Unutmayalım ki, Batı ile Rusya arasında Ukrayna üzerinden yaşanan son kriz, Kiev’in Türkiye’den aldığı Bayraktar SİHA’larını Donbas’taki ayrılıkçı güçlere karşı kullanarak geçen ekim ayında bir havan topunu yok etmesiyle başladı. Moskova bu saldırıyı, 2015’te yapılan ateşkesin açık bir ihlali olarak gördüğünü ilan ederek Ukrayna sınırına 100 bin kadar asker yığdı.
S-400’leri Erdoğan rejimine satarak Batı – Türkiye ilişkilerinde aşılması güç bir krizin yaşanmasına sebebiyet veren Rusya’ya, Türkiye’nin Ukrayna’ya SİHA satmasının temin edilmesiyle bir anlamda misilleme yapılmış oldu.
Rusya’dan S-400 alarak Türkiye’yi askeri ve ekonomik açıdan oldukça olumsuz neticelere yol açan ABD yaptırımlarına maruz bırakan Erdoğan rejimi ise bu satranç tahtasında piyon olmaktan öte bir varlık gösteremiyor.
Bir NATO üyesi olarak kritik silah alımlarını Batılı ülkelerden gerçekleştirmesi beklenen Türkiye, birdenbire S-400 füzelerini alarak Rus yörüngesine yönelme niyetini ortaya koymuştu ve bu nedenle ABD ile ilişkilerinde ciddi bir krizi göze almış gibiydi. Sonra sanki bu hamleyi hiç yapmamış gibi, hızlı bir U dönüşüyle Batı ve Rusya’nın 2014’ten beri büyük bir kapışma halinde olduğu Ukrayna’daki çatışmaya, Kiev’e SİHA satarak Batı lehinde adeta “bodoslama” müdahil olmasını stratejik olarak anlamlandırabilmenin imkanı yoktur.
Almanya ve Fransa gibi Batı kampının büyük ülkelerinin Rusya ile gerilimin kontrolden çıkmasını istemedikleri için Ukrayna’ya kritik silah satışlarından imtina ettiği bir ortamda, Türkiye ABD ve İngiltere’den sonra Kiev’e bu tür silahları satmaya karar veren üçüncü ülke sırasına heyecanla girdi. Böylece adeta Batı ile Rusya arasındaki muharebe alanında kendini çapraz ateşte kalabileceği bir konuma sokmasının milli çıkarlarıyla bağdaştırılabilir bir yönünü bulmak zordur.
Savunma ve dış politika teenniyle, uzun vadeli öngörüler dikkate alınarak siyaset yürütülmesi gereken alanlardır. Erdoğan rejiminin giderek otokratikleşmesi, ifade özgürlüğü, hukukun üstünlüğü ve insan hakları gibi alanlarda uluslararası hukuk çerçevesinde anlaşmalarla yükümlü bulunduğu taahhütlerini yerine getirmediği için Batı’yla yaşadığı gerilim sonucu kapris ve kızgınlıkla verdiği tepkiler, böyle birbiriyle çelişen kararları doğurdu. Erdoğan, Batı’ya yaptığı “Otoriterleşmemi eleştirip beni zor durumda bırakırsan Rusya’ya giderim” blöfü tutmayınca, Ukrayna’ya SİHA satarak transatlantik ittifakın gözüne girmeye çalıştı.
Böylece Rusya’yla kapışmasında Türkiye’yi tam olarak yanına çekmeye odaklanmış Kiev’e bunu rahatlıkla yapabilmesine imkan tanıyan bir silah bizzat Ankara tarafından takdim edilmiş oldu. Şöyle ki Putin’in Donbas’daki ayrılıkçı bölgelerin bağımsızlıklarını resmen tanıdığını ilan etmesi, Batı ve Rusya arasında Ukrayna üzerinden süren gerilimin bir süre daha şiddetini koruyacağı anlamına gelmektedir. Putin Donbas’daki ayrılıkçı rejimleri şu an fiilen hakim oldukları topraklarda değil, halihazırda Ukrayna ordusunun kontrolündeki kısımları da içerecek şekilde daha geniş bir alanda tanıdı. Bu cephe hattındaki askeri harekatlarda Ukrayna ordusu sık sık Türk SİHA’larını kullanmaktan kaçınmayacak, bu ise Rusya’nın öfkesini çektiği oranda Ankara – Moskova ilişkilerinde gerilimi yükseltecektir. Ukrayna’da SİHA’lar için bakım ve üretim tesisi kurma anlaşması imzalayan Türkiye, Moskova’dan bu desteği sonlandırması baskısına maruz kalacaktır.
Ukrayna hükümeti hem Türk SİHA’larını kullanma, hem de bunları kullandığını tüm dünyaya ilan ederek adeta Moskova’nın sinirlerini kasten hoplatma konusunda oldukça heveslidir. Bu kendi ulusal çıkarları açısından beklenmesi gereken bir yaklaşımdır.
Oysa Erdoğan rejiminin verdiği oldukça şaşırtıcı tepki, gelişmeleri kontrol etmekten, öngörebilmekten ne kadar uzak olduğunu tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Türkiye “artık o SİHA’ların Türk SİHA’ları olmadığını, Ukrayna’ya ait olduğunu” söylemek suretiyle Moskova’nın gazabından kendisini korumaya çalışmaktadır. Uluslararası ilişkilerde bu kadar kritik silahları sattığınızda, bunun nerede ve nasıl kullanılacağından da doğrudan sorumlu tutulursunuz. Nitekim Türkiye Etiyopya ordusuna sattığı SİHA’lar yüzünden ülkedeki iç savaşa ister istemez müdahil olmuş kabul edildiğinden, güvenlik tehditlerinin artması üzerine Addis Ababa gibi önemli bir Afrika başkentinde büyükelçiliğini kapatmak zorunda kaldı. Bu hadise, Ukrayna’da önümüzdeki dönemde benzer gelişmelerin yaşanmasını önleyememe ihtimalinin göz önünde bulundurulmasını gerektirmektedir.
Erdoğan Ukrayna krizinde Putin ve Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky’yi Türkiye’de bir araya getirerek arabulucu olmaya soyundu, hatta iki ülkenin de buna olumlu yaklaştığından bahsetti. Oysa Putin dün krizde yeni bir aşamaya geçildiği anlamına gelen kritik açıklamalarını yaparken kendisi gözlerden uzakta Afrika ülkelerine ziyaretlerde bulunuyordu. Putin Donbas’daki ayrılıkçı rejimleri tanıyacağını açıklamadan önce Alman Şansölyesi Scholz ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron’u arayıp önceden bilgi verdi, ama aynı nezaketi arabulucu olma arzusunu ilan etmiş Erdoğan’a da göstermeye gerek görmedi. Uluslararası kamuoyunda “Hani Erdoğan arabulucu olacaktı?” sorusu bile doğmadı. Bu acıklı manzara, Türkiye’nin gelişmelere etki etme gücünün ne denli azalmış bulunduğunun sanırım bir başka kanıtı oldu.
Batı ve Rusya arasında yaşanan son gerilim 1963 Küba Krizi’ni hatırlatıyor. İçeride popülaritesi düşen Kruşçev gerginliği yükseltirken istediğini alamayıp ülkeyi savaşın eşiğine getirdiği için sonrasında koltuğunu kaybetmişti. Aynı akıbet bu kez Putin için de söz konusu olabilir. Putin’in krizden istediğini elde ettiğini söylemek pek mümkün değil. Dün akşamki Milli Güvenlik Konseyi’nde istihbarat başkanıyla yaşadığı gerilim, attığı adımlara yönelik Rus eliti içindeki muhalefete ilişkin de fikir vermektedir.
2014’te Kırım’ın ilhakından bu yana Batı’nın yaptırımlarına maruz kalan Rusya, bunlardan kurtulmak hedefiyle Batı’yı Ukrayna’da büyük bir pazarlığa çekebilmek için Suriye’deki iç savaşa haddinden fazla müdahil oldu. ABD’li pek çok uzman Rusya’nın Suriye’deki varlığını bu perspektiften okuyordu. Neticede Putin bu sonucu elde edemedi. Hatta kriz Rusya için yeni bir ağır bedele yol açtı.
Önceki Alman Şansölyesi Angela Merkel, Baltıklar üzerinden doğrudan Rusya’dan Almanya’ya doğal gaz taşıyan Kuzey Akım II boru hattına Avrupa’nın Rusya’ya enerji alanında bağımlılığını artırdığı ve Ukrayna’yı ekonomisi için kritik önemdeki transit gelirlerinden mahrum ettiği için karşı çıkan ABD yönetimini, Biden’la yürüttüğü ustalıklı bir diplomasiyle sessizce ikna etmişti. Tamamlanan hattın devreye girmesi için sadece bürokratik işlemler kalmıştı. Putin bu hat devreye girmeden Ukrayna’da gerilimi yükseltip Donbas’taki ayrılıkçı rejimlerin bağımsızlığını tanıdığını ilan edince Şansölye Scholz bugün Kuzey Akım II hattının onay sürecini süresiz olarak durduklarını ilan etmek zorunda kaldı. Aksi takdirde Berlin’in Washington’la ilişkilerinin gerilmesi işten bile değildi. Almanya’da iktidardaki Sosyal Demokratlar geleneksel olarak Rusya’yla ilişkilerin uzlaşmayla götürülmesi taraftarıdır. Bu gerçek de dikkate alındığında gelinen noktanın Rusya için kötü bir netice olduğuna kuşku yoktur.
Putin, Rusların “Sovyet dönemini özlemeyenin kalbi yoktur, onu yeniden kurmak isteyenin ise aklı yoktur.” sözünün ikinci yarısını unutmuş gibidir. Tarih boyunca Rus müesses nizamının kendi liderlerinden beklentisi, ilişkileri kopma veya çatışma aşamasına getirmeden Batı’ya hedeflenen konularda geri adım attırmayı başarmasıdır. Bunu yapamadığı görülen Putin’i Rus iç siyasetinde zorlu günler bekliyor olabilir. Bu nedenle de Erdoğan’ın savrulmalarına tahammülünün az olacağı bir süreç de beklenmelidir.
- Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***