Seyit ALDOĞAN
Atina
Türkiye-Yunanistan arasında Doğu Akdeniz’deki kaynakların paylaşımı merkezinde yükselen gerilim devam ederken Yunanistan’da yayımlanan Günlük Kathimerini gazetesi editörlerinden Gazeteci Yannis Elafros, konuyla ilgili sorularımızı yanıtladı.
Denizler üzerinde yapılan paylaşımlar için, “Aslında bu durum geleceğimizin uluslararası kapitalist şirketler tarafından baklavanın dilimlenerek bölüşülmesine benzeyen bir paylaşmaya benzemektedir” diyen Elafros hem Atina hem de Ankara’ya milliyetçi politikalarda ısrar eleştirisi yaparak, “Türkiye ve Yunanistan halkları ve bölgenin diğer halkları bu ‘koruyucular’dan ve yerli gericiliklerden kurtulurlarsa ancak gerçek barış ve dayanışma sağlanır” dedi.
Yunanistan ve Türkiye arasında gerçekten deniz sınırı diye bir sorun var mı? Deniz sınırları konusunda uluslararası haklar yok sayılıyor mu ya da çiğneniyor mu? Eğer varsa çözümü nasıl olmalı?
Sorunu, Atina ve Ankara merkezli olarak devlet milliyetçiliği ile makineli tüfek gibi arka arkaya sıralanan propagandalardan ayrıştırıp ele almak gerekiyor. Son yıllardaki bütün Yunan hükümetleri, Türkiye ile “Deniz sınırlarının belirlenmesi dışında konuşacak bir sorun yok” diyorlardı. Fakat hem Türk hem Yunan hükümetleri gerekli diyaloğa yanaşmadılar ve her iki ülke “ulusal sorun” adı altında abartılı milliyetçi politikalarda ısrar ettiler.
Sınır sorununa gelince, son süreçlerde Türk hükümeti ve aynı çizgide olan partiler Doğu Ege’de bulunan Yunan adaları konusunda temelsiz ve dayanaklardan yoksun iddialarla ortaya çıkıyor ve Yunan egemenliğine ilişkin kuşkular uyandıran politikalar izliyorlar. Erdoğan’ın, Lozan Antlaşması’nın güncelleştirilmesi yünündeki edebiyatı ile uyumlu politikaları savunuyorlar. Yunanistan hükümetleri ise bugün 6 mil olan deniz sınırlarının 12 mile çıkarılması olanağını sürüncemede tutuyorlar. Diğer yandan hava sahası egemenliği ise deniz sınırındaki 6 milden farklı olarak 10 mil olarak ilan edilmiş durumda…
Barış ve dostluk isteyen her iki ülke halklarının ve her insanın, Yunanistan ve Türkiye arasındaki deniz sınırları konusundaki anlaşmazlığa karşı değişikliklere, müdahalelere ve saldırgan politikalara karşı ortak bir tutum içinde (Deniz ve hava sınırlarına yönelik olarak) olmaları gerekir. Halkların kendi aralarında alıp veremeyecekleri yoktur. Savaştan ise çıkarları hiç yoktur. Ekonomik münhasır bölgelerden çıkarı olanlar başkalarıdır.
Ekonomik münhasır bölge ilanlarının hedefi nedir? Ne tür değişikliklere neden oldular?
Ekonomik münhasır bölgelerin çerçeveleri uluslararası anlaşmalarla belirlenmiştir ve deniz üzerindeki ticari tasarrufları (denizin yüzeyini, altını ve üstündeki hava sahasını) belirler. Bir ülkenin 200 deniz milinden kıyı şeridine kadar olan alanları kapsar. İşin özü dünya yüz ölçümünün yüzde 73’ünü oluşturan denizlerin ekonomik çıkarlara göre parsellenmesidir. Aslında bu durum geleceğimizin uluslararası kapitalist şirketler tarafından baklavanın dilimlenerek bölüşülmesine benzeyen bir paylaşmaya benzemektedir. Başka ne denebilir ki!.. Yeni kapitalist “sömürgecilik” teknolojinin gelişmesiyle beraber derinlerdeki yer altı kaynaklarının çıkarılarak işletilmesi, rüzgarın, denizin ve diğer bir dizi kaynağın yeni sömürü alanlarına çevrilmesi anlamına gelmektedir. Bu durumdan büyük çıkarlar sağlayanlar uluslararası kapitalist şirketlerdir. İşçilerin ve halkın payına düşen ise yoksulluk ve sömürü, çevrenin kirletilmesi, iklim değişikliğidir. Silahlanma ve savaş faturalarının ödenmesi, komşu halklarla düşmanlığın körüklenmesidir…
“GERGİNLİĞİN ARKASINDA YUNAN-TÜRK HAKİM SINIFLARININ ÇIKARLARI YATMAKTADIR”
Türkiye ve Yunanistan arasındaki anlaşmazlıklar hangi sorunlara dayanmaktadır?
Son günlerde giderek artmakta olan gerginliğin arkasında Yunan-Türk hakim sınıflarının çıkarları yatmaktadır. İki ülke hakim sınıfları emperyalist güçlerle ittifaklar yaparak Doğu Akdeniz’de enerji rezerv ve taşıma yollarından mümkün olan en büyük payı kapma yarışına girişmiş bulunuyorlar.
Haritaya bir göz atarsanız; üzerinde anlaşılamayan ve egemenlik hakkı istenen bölgelerin bu ülkelerin kara sularından yüzlerce kilometre uzakta bulunduklarını görürsünüz. Buralarda cirit atanlar da uluslararası tekeller. Ankara ve Atina hükümetleri “uluslararası hakları” çıkarları doğrultusunda yorumlayıp kullanmaktadırlar. Yunan hükümetleri her Yunan adasının, en küçük yüz ölçüme sahip olsa bile, kıyı uzunluğundan ve coğrafik konumundan bağımsız olarak 200 mil ekonomik münhasır bölge hakkına sahip olduğunu ileri sürüyorlar. Abartı içeren temelsiz bir iddia.
Miçotakis hükümetinin İtalya ve Mısır ile imzaladığı anlaşmada küçük adaların ekonomik münhasır bölgelerinin yüz ölçümlerinin de küçük olduğu görülüyor. Hatta Girit gibi büyük bir ada için de geçerli bu. Diğer yandan Erdoğan ve hükümeti ise sadece ana karaların ekonomik münhasır bölgesinin olabileceğini savunuyor. Bütünüyle desteksiz ve temelsiz bir iddia. Türkiye’nin Libya ile yani Serrac hükümetiyle yaptığı anlaşma Yunan adalarını yok sayan bir mantıkla imzalandı.
Türkiye ve Yunanistan hükümetleri “anlaşmadan yana” olduklarını açıklıyorlar. Fakat her fırsatta bunun tam tersi yönünde hareket ediyorlar. Diyaloğu, kendi isteklerinin kabul edilmesi biçiminde dayatıyorlar. Şu anda Erdoğan askeri gücüne dayanarak tahrik eden taraf durumunda bulunuyor ve gerekirse askeri çözümlere başvuracaklarını açıklıyor. Yunan hükümeti ise AB üyesi olmasını, Fransa, İsrail, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri ile yaptığı ittifakı ön plana çıkararak puan toplamaya ve kârlı çıkmaya çalışıyor. Bu şartlarda oldukça yıkıcı sonuçlara yol açacak olan bir savaş tehlikesi daha da artmış oluyor.
Bu kabusun önüne geçmenin tek yolu her iki ülke halkları ve emekçilerinin ortak mücadele ve tepkisidir. Ege denizi barış ve iş birliği denizi olmalıdır.
Savaşa doğru bir gidişatın gözlendiği bu şartlarda NATO, AB, ABD bölgeye daha fazla müdahale etme olanaklarına kavuşmaktadır. Bu güçlerin amacı nedir? Müdahaleler çözüme katkı sağlar mı?
Güçlü emperyalist ülkelerin barış için çaba göstereceklerine inanmak itfaiyenin başına “piromanis” (yangını seven ve yangın çıkaran) birini getirmek gibi bir şeydir. ABD ve AB’nin güçlü ülkeleri kendi çıkarları doğrultusunda oyunlar kuruyor ve yangını körüklüyorlar. Mümkün olan bütün yöntemleri kullanarak kendilerine bağlı tekellerin enerji rezervlerini ellerine geçirmeleri için çalışıyorlar. Stratejik öneme sahip coğrafik bölgelerdeki rekabet başka nasıl açıklanabilir!
ABD, Türkiye ve Yunanistan arasında ara buluculuk yaparken aynı zamanda her iki ülkeye silah satıp, ekonomik ve askeri üsler kuruyor. Almanya ise ekonomik çıkarlarını ön plana çıkaran bir politika izliyor ve bölgede söz sahibi olan bir ülke olmayı hedefliyor. Diğer yandan göçmen almamak için de Türkiye ve Yunanistan’ı insanlık dışı uygulamaların olduğu, ırkçı bir kale konumunda tutmaya çalışıyor.
Fransa da benzeri çıkarlar peşinde. TOTAL, Suriye’de, Libya’da, Lübnan’da enerji kaynaklarının çıkarılıp işletilmesi doğrultusunda birçok anlaşma imzalamış bulunuyor.
Rusya ise Suriye’yi sıçrama tahtası olarak kullanıp bölgedeki uluslararası konumunu daha da güçlendirme peşinde. Türk-Yunan ilişkilerinde bütün bu dengelerin rol oynamadığını ve yaşanan gerginliğin bölgedeki paylaşım ve hakimiyet rekabetinden bağımsız olduğunu söylemek mümkün değil.
“HALKIN EZİCİ ÇOĞUNLUĞU SAVAŞA KARŞI BİR TUTUM İÇİNDE”
İki ülke arasındaki gerginlik Yunanistan’daki gündemi değiştirdi mi? Halk bir savaş korkusu yaşıyor mu? Nasıl yorumlanıyor iki ülke arasındaki gerginlik?
Hükümetin ve mecliste bulunan partilerin hemen hepsinin “ulusal sorun” etrafında birlik oluşturma yönündeki sistematik çağrılarına rağmen Yunan kamuoyunda büyük bir tedirginlik yaşandığını belirtmek gerekir. Uzun süreden beridir sistematik olarak “ulusal haklar” söylemi altında Makyavelist ve maceracı bir propaganda yapılıyor. Oluşan bu ortam içinde Yunan hükümetini, Türk hükümeti karşısında geri adım atmakla suçlayan ve askeri müdahaleyi de kapsayan dinamik cevapların verilmesi gerektiğini söyleyen kesimlerin sesi daha gür çıkmaya başladı.
Fakat halkın ezici çoğunluğu savaşa karşı bir tutum içinde. Halk bu gerginliklerin ve olası sonuçlarının sınırları savunma ve halkın özgürlüğü ile bir ilgisinin olmadığını görüyor.
Sorunun Yunanistan’daki gündemi değiştirdiğini ve öne çıktığını belirtmek gerekir. Pandemi ikinci plana düştü.
Yunanistan halkı Erdoğan yönetimini nasıl görüyor?
Son yıllarda Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin giderek kötüleşmesi de göz önünde bulundurulduğunda Yunan kamuoyunda Erdoğan hükümetine karşı çok olumsuz bir görüntü egemen oldu. Durumun böyle olmasının asıl nedeni ülke içinde ve dışında izlenen baskı, tehdit ve yayılmacı politikalar.
Sanırım tersi bir durum Türkiye’de yaşanıyor. Yunan hükümetlerine karşı basın sistemli bir yayın sürdürüyor. Yunan basınının ezici çoğunluğu Erdoğan’dan Osmanlı geleneğine de atıfta bulunan “Sultan” diye bahsediyor. Aynı zamanda sermaye sınıfının çıkarlarını halkın çıkarları üstünde tutan, bu doğrultuda bölgesel güç olma hedefiyle hareket eden, diğer yandan ise halkını ve emekçileri ezen bir yönetici.
SYRIZA HÜKÜMETİN ÇİZGİSİNDE
Türkiye-Yunanistan gerginliği konusunda ana muhalefet partisi SYRIZA’nın tutumunu nasıl yorumluyorsunuz?
Bütünüyle hükümet politikalarına paralel bir çizgide duruyor. SYRIZA hükümet olduğu dönemde ABD ile ilişkileri geliştirdi ve yeni üs olanakları sundu. Hükümet olmadan önceki ABD ve NATO politikasını bir kenara bırakarak, İsrail ve Mısır’la anlaştı ve saldırgan bir eksen içinde yer aldı. Bu anlaşma sonrasında Filistin halkından yana olan tutumunu da değiştirdi. Yunan sermayesinin “büyük Yunanistan” rüyası ve emperyalist planlardan birini oluşturan Eastmed enerji hattını önerdi.
SYRIZA şu anda barışı savunmak bir yana iktidardaki Yeni Demokrasi Partisini Türkiye karşısında yumuşak bir ses tonu kullanmakla suçluyor. Parti içinde aslında ortak bir tutum yok. Örneğin SYRIZA, Mısır ile imzalanan ekonomik münhasır bölge anlaşmasında çekimser oy kullandı. Aslında SYRIZA milletvekilleri ret oyu verilmesinden yanaydılar çünkü anlaşmayı Türkiye karşısında geri atılmış bir adım olarak değerlendiriyorlardı.
“AB’NİN DESTEĞİ HALK İÇİN DEĞİL SERMAYE İÇİN”
Türkiye hükümeti Yunanistan’ın AB tarafından savunulduğunu ve destek gördüğünü dile getiriyor. Sanırım Türkiye kamuoyunda da benzeri bir algı var. Yunanistan AB üyesi olduğu için destek görüyor mu?
Yunanistan’ın AB’den destek gördüğünü söylemek şuna benziyor: Bir cenazeye gidiyorsunuz ve “Başınız sağ olsun” demiyor da “Darısı bizim başımıza” diyorsunuz. AB, IMF ile beraber 2010 yılında başlayan ve işçi ve emekçilere, emeklilere, gençlere ve yoksul halk kesimlerine karşı toplumsal bir kıyıma dönüşen politikaların sahibidir. Eğer bir destek varsa bu Yunan sermaye sınıfı içindir, halk için değil. Miçotakis hükümeti her fırsatta AB’ye bağlılığını dile getiriyor. Basının bir bölümü ve siyasi partiler ise AB’nin yeterli destek sunmadığını ve Türkiye’ye karşı yaptırım kararlarının alınmadığını söylüyorlar. Berlin, Paris ve Roma kendi çıkarlarını gözetiyor ve bu yönde hareket ediyorlar. “Avrupa dayanışması” bir mitolojidir ve bu gerçek Yunan halkı tarafından her gün daha iyi anlaşılıyor.
Türkiye ve Yunanistan halkları ve bölgenin diğer halkları bu “koruyuculardan” ve yerli gericiliklerden kurtulurlarsa ancak gerçek barış ve dayanışma sağlanır.
“IRKÇI PROPAGANDALAR YERİNE İKİ HALK ARASINDAKİ BARIŞ ÇABALARI ARTIRILMALI”
Türkiye hükümeti Ayasofya’yı müze olmaktan çıkarıp camiye dönüştürdü, Batı Trakya’daki müftülük ve azınlık sorununu gündeme getirdi, göçmen sorununu gerginliğin nedenlerinden biri gibi gösterdi vb. Yunan kamuoyu bütün bunları nasıl görüyor? Yunan hükümeti de bu yönde bir propagandaya yönelmedi mi?
Dünya kültür mirası olarak kabul edilen ve kültürel bir miras konumunda bulunan Ayasofya, halklar arasındaki köprü ve dostluğun sembolü olarak korunmalıydı. Halka karşı ırkçı ve dini bir doping aracına dönüştürülmesi kabul edilecek bir şey değil. Aynı şey azınlıklar konusunda da geçerli. Kuşkusuz azınlık sorunlarına eğilmek ve taleplere saygı göstermek gerekir. Ama Erdoğan’ın amacı gerçekten azınlık hakları değil. Ulusal haklar ve azınlık hakları konusunda Türk hükümetinin tutumu dünya kamuoyunda biliniyor.
Ülkelerden birinde geliştirilen milliyetçiliğin diğer ülkede de etkili olduğu ve karşıt milliyetçiliği geliştirdiği ortada. Erdoğan’ın iç kamuoyuna yönelik milliyetçi propagandaları Yunanistan’da da “Erdoğan’ın tahriklerine cevap” adı altında milliyetçiliğin kabarmasına yol açtı. Milliyetçi ırkçı propagandalar yerine iki halk arasındaki barış ve kardeşliği savunan, emekçilerle yoksul halkın paylaşamayacakları bir şey yok diye mesajlar veren çabaların artırılması gerekir. Barış ve dostluğun da karşılıklı olarak gelişip güçleneceğine kuşku yoktur.
Reklam