Tarihe ve bugüne baktığımızda, Amerika Birleşik Devletleri’nin ve dönem dönem biçim değiştirse de Rus devletinin temel özelliklerinin dünyada ve kendi arka bahçelerinde vasallık olduğunu görürüz.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD, “arka bahçesi” Latin Amerika ile yürüttüğü vasallık ilişkisiyle yetinmemiş ve dünya çapında yayılmıştır. Uzak Asya halklarına karşı savaşmak ve yenilmek zorunda kalmasının anlamı budur. Uzak Asya yenilgisinden sonraki süreçte ABD epeyce güç kaybetmesine rağmen, bu dünya jandarmalığı rolünden vazgeçmiş değildir.
Rusya ise, ABD ile dünya hegemonyası yarışına girse de, ABD’den farklı olarak, her zaman “arka bahçe”sindeki ülkelerle vasallık ilişkisini sürdürmeye daha büyük ağırlık vermiştir. Belki de bu, ABD gibi finans gücüne değil de, süngü gücüne dayanmasından ileri geliyordur. Bu vasallık, ya tabi ülkenin doğrudan doğruya Rus imparatorluğunun sınırları içine dâhil, yani ilhak edilmesi ya da tabi devlet kendi ulusal sınırlarına sahip olsa da vasal devlet-tabi ülke ilişkileri çerçevesinde yürütülmüştür. Sovyetler Birliği döneminde, görünüşteki “özerk” tabi ulusların yanı sıra, Sovyetler Birliği’nin batısında yer alan “arka bahçe”sindeki, Baltık ve Doğu Avrupa ülkelerinde vasilik ilişkileri sürmüştür. Rus devleti, bu bölgelerdeki ülkelerin vasilik ilişkisinden kurtulma girişimlerini fiili işgallerle yanıtlamıştır.
Sovyetler Birliği, 1939 yılında, Nazi Almanya’sıyla gizlice anlaşarak Polonya’nın doğusunu işgal etti. II. Dünya savaşından sonra Almanya’nın doğusu da dahil olmak üzere tüm doğu Avrupa ülkelerini (Polonya, Çekoslovakya, Macaristan vb.) hegemonyasına aldı ve kendi vasallık alanı olarak ilan etti. Güneyindeki Ukrayna, Belarusya zaten Sovyetler Birliği’ne tabi “özerk” ülkelerdi. Ukrayna, ancak 1990’da Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, “bağımsız” bir ülke haline gelebildi.
Fakat “bağımsız” ülke olmak, Rus devletinin “arka bahçesi” olmaktan ve bu devletin hegemonyasından, hatta işgal tehdidinden kurtulmak anlamına gelmiyordu. Bunun yakın tarihteki örnekleri, 1956 yılındaki Macaristan ayaklanmasından sonra Sovyet ordusunun Macaristan’ı işgal etmesi; 1968’de, Çekoslovakya’daki reform hareketini tanklarıyla ezmesi ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra Stalin’in Tatar nüfusu Sibirya’ya sürdüğü, Ukrayna’ya bağlanmış Kırım’ı 2014’de yeniden ilhak etmesidir.
Günceldeki Ukrayna meselesine gelecek olursak, Sovyetler Birliği’nin dış politika çıkarlarını aynen devralan Rusya Federasyonu’nun, uzun yıllar “kendi toprakları” olarak gördüğü Ukrayna’nın, hemen güneyinde ayrı bir devlet olarak varlığını sürdürmesinden son derece rahatsız olduğu ve fırsatını bulduğu an bu ülkenin tepesine binmeyi planladığı çok açıktır. Nitekim, Ukrayna kendi egemenliği altındayken, tipik hegemonyacı bir uygulama olan Rus nüfus yerleştirme uygulamasıyla Ukrayna’nın doğusundaki Dombas bölgesini fiilen zaten ilhak etmiştir. Ukrayna’nın NATO’ya girmesi-girmemesi vb. “sorunu” sadece Rusya’nın Ukrayna’yı yeniden ilhak etme planının bahanesidir.
Ukrayna NATO’ya girmese de (zaten batı bundan vazgeçtiğini açıklamıştır) Rusya baskısını sürdürecek ve eninde sonunda Ukrayna’ya saldıracaktır. Bunu, geçmişte Baltık ülkelerine ve Finlandiya’ya yaptığı gibi, “kendisinden yardım isteyen” bir kukla hükümetin daveti ile yapacağını tahmin ediyorum. II. Dünya savaşından önce Kuusinen’in başında bulunduğu, Moskova’da üslenmiş kukla Finlandiya Hükümeti, Sovyetler Birliği’ni ülkesine “davet” etmiş ve bunun üzerine Sovyet ordusu “Kuusinen Hükümeti”nin “davetiyle” Finlandiya’ya saldırmıştı. Bu girişim, Finlilerin kahramanca direnişiyle akim kalmıştı, o başka.
Pek yakında “yeni kurulmuş Ukrayna Hükümeti”nden Rusya’ya bir “davet” gelirse (ki bu savaş ilanının bir başka biçimidir) hiç şaşırmam.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***