.” cümlesi Yahudilerin sabah duaları arasında geçer.
Görüldüğü gibi bugünden düne baktığımızda kadın hakları konusunun mazisi oldukça gerilere doğru gidiyor. Eğer her gün doğan ve varlığını saçtığı ışık ve ısı ile inkarı kabil olmayacak netlikte gösteren güneş misali bu sorunun varlığını kabulleniyor ve çözüm adına adımlar atılmasını istiyorsak insanlık olarak her şeyden önce sorunun adının doğru konulmasının gerektiğine inanıyorum. Bana göre söz konusu soruna “kadın sorunu” demek yanlış. Bunca beyandan sonra yanlış anlaşılmaz ama ben yine de tekrar edeyim bu kadınlara ait sorunların olduğunu kabul etmiyorum demek değil aksine kadınlara ait kadına karşı şiddet başta olmak üzere çözmemiz gereken çok büyük problemler var ama buna kadın sorunu denilemez. Bu bir insan sorunudur. Zira kadın insandır. Kadın da insandır değil, kadın insandır. Nokta. İşin aslına bakarsanız 2022 yılında şu cümleyi yazmak bile insanı içten içe incitiyor ama toplumsal hayatta karşılığı olan zihniyet ve sorunlara bakınca insan bunu söylemek zorunda hissediyor kendisini. Hem de bir erkek olarak utana utana.
Buraya kadar ifade ettiğim düşüncelerimi temel insan hakları özelinde şöyle özetleyebilirim: Eğer sorunun kökeni Allah’ın kadın-erkek ayırt etmeksizin insanlara vermiş olduğu temel hak ve hürriyetleri ayrımcı zihniyetle hayata taşıyan problemlerse – ki ben öyle olduğunu düşünüyorum, çünkü her şey eninde sonunda gidip oraya dayanıyor – bu kadınıyla erkeğiyle insan sorunudur ve insanlık sorunudur. Bu zihniyetin kökeninde erkekler hâkim rol oynuyorsa o zaman sorunun adı “erkek sorunudur” ama katiyen “kadın sorunu” değildir. Dolayısıyla “kadın sorunu’, “kadın hakları sorunları” türü kavramsallaştırmalar veya ifadeler sorunu hafife almanın ya da sorunun farkında olmadığımızın, farkında olsak bile çözme niyetinin olmadığının göstergesidir. Sorunun adını doğru koymak, doğru kavramsallaştırmalar yapmak gömleğin ilk düğmesidir. Onu yanlış iliklersek gömleğin üzerimizde alacağı şekil bellidir. İlk düğmeyi yanlış iliklemeyelim.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***