Geçtiğimiz birkaç gün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan açısından oldukça hareketli geçti. Geçtiğimiz ay sonunda Hicri Yılbaşı’nı kutlayan Erodoğan, tıpkı Ayasofya gibi, daha önce müzeye dönüştürülen dördüncü yüzyıldan kalma Bizans kilisesi Kariye’yi de camiye çeviridi.
Bir sonraki gün Karadeniz’in gelmiş geçmiş en büyük doğal gaz rezervini bulduğunu açıkladı. Geçtiğimiz ay ortalarında BAE ve İsrail arasında kurulan diplomatik ilişkiye tepki olarak İsmail Haniye liderliğindeki Hamas heyetini Ankara’da ağırladı.
Tüm bu hamlelerin, Erdoğan’ın İslamcı güç vizyonunu dünyaya yansıttığını aktaran ABD Yale Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Alan Mikhail, Amerikan Time dergisindeki makalesinde ülke içinde İslamcı bir gündemi savunmakla doğal kaynakları güvence altına almak ve Türkiye’nin gücünü yurt dışına dayatmanın birlikte yürütüldüğünü, buna iç baskıların da eklendiğini belirtiyor.
Hicri Yılbaşı’nın Erdoğan’ın sosyal medya özgürlüğünü daha da kısıtlaması ve Türkiye’yi, Avrupa Konseyi’nin kadınları aile içi şiddetten korumayı taahhüt eden 2011 tarihli İstanbul Sözleşmesi’nden çekmeyi düşündüğüne şahit olduğunu da aktaran Mikhail, Türkiye, Ortadoğu ve dünyadaki demokratik halkların bu durumdan endişelenmesi gerektiğinin altını çiziyor.
Yeni çıkan; GOD’S SHADOW: Sultan Selim, His Ottoman Empire, and the Making of the Modern World (Tanrı’nın Gölgesi: Sultan Selim, Onun Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Dünyayı İnşa) kitabının da yazarı olan Mikhail, “Erdoğan’ın Osmanlı İmparatorluğu’nu ‘diriltme’ ya da kendisini bir padişah gibi gösterme girişimleri hakkında çok şey yazıldı. Bu bir gerçek. Ancak Erdoğan’ın siyasi gündemini ve ufkunu anlamak için, Erdoğan’ın hangi Osmanlı sultanı olmak istediğini iyi anlamalıyız. Olmak istediği; imparatorluğun dokuzuncu padişahı Yavuz Sultan Selim” diyor.
“Yavuz Sultan Selim 500 yıl önce 1520’de öldü. Yaşamı boyunca Osmanlı İmparatorluğu güçlü bir bölgesel güçten devasa bir küresel imparatorluğa dönüştü. Erdoğan için yarım bin yıl önce yaşamış bu padişah günümüz ihtiyaçlarına hizmet ediyor” diyen Mikhail, Selim’in birçok yönden Erdoğan’ın geçmişinden günümüzün sembolik kullanımının bir figürü olan Andrew Jackson rolünü üstlendiğini belirtiyor.
Selim’in, Türkiye’ye Washington’dan Pekin’e, hem yabancı hem de yerli rakipleri ezip geçen küresel bir siyasi ve ekonomik güç haline gelmesi için bir şablon sunduğunu belirten Mikhail, Selim’in Erdoğan’a kuruluşundan bu yana hüküm süren egemen elit sekülerizme karşı çağdaş Türkiye’de taklit etmeye çalıştığı Osmanlı geçmişinin ihtişamının hayati bir bileşeni olan İslam’ı kültürel ve siyasi bir güç kaynağı olarak savunmasına yardım ettiğini belirtiyor.
“Erdoğan’ın, Selim’in Türkiye’nin siyasi gücüne ilişkin dışlayıcı vizyonunu benimsemesine karşı dikkatli olmalıyız” diyen Mikhail şu görüşleri dile getiriyor:
“Bölgesel savaşlara, dini azınlıkların imha edilmesine ve küresel ekonomik kaynakların tekelleşmesine yol açan güçlü adam siyasetinin tarihsel bir örneğini temsil ediyor (Selim). Türkiye’nin etrafındaki doğalgaz rezervlerini tekelleştirme girişimlerine ek olarak, bugün bu Erdoğan’ın Libya, Suriye ve Yemen’deki dış askeri girişimleri olarak şekil alıyor.
Ülkesinde Türkiye’deki Alevi toplumun, Kürtlerin, aydınların, Hıristiyanların, gazetecilerin, kadınların ve solcuların peşine düştü. Erdoğan, İslam’ı Türkiye’nin iç gündeminin merkezine oturtmak için kendi Sünni inancını geliştiriyor. Kilise dönüşümleri bunun en güçlü son sembolleridir.”
Erdoğan’ın Selim’i, Türkiye’nin küresel siyasi gücünü mümkün kıldığı için sevdiğini de aktaran Mikhail, Osmanlı İmparatorluğu’nun 1517’de bölgedeki en büyük rakibi Memlükleri yenerek Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı hakim olduğunu ve Osmanlı’yı dünyanın en büyük devletlerinden biri haline getirdiğini belirtiyor.
1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin imparatorluğun çöküşünden bu gücün çoğunu miras aldığını da vurgulayan Mikhail, her modern Türk liderin yeni cumhuriyetin seküler ve modern yüzünü göstermek için kendini Osmanlı ve İslam’dan uzak tuttuğunu, ancak Erdoğan’ın ise bu mirası aktif olarak kucaklayan ilk lider olduğunu ifade ediyor.
Selim’in başka bir noktada da Erdoğan iktidarının imajının anahtarı olduğunu ifade eden Mikhail, “Selim’in Memlükleri yenmesi, iki yüz yılı aşkın bir süredir nüfusunun çoğunluğu Rum Ortodoks olan Osmanlı İmparatorluğunu tarihinde ilk kez çoğunluğu Müslüman olan bir devlet haline getirdi. Bu zaferle Selim, İslam’ın en kutsal şehirleri olan Mekke ve Medine’yi yöneten ilk Osmanlı padişahı oldu ve böylece halife unvanını kazandı ve imparatorluğun küresel İslami kimliğini pekiştirdi. Selim hem padişah hem de halife olan ilk Osmanlı iken, Erdoğan da her iki unvana sahip olduğunu iddia eden ilk cumhuriyet lideridir” diyor.
Başkan Donald Trump’ın Andrew Jackson’ın sembollerini bilinçli bir şekilde yerleştirmesi gibi – Oval Ofis’te portresini sergiliyor ve heykellerini savunuyor – Erdoğan’ın alenen Selim ticareti yaptığını öne süren Mikhail, Erdoğan’ın bu konudaki en dikkat çekici eyleminin İstanbul Boğazı üzerinde inşa edilen üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim’in ismini vermesi olduğunun altını çiziyor.
Erdoğan ayrıca Selim’in türbesi ve onun diğer anıtları için devasa kaynaklar harcadığını anımsatan Mikhail, usulsüzlüklerin gölgesinde yapılan 2017 anayasa referandumu ile gücünü büyük ölçüde pekiştirdikten sonra ilk kez Selim’in türbesini ziyaret ettiğini de ifade ediyor. Mikhail, Erdoğan’ın bir hac vazifesi yapmış gibi yıllar önce çalınan kaftan ve türbanını da Selim’in türbesine yeniden yerleştirdiğini, bu tür eylemlerle
Erdoğan’ın rol modelinin kim olduğunun açıkça ortaya çıktığını da ileri sürüyor.
Erdoğan ve İslamcı parti arkadaşlarının kendilerini sürekli olarak Osmanlı’nın “torunları” olarak tanımladıklarını ifade eden Mikhail, Erdoğan’ın Selim’in sahip olduğu zenginlik ve bölgesel güce benzer bir siyasi programı yeniden canlandırmak istediğini, bunun ise Türkiye, Ortadoğu ve hatta dünya için tehlikeli bir olasılık olduğunu belirtiyor.
Mikhail makalenin sonunda ise, “Türkiye’yi yeniden Osmanlı yapmak, Erdoğan’ın gerçekten de kullanıma hazır olduğunu gösterdiği türden şiddet ve sansürü gerektiriyor. İster Türkiye, ister ABD’de olsun buradaki evrensel ders, algılanan büyüklüğe geri dönüş çağrılarının, tartışmalı tarihi şahsiyetleri seçerek yapılması, tarihleri alt üst eder, nefret ve bölünmeyi arttırır” şeklinde ifadeler kullanıyor.