Türkiye’deki nefret suçu eylemleri her geçen gün artıyor. Son zamanlarda yine Alevilere yönelik sosyal medyada nefret suçu işleyen Yakup Tilki “halkı kin ve nefrete teşvik etme” suçundan gözaltına alındıktan sonra çıkarıldığı mahkemece tutuklandı. Türkiye’nin geçmişine bakıldığı zaman Alevilere karşı işlenen suçlar ile hesaplaşılmamasının yanı sıra, nefret hala güncelliğini koruyor.
ALEVİLERE İNANÇLARINDAN VAZGEÇMELERİ KARŞILIĞINDA ‘CAN GÜVENLİĞİ’ TEMİNATI VERİLDİ
Yakup Tilki’nin sosyal medya üzerinden işlediği nefret suçu üzerine konuşan Ali Topuz, Tilki’nin söylemlerinden küfürleri çıkarttığınız zaman, Aleviliğe yönelik kamusal alanda canlı tutulmak istenen temel anlayışının çekirdeğinin yattığını, bu anlayışın tarihsel köklerinde toplumsal planda mezhebi gerilim ekseni içerisinde Aleviliğe yönelik dışlayıcı, aşağılayıcı, nefret suçu ve nefret söylemi içeriklerine sahip uzun bir gelenek olduğunu söyledi.
“Alevilerin kendi inanışlarından ve inanışın gereklerinden vazgeçmeleri karşılığından can güvenliği teminatı verildi. Cemler yasak ayin kapsamında düşünülüyordu ve Cem yapan dedeler cezalar alıyorlar, hakaretlere maruz kalıyorlardı. Örgütlenme imkanları ortadan kaldırılmıştı. İki alternatif vardı; ya devletin onayladığı bir şekilde Sünnileşmek ya da bu hayat zorluğunu kabul etmek.” dedi.
ALEVİLİK LAİKLİK ŞEMSİYESİ ALTINDA TAHRİBATA UĞRADI
Alevilerin en büyük zorluğu tekke ve zaviyelerin kapatıldığı dönemde yaşadığını dile getiren Topuz, Aleviliğin bir tarikat olmadığını ama tekke ve zaviyelerin kapanması ile Alevilerin eğitim kurumlarının, kendilerini yeniden üretme becerilerinin ve kadro yetiştirme kabiliyetlerini ortadan kaldırıldığının altını çizdi.
“Aslında tekke ve zaviyelerin kaldırılması kanunun Alevilere doğrudan uygulanan bir yanı yok ama bir tarikat muamelesi görmüş oldu. Bir anlamda laiklik şemsiyesi altında temel tahribata uğradı. Bunun dışında devletin laikim demesine rağmen Sünniliği – sınırını kendi biçimlendirdiği Diyanet eliyle resmi mezhep olarak görmesi – ikinci zararı verdi ve kötü fikirlerin canlı bir şekilde yaşamasına yol açtı. 60’lardan sonra Aleviler kendilerini ifade etmeye başladıklarında ise bu tarihsel kinle devletin paramiliter gizli teşkilatının buluştuğu saldırılar başladı.” dedi.
“DEVLET GÖREVLİSİ ALEVİLER”
HDP Milletvekili Ali Kenanoğlu’nun “Aleviler hiçbir dönem yüksek rütbeli asker olmadı” sözlerini hatırlatan Alin Ozinian’ın “AKP öncesi ve AKP sonrası Aleviler ne pozisyondaydı?” sorusu üzerine Topuz, 20 yıldır açık bir şekilde bütün toplumu yeniden Sünnileştirme ve dini siyasetin eksenine yerleştirecek şekilde toplumu din eliyle biçimlendirme arzusunda olan bir iktidar içerisinde yaşandığını vurguladı.
“Alevi oldukları için değil ama Alevilerin AKP’li olamadıklarından dolayı kamuya girememesi gibi bir durumun içine soktu. Alevilerin kamuda istihdamı ve kamu ihalelerinin almalarının kapısı yeniden kapandı.” dedi.
Topuz, eski yıllarda ufak bir kesim bazı ayrıcalıklara sahip olabilmiş olduğunu hatırlatırken, Doğan Dede’yi örnek verdi.
Ozinian’ın “Bu ayrıcalıklardan yararlananların devlet için “makbul gruptan” olup olmadığı sorusu üzerine Topuz, Doğan Dede’nin Malatya’nın Sünnileştirilmesi ve çevre illerde bulunan Kürt Kızılbaşların Türkleştirilmesi operasyonlarını devletle el ele yürüten kişi olduğunu anlattı.
“Kritik noktalardaki görevlere Alevileri almamak ise bir devlet seçimiydi.” diyen Topuz, durumun Cumhuriyetin ilk döneminde de böyle olduğunu belirtti.
“Çok partili hayata geçtikten sonra da böyle devam etti. 90’larda birçok kamu kuruluşunda işe girme, belirli pozisyonlara yükselme, güvenlik bürokrasisinde belirli noktalara gidebilme gibi durumlar söz konusuydu. Fakat bütün bunlar 20 yıl içerisinde yaşadığımızın bir hazırlığıydı.” dedi.
MADIMAK’TA 10 BİNLERCE KİŞİ YAKILAN ATEŞTEN MEMNUNDU
Alevi yurttaşların genel olarak rahatsızlık ve korku içinde olduklarını hem özel sohbetlerinden hem de sosyal medyadaki paylaşımlarında hissettiğini belirten Ozinian, tarihte yaşananları kullanarak insanların hassas noktasını kaşıyıp, bazı şeylerin başlayabileceği ihtimaliyle korkutan kesimler olduğunu aktardı. Alevilerin “Bir kıvılcıma bakar her şey…” sözünü hatırlaran Ozinian, bunların hep yaşanan ve yüzleşilmeyen suçlardan doğduğunu vurguladı.
Topuz, Alevilerin içinde olduğu ve ya yanında duracağı düşünülen seküler kesimlerin tasfiyesinin yürürlükte olduğunu ama Yusuf Tilki bu programın bir parçası olmadığını düşündüğünü belirtti.
“Evleri işaretleme gibi hareketlerde, din insanlarının camilerde sarfettiği içinde küfür barındırmayan sözlere bakarak cesaret alınıyor. Madımak’ın etrafında 10 binlerce kişi yakılan ateşten memnundu. Maraş’ta komşularını öldürdüler… Toplum içerisinde hızla cinai bir boyuta taşınacak bir kültürel doku ve buna uygun kodlar var. Bunlar siyaseten yapıldığında bu kodlar harekete geçer.” dedi.
BU HİKAYE BASKIYI, ZULÜMÜ ANLATIYOR
“Kamber Ateş Nasılsın?” sözleri ile hafızalara kazınan İpek Ateş’in vefatına değinen Ozinian, Amed İHD’nin Hapishaneden Öyküler kitabından alıntı yaptı:
“12 Eylül 1980 Darbesi sonrasında tutuklu bulunan oğlunun ziyaretinde Kürtçe konuşmak yasak olduğu için bildiği tek cümle ile “Kamber Ateş nasılsın?” diyebilen İpek Ateş’in hikayesi…
Aklı yapacağı görüşte, kulağı hoparlörden okunacak isimlerdeydi. Hoparlörlerden beşinci kez isimler anons edildiği bir anda kendi ismini duydu. Gözbebeklerine yerleşen sevinç ışıltılarıyla, gardiyanın açtığı hücre kapısından uçar adımlarla çıkıp annesine koştu. Kamber, yüzündeki özlem yangınıyla görüş kabinine girdi ve karşısında annesini ve kardeşini buldu.
Anne önündeki tel örgüleri adeta tırmalar gibi ileri atıldı, çığlı andıran bir sesle:
– ‘Kamber ateş nasılsın!’ dedi…
– ‘İyiyim canım annem iyiyim’ dedi…
– ‘Kamber ateş nasılsın!’
– ‘İyiyim annem iyiyim’
– ‘Kamber ateş nasılsın!’
– …??!!…
Kamber, annesinin Türkçe’yi öğrenemediğini anladı. Kardeşi yol boyunca annesine ancak bu üç sözcüğü öğretebilmişti. O da hep aynı cümleyi tekrarlayıp duruyordu. Anne “hoşçakal canım yavrum” anlamına gelecek şekilde, sayısız kez kullandığı o tek cümleyi, el sallarken yeniledi: ‘Kamber ateş nasılsın?’ Ve gittiler…
Görüş sonrası hücrede arkadaşı sevinçle Kamber’in kolunu tuttu. “Neler konuştunuz?” diye sordu, Kamber annesinin şakıyan gözlerini anımsadı, ışıltılı gözlerle arkadaşına baktı. “Neler neleer!” dedi.
Ozinian, bu yaşanılan hikayenin baskıyı, zulümü, insanların ana dilinin nasıl terörize edildiğini, nasıl kendi köklerinden koparılmaya çalıştığını ve bunun özünde asimilasyon politikalarının yattığını belirtti.
İpek Ateş’in, kendisi gibi Koçgiri Kürdü olduğunu belirten Topuz, “İpek Ateş Türkçe bilmeyen bir kuşağın son isimlerindendi. Bu kuşağın son halkası kadınlardı. O kuşağın erkekleri de hem askerlik hem de sistematik bir şekilde göçe zorlamanın baskısı altında 12-13 yaşlarında şehirlere çalışmaya gitmişlerdi. İpek Ateş’in yaşadığı trajik hadise bu yıkımın son kalesine vurulmuş darbe niteliğindedir.” dedi.
KÜRT KIZILBAŞLAR DOĞRUDAN HEDEF OLMUŞLARDIR
Topuz, 12 Eylül ve Kürtçe’nin yasaklanması konusunda, bu yasak kararına yasal olarak uygulanabilir olmadığını, Kürtçe konuşanlara verilen cezaların hileli ve kanuna aykırı olduğunu belirtti.
“Devlet tarafından Aleviliğe yönelik tarihsel asimilasyon, Kürtlere yönelik denasyonalizasyon varken bu iki durumun kesişim kümesini oluşturan Kürt Kızılbaşlar en açık biçimde ve doğrudan hedef olmuşlardır. Denasyonalizasyon bir kavimin kavim olma özelliklerini temelinden bombalamak anlamına gelir.” dedi.
DEVLET İNSANLIĞA KARŞI SUÇLARI İŞLEMESİ İÇİN İLK ÖNCE TÜRKLERİ ASİMİLE ETTİ
Ozinian’ın geçen Mayıs ayında Diyarbakır cezaevine görüşe gelen bir kadının, tanıdığı bir tutukluyu Kürtçe selamlamasından dolayı, cezai işlem başlatılığını ve dolayısı ile 12 Eylül uygulamarının yer yer yine hissedildiğini vurgulaması üzerine, Topuz, Kürtçe kitapları cezaevine posta yoluyla ulaştırmanın zorluğuna değindi, cezaevlerinde yeniden Kürtçenin ceza vermek amacıyla kullanıldığını belirtti.
“Okullardaki Kürtçe eğitimi konusunda sanki özgürlük varmış gibi yapılıyor ama bu gerçekte doğru değil. 40 yıl bir dil için uzun bir zaman değil ama ben 40 yılda bir toplumun dilinin yok olmakta olduğuna şahidim, içindeyim. Eşit yurttaşlık temelinde özgürlük, ne inanç, ne de dil açısından şu andaki yönetimin ve onun muhaliflerinin programında yer almıyor. Kürtsen Türk olduğunu kabul edene kadar lanetlisin, öldürülürsün hesabı sorulmaz. Katliama uğrarsın böcek temizlenmiş gibi hakkında konuşulur. Devlet ilk önce Türkleri asimile etti insanlığa karşı suçları işleyebilmesi için. Alevilerin bir kısmı bir tür ara mezhep formatına getirildi.” diyen Ali Topuz, dolayısıyla Kürt Aleviler’in tüm baskı altındaki gruplar içerisinde en ağır durum ve konumda olanlar olduğunu düşündüğünü belirtti.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***