YORUM | M. NEDİM HAZAR
85 yaşındaydı Nusret amca…
5 yıldır tutukluydu ve yargılanıyordu.
Öylesine zehirli bir çağın zalimlerinin eline düşmüştü ki, Firavunlara taş çıkaracak bir nefretle muamele ve zulüm gördü.
Yaşlıydı ve hastaydı…
En önemlisi masumdu, bir melek kadar masum hem de…
Hayatı boyunca iyilikten başka şey düşünmemiş eline çakıl taşı ya da tırnak çakısı bile almamıştı.
Sıradan bir Anadolu esnafıydı, berberdi.
Zalimler onun gibi milyonların hayatını paramparça etmeye ant içmişlerdi.
Sonunda onun da kanına girdiler, vebalini aldılar, hesap ahirete kaldı…
Ruhunun ufkuna yürüyüp gitti Nusret Amca…
Başta saraydaki zalimin uşakları olmak üzere, solcular, Atatürkçüler, Kürtler, Aleviler, liberaller utanç verici bir suskunlukla 85 yaşındaki bu masum insana yapılan zulmü görmezden gelip, zalimin bıçağını bileylediler.
Ergenekoncular ise malum… Onlar bebeklerden yaşlılara kadar herkesten intikam almaya ant içmişlerdi.
Zalimlerin, şeriklerinin, yardakçılarının, arsızların, hırsızların, haysiyetsizlerin yürekleri soğumuş mudur bilmiyorum.
Bir vicdanları olmadığı için, o kısmı hiç sormayacağım.
Şöyle bir durum var sevgili dostlar.
Elbette bu süreç bitecek.
Alçaklar ve zalimler şu ya da bu şekilde defolup gidecek, tarih sahnesinden silinmeden evvel muhtemelen (Hitler’in uşakları gibi) özgür dünyaya ve masumlara şirin görünmeye çalışacaklar.
Mazlumların o zaman işi çok zor olacak.
Zulmün zirve yaptığı dönemde, bırakınız mazluma sahip çıkmayı, bırakınız en azından susmayı, zalim ile beraber zulme ortak olan ruhları iki paralıklar pişmanlık rollerine bürünecekler.
Ve zor bir duruma düşecek yine mazlumlar.
Çünkü onların lügatlerinde nefret yok, kin yok, intikam yok.
Onlara tarihte eşi benzeri az görülen bu zulmü yapanlara haklarını helal edip etmemek konusunda büyük tereddütler yaşayacaklar.
Muhtemelen kendi aralarında çok büyük tartışmalar olacak ve korkarım ki bazı masumlar o anlarda kaybetmeye başlayacaklar.
Zalimin zulmü sürecini başarıyla geçip, zulüm sonrası dönemde kaybedenlerden eylemesin Yüce Mevlam kimseyi!
Bosna’da yakın zaman önce yaşanan zulüm ve sonrasında olanlar bize biraz yol gösterebilir diye düşünmekteyim.
Sırp vahşeti tüm dünyanın gözleri önünde ve Avrupa’nın göbeğinde yaşandı.
Vahşi süreç sonrasında mazlumlar benzer bir tereddüt yaşadı.
Bu esnada rahmetli Aliya’nın muhteşem bir konuşmasına denk gelmiştim.
Şöyle diyordu:
“Affedebilirsiniz ama asla unutmayın!”
Belki bu muhteşem cümle bu devrin mazlumları için de bir yön ve ufuk verici kıstas olabilir.
Bu yazıyı niye kaleme alıyorum?
Bence yaşanan bu zalim süreçte zalimin yanında olan, hatta onun değirmenine su taşıyan bahtsızlardan biridir Bülent Arınç.
Şahsen, değişik dönemlerde Cemaat toplantılarında yaptığı konuşmaların hepsinin samimiyetsiz ve riyakarca olduğuna kanaat getirmeme sebep olan bir kaybediş insanıdır.
Bu sürecin büyük kaybedenlerindendir.
Arınç, Nusret Amca’nın ardından bir mektup yayınladı, açık bir mektup.
Şöyle başlıyordu: “Nusret Ağabeyin ardından…”
Açıkçası büyük bir öfke ve önyargı ile okumaya başladım Arınç’ın mektubunu.
Ona olan kızgınlık ve öfkem her daim diri kalıyordu adeta. Bir tür timsah pişmanlığıydı belli ki bu satırlar.
Arınç’ın profesyonel bir samimi görüntü oyuncusu olduğuna olan inancım da yine bu süreç dolayısıyla pekişti.
Gerek konuşurken, gerek yazarken aynı sentetik samimiyeti başarıyla giyiyordu üzerine.
Bunu yutacak yaşta ve deneyimsizlikte değildim şüphesiz.
Bu sebeple Arınç’ın yazısının ilk bölümü beni çok fazla etkilemedi açıkçası.
Klasik bir giriş ve sonrasında beklediğim bölüm gelmişti. 15 Temmuz vurgusu ve bunu saray anlatısına göre aktarma.
Tayyip kardeşine yaranmak olarak gördüm biraz da öfkeyle dolarak.
Bu satırlardan sonra başladı beni şaşırtan ve bambaşka şeyler düşünmeme sebep olan kısımlar.
Bir kere, genel bir prensip manzarası ortaya koyuyordu Arınç.
Bence bu önemliydi.
Hastaların, yaşlıların mahkum olsalar bile hapishanelerde çürütülmemesi gerektiğini savunuyordu.
Saraydaki ruh hastaları için çok öfkelenilecek cümlelerdi bunlar.
Şu cümle önemliydi bence:
“Bu konudaki tek muhatabım 15 Temmuz gecesi eline silah almamış, hiçbir şekilde silahlı eylemde bulunmamış, kendi hallerinde Türkiye’nin her yerinde imamı, müezzini, öğretmeni, doktoru, esnafı, emeklisiyle ‘Sen bu örgütün üyesisin.’ denerek cezaevine doldurulmuş insanlardır.”
Yaklaşık 500 bin insandan bahsettiğinin farkında mıydı bilmiyorum ama 15 Temmuz Allah’ın lütfu olarak görülüp bir soykırım uygulanmıştı bu ülkede.
Evet, Arınç tam da o dönemde zalimin hemen yanında duruyordu.
Utanç verici bir suskunlukla onu cesaretlendiriyordu.
Bu yüzdendi ona olan öfkem.
Ancak mektubun bir sonraki kısmı, beni gerçekten derin düşüncelere itti.
Şu cümleler bana çok samimi geldi:
“Nusret Ağabey hakkını helal et. Ben, senin ve senin durumunda olanlar için kamuoyunun şahit olabildiği ve olamadığı tüm mecralarda, sesimin ve gücümün yettiğince bildiğim doğruları söyledim. Ama gözler kararmıştı, köşebaşlarını tutan zebaniler kan ve intikam ateşiyle yanıyorlardı. Doğru bildiklerimi söylediğim için ben de hakaret gördüm, azarlandım, horlandım, Fetöcü olarak hedef gösterildim. Sana ve arkadaşlarına faydalı olamadığım gibi kendime de faydalı olamadım.”
Bu cümleler mazlumların Arınç’ı affetmesi için yeterli mi bilmiyorum.
Ama saray psikopatlarının öfkelerini zıplatacağından kuşku yok.
Ve şahsen kıymetli, dahası samimi buldum bu ifadeleri.
İçten geldi bana.
Benim Arınç’ı affedecek durumum da haddim de yok.
Ona olan öfkemin kolay kolay azalacağını düşünmüyorum.
Ama bir mazlum çıkıp, bu nedametten dolayı “Affediyorum ama unutmayacağım” derse anlayışla karşılarım.
Belki bana kızacaksınız ama samimi hislerim bunlar!
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***