Fetiş ve fetişleştirmenin özellikle popüler kültür alanında çok sayıda örneği vardır ama ben bu yazıda sadece siyasi ve ideolojik alandaki fetişleştirme üzerinde duracağım.
Bu alanda fetişleştirme esasen liderler bazında gerçekleşmekle birlikte, fikirler, kurumlar ve örgütlere ilişkin fetişleştirmeler de bir haylidir.
İnsanlarda doğaçlamadan gelen bir fetişleştirme eğilimi zaten vardır, ancak fetişleştirmeyi düzenli bir ritüel haline getiren, genellikle, kendi bekası açısından buna şiddetli ihtiyaç duyan, devletler ve örgütlerdir.
Bazen devletlerin ya da örgütlerin fetişleri işlevlerini tamamladıktan sonra, bu kurumlar tarafından tavan arasına kaldırılırlar ama tamamen yok edilmezler. Ne olur, ne olmaz, ilerde bir gün yeniden ihtiyaç duyulabilir onlara. Kurumlara göre fetişlerin daha samimi taraftarı olan insanlar, fetiş tavan arasına kaldırıldığı halde tapınmalarını bazen gizli gizli ya da kendi küçük çevrelerinde yürütebilirler.
Devlet ve örgütler, fetişleştirip yararlandıkları “kurucu baba”nın fikirlerinden uzaklaşalı çok zaman olduğu halde fetişi meydanlarda heykel ya da dev portreler olarak korumayı sürdürürler. Bunun en iyi örneği, Pekin’in Kızıl Meydan’ındaki dev Mao portresidir. ÇKP, Kültür Devrimi’nin sona erdirilmesinin ve Mao’nun ölümünün ardından kapitalizm yolunu tutalı neredeyse 50 yıl olduğu halde Mao, o meydandan, belki biraz da hüzünle bakmaya devam etmektedir.
Dört hafta sürecek olan (ilk ikisi gerçekleşti) “Hatalı Sollama” başlıklı, “1960’lardan itibaren Türkiye’de sol” konusundaki seminerlere yoğunlaştığımdan şu sıralar fetişleştirmenin, mensubu olduğum “sol aileye” ilişkin örnekleri kafamı daha yoğun bir şekilde meşgul ediyor. Aslında çağdaş bir hareket olmasına rağmen Türkiye solu da, gerek şahısları, gerek örgütleri, gerekse solun temelinde var olan kimi fikir ve projeleri fetişleştirmekte sağdan hiç geri kalır gibi değil.
“Sağ sergi”yi gezerken gördüğümüz, zaman içinde bir hayli tozlanmış, sarıklı vb. ikonlar, “Sol sergi”yi gezdiğimizde ortadan kalkıyor ama, bu sefer de onların yerini daha “enternasyonal” ikonlar ya da kavgada düşmüş örgüt önderleri alıyor. Elbette burada, kavgada düşen önderlere gösterilen saygıyla fetişleştirmeyi birbirine karıştırmamak gerek. Birincisi haklı bir saygıdır; ikincisi ise geleneği sürdüren örgütler tarafından imal ve teşvik edilir.
Liderlerin fetişleştirilmesine karşı çıkmak, onların mücadelesine ve hatırasına saygı duyan insanların tepkisini çekeceğinden netameli bir konudur ve bu konuda kantarın topuzunu kaçırmamak önemlidir. Bu konuda çok tarize uğradığımdan belirtiyorum bunu. İnsanlar önderlerin eleştirilmesini, onların hatırasına saygısızlık olarak algılama eğiliminde.
Fakat, önderlerin fetişleştirilmesinden nemalanan ve bu fetişleştirmeyi adım adım inşa eden örgütler aslında ne kadar saygılıdır onların hatırasına? Örgütler, onların geçmiş mücadelelerinden bol bol söz edip bundan yararlanırken, özünde fikirlerini çoktan naftalinlenmiş sandıklara kaldırmışlardır. Hayır, aynısını tekrar etsinler demiyorum, elbette hayat devam ediyor, toplumlar değişiyor ve değişiklikler kaçınılmazdır. Fakat burada ikiyüzlü tutum, önderlerin fikirlerinden bir milim ayrılmıyorlarmış gibi yaparken (asla geriye dönük bir özeleştiri çabasında olmazlar) bir yandan da çaktırmadan (ve yine belirtmeden) önderlerin fikirlerinin tam tersi yönde ilerlemeleridir.
Bir de fikirlerin ve teorik önermelerin fetişleştirilmesi vardır ki en tehlikelisi budur. Neden? Çünkü yıkılması en zor fetiş budur. Örnek verecek olursam, Lenin’in “Bir Yoldaşa Mektup” adlı yazısı, aslında Bolşevik Partisi üyelerine, parti fikrini biraz da idealize ederek bir proletarya partisinin nasıl olması gerektiğini anlattığı halde, bu yazı “proletarya partisi”nin değişmez tarifi olarak fetiş hâline getirilmiş ve üstünden yüz yıldan fazla zaman geçtiği halde militanlara öyle sunulmuştur ve sunulmaktadır.
Oysa Lenin o yazıda, “polis ajanlarını avlama timleri”yle mükemmel bir “proletarya partisi”ni anlatırken, üye ve yöneticileri ikide bir yakalanıp sürgüne yollanan, oradan da Çarlık sürgün sisteminin gevşekliği (Stalin, Çarlığın bu “hata”sını asla tekrarlamamıştır) sayesinde kaçıp çalışmalarına kaldıkları yerden devam eden, fiiliyatta Çarlık polisi Okhrana tarafından delik deşik edilmiş gerçek Bolşevik hizbini (o sırada parti yoktu henüz) değil, olması gereken partiyi anlatmaktaydı.
Bizim sol ne yaptı? Lenin’in anlattığı “proletarya partisi”ni fetişleştirdi ve önüne hedef olarak koydu, daha doğrusu militanların önüne hedef olarak koydu. Bunu yaparken de halihazır örgüt elbette bu ideal ölçülere uymadığı için örgütün adının sonuna “İnşa Örgütü” diye yazmayı ihmal etmedi. Kimse yanılmasındı, zaaflarına bakıp bunun “proletarya partisi” ile ne ilgisi var demesindi. Bu, henüz “proletarya partisi” değil, onu inşa etmeye çalışan bir örgüttü. Militanlar da atın, önüne sopayla uzatılan samanı izlemesi gibi, hiçbir zaman ulaşılamayan “proletarya partisi”nin peşinden koşup durdular. Kafka’nın Bay K.’sı Şato’ya hiçbir zaman ulaşamayacaktı.
Bir de Frank Baum’un Oz Ülkesinin Büyücüsü kitabında anlattığı bir sahne vardır ki, fetişleştirmenin bir sahtekârlık ve gözbağcılık olduğunu çok güzel anlatır. Herkese korku salan ve hiçbir zaman görünmeyen, şehir halkı tarafından korkuyla karışık fetişleştirilmiş olan “Oz Ülkesinin Büyücüsü” günün birinde romanın kahramanları olan kafadarlar grubunu makamına davet etme gafletinde bulunur. Korkunç sesi duyulur. Bu sesin verdiği dehşetle titreyen “Korkak Aslan” yanlışlıkla bir paravana çarpar ve paravanın ardından titrek bir ihtiyar çıkar. Bu, gerçek “Oz Ülkesinin Büyücüsü”dür. İhtiyar, kafadarlar grubuna, “ne olur yaptığım hileleri ve sırrımı şehir halkına açıklamayın, yoksa rezil olurum” diye yalvarır.
Her fetiş, ardında hile ve sırlar saklar.
[email protected]
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***