Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini hegemonik güçler çerçevesinden değerlendiren HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü, “3’üncü Dünya Savaşı’na belki şimdi her zamankinden daha yakın olabiliriz. Çünkü Küba krizi (1960) sırasında bir nükleer savaş ihtimali var denilmişti. Fakat bu krizden, Sovyetler Birliği’nin Küba’daki nükleer üslerinin boşaltılmasıyla geri dönülebilmişti. Şimdiyse hemen hemen Sovyetler Bilirliğini kuşatan bütün NATO ülkelerinde nükleer cephanelikler oluşturuldu” ifadeleriyle tehlikeye dikkat çekti.
Bölgede 2014 yılında başlayan ve 24 Şubat’ta yeni hal alan askerî hareketliliğin tarihsel arka planını, bugünkü koşullar ve yarının olasılıklarını Halkların Demokratik Partisi (HDP) Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü’yle Mezopotamya Ajansı’ndan Sedat Yılmaz’a anlattı.
Kapitalist sistemin içine girdiği çıkmazın halkların barış hareketinden geçtiğine dikkati çeken sosyalist politikacı Kürkçü’ye sorulan sorular ve kendisinin verdiği cevaplar şöyle:
Birçok coğrafyada irili ufaklı çatışma yaşanıyor. Irak, Suriye, Libya, Afganistan, Ermenistan-Azerbaycan ve son olarak Rusya-Ukrayna’da ölüm, yıkım, göç sürüyor… Yaşanan bu durumu kavramsal olarak nasıl adlandırıyorsunuz?
İkinci Dünya Savaşı sonrasına da sarkan “Soğuk Savaş”ın yeni bir evreye girdiğini söyleyebiliriz. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla sanki Soğuk Savaş sona ermiş gibiydi. Ama Sovyetler Birliği’nin üzerinde yükseldiği toplum ve maddi zemin yok olmadı. Sovyetler Birliğinin yerini Rusya Federasyonu aldı. Çin ve Rusya’nın birbirlerine yakın bir küresel strateji altında yan yana gelmeleri kısa süren tek kutupluluğu sona erdirdi. Sovyetler Birliği’nin batısında, Avrupa’nın doğusundaki eski Varşova Paktı ülkelerinin birçoğunun NATO ve Avrupa ülkelerine bağlanması kutuplaşmayı yeniden ama Rusya aleyhine kurdu. Bizi bugüne getiren en önemli gerilim de budur. Bu arada Rusya yeniden güçlendi, kendisini toparladı, nükleer, siber ve aynı zamanda bir uzay gücü olarak dünya sahnesindeki yerini aldı. Şimdi, Amerika’nın üstte, Rusya’nın altta olduğu “yeni statükonun” sürüp süremeyeceğine dair bir tartışma, karşılıklı bir mücadele ve meydan okuma yaşıyoruz ve bu bizi yeniden nükleer karşılaşmanın eşiğine kadar getirdi.
Putin, Rusya’yı “nükleer alarm” durumuna geçirdiğini söyledi. O şaka değil. Bunun şakası bile şaka değil. Bunu laf olsun diye söylemiş olması bile laftan ibaret kalmaz, çünkü bunun silsileler halinde etki ve sonuçları var. Şimdi ABD ve nükleer güce sahip bütün ülkeler de en azından sarı alarm durumuna geçeceklerdir. Çünkü nükleer güç sahibi olmanın doğası böyle. Kaza eseri, bir dizi yanlış okuma nedeniyle, tehdidi doğru algılamama ya da teknik sorunlar nedeniyle, insan kastı olmasa bile, karşılıklı nükleer saldırıların gündeme gelmesi riski vardır.
Şimdi hakikaten son derece kritik bir evredeyiz. Şöyle söyleyebiliriz; 3’üncü Dünya Savaşı’na belki şimdi her zamankinden daha yakın olabiliriz. Çünkü Küba krizi (1960) sırasında bir nükleer savaş ihtimali var denilmişti. Fakat bu krizden, Sovyetler Birliği’nin Küba’daki nükleer üslerinin boşaltılmasıyla geri dönülebilmişti. Şimdiyse hemen hemen Sovyetler Bilirliğini kuşatan bütün NATO ülkelerinde nükleer cephanelikler oluşturuldu. Sadece ABD ve Rusya’da değil, buna Türkiye de dahil. Aynı zamanda Çin’in bir nükleer güç olduğunu hatırlayalım. Çin’in yakın ve uzak ilişkileri içerisinde olduğu Hindistan ve Pakistan’ın da nükleer cephaneliği olduğunu aklımıza getirirsek, evet “nükleer silahların” da içinde olduğu bir paylaşım çatışmasının orta yerindeyiz. Bir Üçüncü Dünya Savaşına eskiye göre daha yakınız. Durum vahim, fakat çaresiz değiliz.
Ukrayna’ya müdahalede Rusya’nın “kuşatılmışlık” endişesi mi var?
Bugünkü krizin bu sertlikte yaşanmasına, Rusya’nın çok uzun zamandır bu talebi gündeme getirmesine karşın, bu taleplerin görmezden gelinmesi neden oldu diyebiliriz. Yani bir gün ansızın olmuş bir şey değil bu. 2014’ten beri aslında Kırım ve Donbas’ta bir savaş sürüyor. Bu sürede yaklaşık 20 bin insan hayatını kaybetti. Çok kısa bir süre içerisinde Ukrayna’nın Donestk ve Lugansk illerinde yeni iki rejim kuruldu. Rusya, Ukrayna toprağı olan Kırım’ı ilhak etti ve çatışma başladı. Rusya başından beri bu sorunun çözümü bakımından Ukrayna’nın silahsızlandırılması ya da NATO tarafından güçlendirilmesinden vazgeçilmesini istiyordu.
Öte yandan hemen batısındaki ülkelerde NATO’nun giderek artan askeri teknoloji ve istihbarat varlığı da Rusya’yı kışkırtan nedenler arasında sayılabilir ama atılmış olan adımlar ve Rusya’nın tüm gerekçelerine rağmen Ukrayna’ya saldırması meşru değil.
Rusya’nın bu kadar sert bir yönelimde bulunacağı, savaşa gireceği bilinmesine rağmen batı neden bu kadar kışkırtmada bulundu?
Nihayet savaşın bir bölümü de dille, sözle yapılıyor. Bütün bu politik ve diplomatik saldırılar karşında çaresiz görünmek, Rusya’ya biriktirmiş bulunduğu yeni kapasiteyle orantısız, bunu gördük. Şu söylendi: “Elimizde bu kadar kuvvet var, şu kadar güçlendik, şu kadar değerlendik, ekonomimizi şu kadar güçlendirdik, askeriyemizi güçlendirdik, derlendik, idari sistemimizi kuvvetlendirdik. Buna rağmen bizi ‘çaresiz sefil Rusya’ gibi görüp bizimle oynuyorlar.” Putin yönetimi, tıpkı Erdoğan yönetimi gibi sürekli dışarıya babalanarak ve burada mesafe kaydederek içeride rejime onayı üretiyordu. Dolayısıyla dış siyaset aynı zamanda bir iç politika meselesi de oldu. Bir tek adam rejimi olan Rusya’nın sürekli azarlanması ve ona meydan okunması, etrafının sarılması ve bunun karşında çaresiz ve eylemsiz görünmesi “rejimin bekası” için problemdi. Rusya, Ukrayna ve Belarus sınırlarına çok büyük çapta askeri yığınak yaptı. Buna karşılık NATO güçleri de Ukrayna’nın arkasına yığınak yaptı ve silah yağdırmaya başladı. Bütün bu dönem boyunca Rusya sürekli karşı koymaya çalıştı, diplomatik manevralar yaptı, taleplerini ortaya koydu. Bir istek listesi yayınladı: Merkezinde kuvvetlerini geri çekme karşılığında Ukrayna’nın NATO üyeliği talebine hayır denilecek. Biden yönetimi, bu talebe kaçamaklı bir cevap verdi. “Şimdi zaten isteseler de üye olamazlar” dedi. Arkasından “Rusya Donbas’a girerse, biz oraya asker yollamayız” dedi. Putin, ABD’nin saldırmayacağını gördü. Bu Ukrayna’yı ateşe atmak demekti. Ukrayna’nın yalnız bırakıldıkları haykırışı bununla ilgili.
Rusya’nın etrafındaki ülkelerle Rusya arasındaki ilişkilerin bir tarihi var. Polonya- Rusya ilişkilerinin bir tarihi var. Finlandiya-Rusya ilişkilerinin bir tarihi var. Baltık ülkeleriyle Rusya’nın bir tarihi var ve aşağı yukarı Rusya’nın tüm tarihi şöyledir; Avrupa’ya ve denizlere açılan yollar üzerindeki ülkeleri Rusya ya rızayla ya güç göstererek veya fırsatları kollayarak batıdan gelecek muhtemel saldırılar karşısında tarafsızlaştırır. Bu krizin orta yerinde Rusya yönetimi, “İsveç ve Finlandiya da NATO’ya girerse onlara da saldırırız” diye bir yoklama yaptı. Finlandiya bu tarihi hafızaya sahip olarak “hayır biz NATO’ya girmeyi düşünmüyoruz” dedi. Hiç oyalanmadan, kestirip attı. Ukrayna’nın ta en başta bu basireti gösteremediği görülüyor.
“Batı, NATO’nun dağılma görüntüsünü Ukrayna’yı yem yaparak kurtardı” ve “Uzun vadede Rusya bir bataklığın içine çekildi” yönünde iki ayrı tez var. Bu konularda ne düşünüyorsunuz?
Sonuçlardan hareketle sebeplere doğru bizi götüren bir varsayım. Bu her zaman bizi doğru bir sebebe götürmeyebilir. Bu tasarım böyle miydi bilmiyorum ama NATO birden varlığının amacına kavuşmuş oldu. NATO kendi varlık nedeni üzerine tartışıp duruyordu uzun zamandır. ABD, Almanya, Fransa ayrı ayrı istikametlere çekiyorlardı ve Trump, “Bütün yükü biz taşıyamayız, savunma harcamalarınızı arttırın” diye meydan okudu. NATO üyeleri arasında, ‘Bu yapı neyimize lazım’ tartışması başlamış ve ufku dağılmıştı. NATO bu ufka yeniden kavuştu. Şimdi bir düşmanı var. Sahici bir düşmanı oldu ve üstelik yalnızca savaş planlarında değil pratikte de kendisini gösteren bir düşmanı var. İkincisi Rusya bu adımı atmadan önce Putin kış olimpiyatları vesilesiyle Beycin’e gitti ve Çin yönetimiyle çok kapsamlı bir politik ideolojik mutabakat metni imzaladı. Ukrayna listede ismen yer almıyordu ama iki ülke “renkli devrimler”e karşı çıkmaktan, Amerikan gücünün orantısız artışına ve NATO’nun doğuya doğru genişlemesine kadar neleri istemediğine dair çok geniş kapsamlı bir mutabakat yayınladı. NATO kendi iç beraberliğini sağladı ama Rusya ve Çin’i de tarihteki en yakın konumlarına getirdi. ABD’nin birincil stratejik amacı Çin’i bertaraf etmekti oysa, sonuçta Çin, Rusya’yla yakınlaşarak bir blok oluşturdu. Ancak mevcut durumda Çin’in dezavantajı ise bütün dünyada saldırgan bir imaja bürünmüş ve izole olmuş Rusya’nın çok yakınına düşmüş olmasıdır. Çin’in halen Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın düşük gelirli ülkeleri nezdinde oluşturmuş olduğu bir koruyuculuk imgesi var. Bu imgenin sarsılmış olmasından dolayı Çin’in kazanımları sınırlandı ama Rusya’yla yakınlaşmasından son tahlilde karda olduğunu söyleyebiliriz. Sonuçta bu gerilimden yararlı çıkan bir tek NATO olmadı.
Pazartesi günü Rusya ile Ukrayna arasında bir görüşme oldu. Belarus’ta başlayan müzakere sürecinin devam edeceği belirtildi ancak savaş da sürüyor. Şu an ki gözüken tablo da kim ne hesapladı, ortaya ne çıktı?
Putin’in umduğundan daha karmaşık bir tabloyla karşı karşıya kaldığını düşünüyorum. İki sebeple, birincisi; Rusya Ukrayna’daki direniş karşısında, yasak silahlar kullanmadan daha ileri gidemeyecek duruma geldi. Bugünkü haberlere bakılırsa Kiev’de misket bombaları kullanılmaya başlandı. Misket bombası kullanmak savaş suçudur, Rusya suç işlemeden savaşı bitiremeyecek gibi. İkincisi, sivillere karşı çok hunharca davranışları var. Rusya-Ukrayna ilişkisi bizim savaş dediğimiz zaman ilk akla gelen şeye o kadar benzemiyor. Birbirleriyle akrabalar, yakınlar, aralarında evlilikler, ortaklıklar var. O yüzden saldıranın yok etme iradesi zayıf, saldırıya uğrayanın da korkup kaçacağı bir yer yok. Sonuçta ortak bir tarihleri ve kültürleri var. Bu durum savaşın ilerleme hızını çok düşürdü ve şurası çok korkunç: Slavlar aynı dili konuşan insanlar, ruhsal şekillenmeleri benzer ve birbirlerini bu kadar kolay kesemeyecekleri için Putin Ukraynalılar’ı öldürsün diye Çeçenya’dan İslamcı katil sürüleri topladı. Bu bence onu en zayıf düşüren nokta. Savaşın ahlaki boyutu bakımından çok zaaflı bir durum sergiliyor ki haklılık iddialarının tamamını havaya uçuruyor. Bu savaş uzayacaksa bundan ötürü uzayacak ve yıkıcı silahları, kitle imha silahlarını devreye sokmadan sürdüremeyecek. Bu silahları devreye soktuğunuz zaman da dünya nezdinde hiçbir meşruiyeti olmayan bir yıkıcılıkla sahnede tek başınıza kalırsınız. İkinci nokta batıdan gelen ekonomik ve mali yaptırımlar, kısa zamanda çok hızlı sonuç verdi. Rusya Merkez Bankası bir anda politika faizini iki katına çıkardı. Bu demek ki iki günde muazzam bir enflasyonla karşı karşıya kaldılar. Swift sisteminin dışına çıkartıldılar. Rus kredi kartları artık hiçbir yerde çalışmıyor. Uzun zamandır kapitalist modernitenin zeminlerinde, o imkanlarla, o konforla yaşamaya alıştırılmış bir halk, birden üçüncü dünya ülkesi konumuna düşürüldü. Bu, maneviyat bozucu.
Ben Putin’in evdeki hesabının çarşıya çok uymadığını ama NATO ve batının da Rusya’yla ilişkilerinde hiçbir öngörülerinin aslında gerçekleşmediği düşünüyorum. Diz çöktürebileceklerini sandılar ve diz çökmekle çılgınlık arasında kalırsa diz çökmeyi tercih edeceğini düşündüler ama Putin’in çılgınlığın eşiğine kadar gelebildiğini gördüler.
Araya girecek bir üçüncü kuvvet var mı?
Bütün sorun bu. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ikiye ayrılmış durumda ve birbiriyle savaşıyor. En vahim duruma geldik. Bu savaşı durduracak uluslararası bir forum yok. Geriye halklar kalıyor. Geriye bu savaşa mesafeli ülkeler ve dünya halkları var. Burada ben bir potansiyel görüyorum.
Burada Türkiye’ye dair bir parantez açmak gerekiyor. Tüm bu süreçte Türkiye’nin tavrını, duruşunu, yürüttüğü veya yürütemediği politikayı nereye koyuyorsunuz. Ne yapmak istiyor, ne yapıyor?
Derler ya kuş başınıza pislerse bu talih demektir. Talih kuşu acaba yine Erdoğan’ın imdadına mı koşuyor? Şundan ötürü, stratejik olarak Türkiye’ye son derece avantajlı bir konum sağladı bu çatışma. Rusya, NATO içinde “anlayışlı” bir Türkiye’ye muhtaç. Türkiye’nin NATO ülkesi olmasından hiç şikayeti yok. Çünkü “orada bir Truva atımız var” diye bakıyorlar. Ukrayna ise Türkiye’yle yaptığı silah alışverişinden son derece memnun. Türkiye bir NATO üyesi ülke olarak doğrudan siyasi ve diplomatik olarak Ukrayna’nın yanında yer alıyor. Ve bu da son derece meşru. Burada yasadışı, uluslararası hukuku çelen, yapamayacağı ya da yapmış olduğu için kınanacağı hiçbir şey yok. Türkiye bu siyasetle kendisini Rusya’nın suçlarına ortak olmaktan kurtardı. Ukrayna’nın yanına konuşlandırdı ve kendisini arabuluculuk konumunda yeniden takdime çalışıyor. Ukrayna’nın görüşmelerinin yapılacağı kentler arasında saydıklarından biri de İstanbul’du. Bu nasıl bir konum elde ettiğini gösterebilir. İkincisi böyle davranmakla da İsmet Paşa’nın ikinci dünya savaşındaki taktiğini izlemiş oluyor. Sonuçta savaşın gidişatına göre oraya ya da buraya yatarak ama resmen savaşa dahil olmayarak bu savaşın kendisi üzerine sıçratabileceği bütün yükümlülüklerden kaçmış oluyor.
Bu rasyonel mi?
Bana sorarsanız rasyonel, çünkü Rusya doğal gaz konusunda Türkiye’nin en büyük partneri. Ayrıca Ukrayna ve Rusya Türkiye’nin başlıca buğday tedarikçileri. Bu ülkeler buğday ihraç etmezse Türkiye ekmek yiyemez. Bu kadar net. Bu pozisyonu muhafaza ettiği sürece ABD ve Avrupa Birliği ile olan meselelerini de dondurmuş oluyor. Batıdan, Türkiye’nin tekrar F-35 programına alınması gerektiğine dair yeni sesler işitiyoruz. Tayyip Erdoğan alçaktan uçarak ve az konuşarak kendi iktidarı için en doğru tutumu takınmış oldu. Erdoğan ne zaman biteceğini bilmediğimiz bu krizde kan dökmeye son verilip, herkes evine döndüğünde ve bir bilanço çıkarıldığında, “yapıcı rol” oynamış bir lider, bir ülke sıfatını üstlenmiş olacak. Bu da seçime bir buçuk yıl kala Erdoğan’ın başına konan bir talih kuşu. Fakat netice olarak, çatışma başladığından beri bütün dünya ekonomisinin aldığı darbelerden Türkiye de nasibini aldı. Döviz fırladı. Bunun gündelik hayata yansımaları son derece kötü. Halk ekonomi politikalarından Erdoğan’ı sorumlu tutmaya devam edecek.
Türkiye’nin topa girmeden her iki gücü de idare etme politikasının arkasında Suriye’deki konumu ve Kürt politikası olabilir mi?
Rusya karşısında aktif bir tutum almak Türkiye’nin işine elbette gelmez. İdlib meselesi var, taş gibi karşısında. Suriye rejimiyle müstakbel ilişkileri açısından en önemli patron Rusya. Türkiye Rusya ile ilişkilerinde bu açıdan Suriye’de avantaj sağlamış oluyor. Rusların Ukrayna krizinde kendi desteğine muhtaçlığını, Suriye’de Kürtlerin kazanımlarını yok etme emelleri bakımından bir kaldıraç olarak kullanabilir. Bu Kürt siyasetinin karşısında en önemli mevzilerden biri olarak çıkabilir. Şartlar kendi kendine durduğu yerde Erdoğan’a avantaj sağlarken, özellikle Rojava için dezavantajlı bir durum ortaya çıkarabilir. ABD’nin Türkiye’den olası talepleri bakımından da Kuzey Suriye’de ABD’nin nasıl konumlanacağı, nasıl bir hareket tarzı izleyeceği de yeni bir tartışma konusu. Burada bir belirsizlik olduğunu da söyleyebilirim. Bu belirsizliğin giderilmesi bakımından belki Türkiye ve Kürdistan’daki demokratik güçlerinin hızlı bir barış atağı ile doğan boşluğu doldurması gerekecektir. Buradan nasıl çıkılacak meselesine geldiğimiz zaman çok net bir şey görüyoruz. Bu “yeni soğuk savaş” dediğimiz dönemde her iki blokta da “milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesi” öncelikle ve en kolay çiğnenecek ilke olarak gözüküyor. Bu ilke muazzam bir erozyona uğradı. Bunun takviyesi, bizim açımızdan çok önemli. Haklı olarak şu eleştiriler var: “Ukraynalıların canı can da Kürtlerin değil mi? Onlar haksız yere öldürüldüğü zaman bütün dünya ayaklanıyor, peki biz haklı mı öldürülüyoruz da Kürt kentleri yakılıp yıkılırken dünyanın çıtı çıkmıyor?” Tabii ki son derece can alıcı bir durum. Buradan hareketle daha önceki katliamların, sınır aşımlarının, başkasının toprağına yönelme hırsının ve istila, müdahale, ilhak girişimlerinin hepsinin bir bilançosu bakımından hem Türkiye yönetiminin hem dünyadaki benzer yönetimlerin önüne konulması gerekecek. Ama bunlar hemen bugün doğrudan netice alınacak şeyler değil. Fakat buraya mim koymamız gerekir. Pas geçilemez diye düşünüyorum.
Devam eden süreç veya sonuç bölgesel ve küresel nasıl bir etki yaratır. Dünya sistemi nasıl etkilenecek?
Bunu görmek kolay değil açıkçası. Şimdiden bu kadar rahat söylemeyiz. Fakat şunu söyleyebilirim, dünyanın tamamı açısından baktığımız zaman, bu savaş son derece soğuk karşılandı. Hiçbir tarafın yeterince haklı olmadığı duygusu yaygın bence. Bütün ülkelerden, bütün başkentlerden akan tutumlara bakarsak, “Bu dünyaya bu yapılmamalıydı” duygusu egemen. İkincisi, Putin’in bu hamlesine insanlar kızgınlıkla yaklaşsalar da Rusya’nın boğazının sıkıldığı fikrine, genel olarak yabancı değiller. Bir “boğaz sıkma” meselesi var. Bu anlamda manevra alanları doğuyor. Bu manevra alanlarında Çin’in bir rolü olabilir. Çin’in bir dengeleyici rolle Rusya’yı bir adım geri çekmesi ve uzlaşıcı bir formülün sözcüsü olması hem Çin’i kuşatmadan çıkartabilir, hem de dünyanın hesaba katılmayan kesimlerine bir platform sağlayabilir.
İkincisi, Latin Amerika’ya baktığım zaman Amerika’nın savaşına angaje hiçbir önemli ülke görmüyorum. Her ne kadar Ukrayna’ya bir sempati varsa da Amerika’nın savaşına angaje olan kimse yok. Ve Latin Amerika dünyada aslında demokrasinin yeniden doğduğu bir beşik olarak ortaya çıkıyor. Peru, Şili ve Bolivya doğrudan Rusya’nın yanında yer alan Küba ve Venezuela’dan farklı olarak bir başka savaş karşıtı dinamik oluşturabilir ve Güney Afrika’yı yanlarına alabilirler. Böylece aslında Avrupa, NATO ve Rusya ekseninden gayrı yeni bir eksen oluşabilir. Bu imkân var ama bu irade var mı? Bu sorumluluğu üstlenirler mi? Bunun için yeterince motivasyon görmüyorum ama benim ümidim var. BM’nin kendisi bu krizde kurucu bir rol oynayamayacak.
Bahsettiğiniz şeyin ikame edilmesi lazım. Barış hareketleri, halklar, demokrasi güçleri ne yapabilir, nasıl rol oynayabilir?
Ben Rusya’daki savaş karşıtı tepkilerin çok mühim bir manevi potansiyel olduğunu düşünüyorum. Şaka değil, “Bizim” sağcıların, Ergenekoncuların tabiriyle konuşursak, Rusya yönetimi “vurdu mu oturtan” bir yönetim. Buna karşın insanlar “savaşa hayır” diyerek sokağa çıktılar. Kendi hükümetlerinin yenilgisi adına sokağa çıktılar ve şu ana kadar 3 bin 500, 4 bin kişi Rusya’da hapsedildi. Fakat savaş karşıtı gösteriler dinmiyor. Ekonomi böyle kötüye gittikçe de savaş karşıtı gösteriler, rejim karşıtı gösterilere dönüşebilir. O yüzden Rusya’daki barış dinamikleri çok önemli. İnsan hakları savunucusu Muratov, “Gezegeni belki de Rusya’daki barış hareketi kurtaracak” derken, “Bu çatışmanın bir nükleer savaşa dönüşmesini ancak biz Rusya muhalefeti önleyebiliriz” demek istiyordu. Bu tamamen doğrudur. Doğunun ve batının, özgürlük ve barış güçlerinin bir yeni koalisyonu bizim için önemli. Tabii bunlar devlet değiller, hükümet değiller, ellerinde bir şey yok ama böyle bir ruh hali, böyle bir dinamizm var.
Bu dinamizmi bir an önce harekete geçirmek bizim için en önemli mesele. BM teşkilatı güvenlik konseyi üyelerinin birbirleriyle harbe tutuştuğu bir durumda manasızlaştı ve çözüm merkezi olmaktan çıktı. Bu boşluğu savaşın değil barışın doldurabilmesi için halkların, kanaat önderlerinin, demokrasi, barış ve insan hakları savunucularının birleşik ve uluslararası bir hareketine ihtiyaç var. Tabii ki her ülkenin içindeki demokrasi güçlerinin kendi ülkelerini savaş dışına çekmesi yönündeki basınçları da önemli bir faktör olacaktır. Bunun temenniden ileri gitmediğinin farkındayım ama maalesef şartlar geleneksel mekanizmaların işlemediği koşullarda bir boşluk yarattı. Bu boşluğu doldurmamız gerekir mutlaka.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***