Uluslararası Af Örgütü’nün (UAÖ) İsrail’in Filistinlilerin haklarını kontrol ettiği tüm bölgelerde, Filistin halkına yönelik uygulamalarını ayrıntılarıyla incelediği rapor, dünyanın birçok farklı noktasında ses getirdi. Uluslararası Af Örgütü, bu raporda İsrail hükümetini Filistin halkına karşı resmen “apartheid” (sistemsel ayrımcılık) suçu işlemekle suçladı. İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid, rapor henüz yayımlanmadan içindeki suçlamaları reddederek UAÖ’yü taraflı olmakla, hatta “Yahudi karşıtlığıyla” suçlamıştı.
Raporun içeriğini ve yayımlanmasına bağlı gelişmeleri Serbest Görüş’e değerlendiren UAÖ Türkiye Savunuculuk & İnsan Hakları Eğitim Program Direktörü Ruhat Akşener, Lapid’in tepkisinin “UAÖ’nün son derece sağlam kanıtlara dayalı apartheid bulgularının yaratmış olduğu korkuyla ilintili olduğunu” söyledi. Akşener, ‘Yahudi’ karşıtlığı- yani antisemitizm suçlamasıyla ilgili olarak da, “İsrail halkı ya da Yahudiler değil ki, Filistinlilere yönelik apartheid uygulamasını yapan ve buna on yıllardır sistemli biçimde devam eden İsrail devleti, süregelen hükümetleri” değerlendirmesinde bulundu.
Daha önce başka çalışmalarda da İsrail’in ‘apartheid’ uygulamakla suçlandığını ifade eden Akşener, UAÖ’nün raporunu bunlardan ayıran en önemli bulgulardan birini şöyle özetledi:
“Raporumuzda ulaşılan bulgulardan en dikkat çekeni, İsrail yetkililerinin ister İsrail’de, ister işgal altındaki Filistin topraklarında, ister diğer ülkelerde mülteci olarak, kendi fiili denetimleri altında yaşayan tüm Filistinlilere karşı bir apartheid sistemini dayattığıdır”
Akşener, “Filistinlilerin onlarca yıldır bunca zulüm ve ihlale maruz kalmasının önemli sebeplerinden biri de uluslararası toplumun yıllardır bu duruma karşı İsrail’e gösterdiği müsamaha ve tepkisizlik” dedi ve UAÖ’nün kampanyalarının yanı sıra kamu idaresi nezdinde, uluslararası toplumun da harekete geçmesi için çalışmalarını sürdüreceğini vurguladı.
Akşener’in Serbest Görüş’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle…
“İsrail’in Filistinlilere nasıl ‘aşağı bir ırksal grup’ olarak muamele ettiğini belgeliyoruz“
Öncelikle biraz raporun içeriği hakkında konuşalım. Size göre en çarpıcı bulgular ne oldu?
Raporumuz 4 yılı aşkın bir sürede gerçekleştirilen çok kapsamlı çalışmalar sonucunda elde edilen bulgulara dayanarak açıklandı. Bu rapor için ayrımcı yasalar, politikalar, uygulamalar, zorla tahliye, idari gözaltı, işkence, hukuka aykırı öldürme, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması gibi çok sayıda ihlali mercek altına aldık. İlgili İsrail mevzuatını, yönetmelikleri, askeri emirleri, hükümet direktiflerini, İsrail Parlamento arşivi, ilgili imar ve planlama belgelerini, bütçeleri, mahkeme kararlarını, kamuya açık çok sayıda belgeyi inceledik. Hem daha önce kendi yaptığımız raporlar hem de çok sayıda farklı insan hakları kurumunun rapor bulgularını apartheid çerçevesinde inceledik, onlarca görüşme ve tanıklık dinledik, hukuk uzmanlarına ve danışmanlara danıştık. Milyonlarca Filistinlinin on yıllardır, her gün karşı karşıya kaldığı ızdırap ve ihlallerin temel sebebinin İsrail’in uyguladığı apartheid rejimi olduğunu, bütün bu bulgu ve kanıtlara dayanarak saptadık. Raporumuzda İsrail’in Filistinlilere nasıl aşağı bir ırksal grup olarak muamele ederek, hakları üzerinde denetim sahibi olduğunu, ayrımcılık uyguladığını ve onlara bu şekilde baskı yaptığını belgeliyoruz.
Elbette, dünyadaki önemli çatışma alanlarından biri olarak, daha önce de bu bölgedeki ihlallere dair raporlar ve araştırmalar yayımlandı. Apartheid iddiası da çok sayıda kurum, insan hakları savunucusu ve akademisyen tarafından dile getirildi. Ancak raporumuzda ulaşılan bulgulardan en dikkat çekeni, İsrail yetkililerinin ister İsrail’de, ister işgal altındaki Filistin topraklarında, ister diğer ülkelerde mülteci olarak, kendi fiili denetimleri altında yaşayan tüm Filistinlilere karşı bir apartheid sistemini dayattığıdır. Bu açıdan, bu kadar geniş kapsamlı şekilde Filistinlilerin bir apartheid sistemine mahkum edildiği bulgusu, raporun öncekilerden en ayırt edici özelliği.
1948’de İsrail’in kuruluşundan bu yana, İsrail devletinin politikası sistematik olarak Filistinlilere yönelik bir ayrımcılık hedefini barındırıyor. On yıllardır Filistinlilere yönelik bilinçli şekilde bir ötekileştirme, yoksullaştırma politikası uygulanıyor. Filistinliler evlerinden zorla tahliye ediliyor, evleri yıkılıyor, aileleri bölünüyor, kontrol noktaları ve duvarlarla engelleniyor. Filistinli mültecilerin işgal altındaki topraklara ve İsrail’e dönüş hakları tanınmıyor, devlet destekli ırkçı bir kamu arazisi yönetimi var, ciddi dolaşım kısıtlamaları ve ayrımcılık söz konusu. Ekonomik ve sosyal haklar tanınmıyor, İsrail mahkemeleri bu ihlallere dair çözüm sağlayamıyor. Yine, bunların yanı sıra Filistin topraklarında İsrail güçleri Filistinlilerin haklarına saygı gösterilmesini talep eden protestoları bastırmak için de düzenli biçimde öldürücü güce başvuruyor.
“Apartheid, çok ciddi bir insan hakları ihlali ve insanlığa karşı işlenen bir suçtur“
‘Apartheid’ ifadesi birçok kişinin aklına pek tabii Güney Afrika’yı getirecektir. Bu apartheid tanımını da biraz açabilir miyiz?
Apartheid, tanım olarak bir ırksal grubun diğer bir ırksal grup üzerinde denetim altına alma amaçlı, yasalar, politikalar ve uygulamalar aracılığıyla kurduğu kurumsallaşmış baskı ve tahakküm rejimidir, sistematik, uzun süreli ve zalimane muameledir. Ancak bu suç, salt olarak bir ırksal grubun sürekli olarak zalimane eylemlere maruz kalmasını da gerektirmiyor. Buradaki kilit unsur, eylemlerin geniş etkili biçimde yasalar, politikalar ve uygulamalardan oluşan bir sistemlilik içerisinde gerçekleşmesi. İşte raporumuz esasen bu sistemliliği ve etki alanındaki genişliği ortaya koyuyor aslında. Zira, apartheid suçunu tespit için, bir baskı ve tahakküm sisteminin yürürlükte olduğunu göstermek gerekiyordu.
Uluslararası kamu hukukunun ihlali olarak apartheid, çok ciddi bir insan hakları ihlali ve insanlığa karşı işlenen bir suçtur. Suçun tanımı Apartheid Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme’de ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Roma Statüsü’nde düzenleniyor.
Apartheid kavramı üzerinden akıllara hemen ilk olarak Güney Afrika örneğinin gelmesi normal, zira uluslararası toplum bu kavramı Güney Afrika’daki siyasal sisteme bir tepki olarak kullanmaya başladı. Ancak elbette bu suçu tanımlayan, yasaklayan, suç sayan sözleşmeler evrensel düzlemde kaleme alındı. Bu bağlamda, farklı dönemlerde ve yerlerde yaşanan ve benzer türden ihlallerin aynı olduğu ya da karşılaştırılabilir olduğunu iddia etmeyiz. Bunları ayrı biçimde ele alırız. Örneğin, 2017’de de Myanmar hükümetinin Arakanlı Müslümanları bir apartheid sistemine tabi tuttuğunu tespit eden bir rapor yayımladık. Ancak şunu mutlaka vurgulamam gerekiyor ki, baskı ve tahakküm sistemleri özdeş değildir, devletlerin gerçekleştirdiği ihlallerde ve uyguladıklarında karşılaştırmalar yapmaya çalışmıyoruz, sağlıklı bir değerlendirme için her birini koşullara ve araştırmalarımızın bileşenlerine göre elbette özgün olarak ele alıyor ve değerlendiriyoruz.
“İsrail’in raporumuza tepkisi, raporumuzun son derece sağlam kanıtlara dayalı apartheid bulgularının yaratmış olduğu korkuyla ilintili“
İsrail Dışişleri Bakanı Lapid, henüz rapor yayımlanmadan sert bir tepki gösterdi. İsrail’in bu tepkisini nasıl yorumluyorsunuz?
Devletlerin ihlallerini ve suçlarını kanıtlara dayalı biçimde raporlarla ortaya çıkaran insan hakları kurumlarına ve bu tip çalışmalara dair tepkilerine alışkın olduğumuzu söylemem gerekiyor, normal karşılıyoruz elbette. Ancak bu tepkinin son derece sağlam kanıtlara dayalı apartheid bulgumuzun yaratmış olduğu korkuyla ilintili olduğunu da belirtmem gerekiyor. Bir anlamda kanıtlarımızın sağlamlığı, bu suça dair İsrail devletinin reaksiyonunun büyüklüğü ile orantılı.
Raporumuz daha açıklanmadan İsrail hükümeti kurumumuzu ağır ve temelsiz ifadelerle suçladı. Uluslararası Af Örgütü gibi, yıllardır ırkçılık karşıtı çalışmalar yapan bir kuruma antisemitizm suçlaması yapmaya varan tepkiler verildi. Ancak elbette bu tepkiler saçma ama bekleniyordu, zira raporumuz İsrail devletinin apartheid sistemi uygulaması nedeniyle meydana getirdiği ağır suç ve ihlalleri ortaya koyuyor, konunun herhangi bir ırk ya da etnik kökenle ilgisi yok. Bu açıdan raporun muhatabı da bu tepkileri veren İsrail hükümeti zaten. Uluslararası Af Örgütü gerçekleri raporlamaktan ve insan hakları odaklı çalışmalarından bu tepkiler sebebiyle elbette vazgeçmeyecek. Ortada ağır ihlaller, insanlık suçu ve gerçekler var. Rapor, bu gerçeklerin hepsine çelişkisiz biçimde yer veriyor. Bugün İsrail’in herkese açık yasalarında yazanlar tam da ırk ayrımına dönük sistemli uygulamaların bizzat kanıtı, rapor hangi uygulamanın apartheid tanımının neresine denk geldiğini detaylarıyla gözler önüne koyuyor.
Lapid aynı zamanda Af Örgütü’nü ‘yalancılık’, ‘taraflılık’ ve hatta ‘dünyanın her yerindeki Yahudileri tehlikeye atmakla’ suçladı. Bu suçlamalara nasıl yanıt veriyorsunuz?
Biz, Uluslararası Af Örgütü olarak ırkçılıkla mücadele için yıllardır en etkili çalışmaları yapan, dünyada ırkçılık ve ayrımcılık karşıtı en önemli kurumlardan biriyiz. Şüphesiz antisemitizmi mümkün olan en güçlü şekilde kınıyoruz, bunu belirtmeye gerek bile yok. Dolayısıyla, altını önemle çizmek istiyorum, bu ve benzeri raporların Yahudilere karşı biçimde yorumlanması gerçek ve mantıkla uyuşmuyor. Raporun muhatabı İsrail halkı ya da Yahudiler değil ki, Filistinlilere yönelik apartheid uygulamasını yapan ve buna on yıllardır sistemli biçimde devam eden İsrail devleti, süregelen hükümetleri. Raporun tek amacı İsrail hükümetinin eylemleri ve İsrail yasaları, politikaları ve uygulamaları yoluyla Filistin halkına dayatılan baskı ve tahakküm sisteminin sona ermesi için gerekenin yapılmasıdır. Çok net. Kabul etmemiz mümkün değil elbette bu suçlamaları.
Raporun yayımlanması, Türkiye ve İsrail’in ilişkilerinde normalleşme yaşandığı bir döneme denk geldi. Bulgularınız doğrultusunda Ankara’dan beklentileriniz nedir?
Öncelikle şunu belirtmeliyim, rapor şimdiden tüm dünya gündeminde geniş yer buldu, elbette sadece Türkiye ile sınırlı değil. Medya izlemelerimiz gösteriyor ki raporumuz bu hayati sorunu yeniden dünya gündemine taşıdı, çeşitli devletlerden rapora ilişkin tepkileri de izliyoruz. Esasen, bu rapor hem bir sonuç hem de başlangıç; bir araştırmanın sonucu ama geniş çaplı bir kampanyanın da başlangıcı bizim için. Kamuoyunun bu kampanyaya ülkelerde vereceği destek İsrail hükümetine dönük baskının tonunu belirleyecek.
Tüm ülkelerde olduğu gibi biz de Türkiye’de, kampanyamızı başlattık.
Devletler arasında güncel politika ile ilgili gerilim ya da normalleşme dönemleri, esasen insan hakları ihlallerinden, bu ağır ihlalleri ve suçları ortaya çıkaran hak savunuculuğundan ve raporlardan bağımsız bir yerde değerlendirilmeli. İnsan hakları ihlallerine, somut kanıtlara dayalı bu şekilde raporlara dair elbette istisnalar olmadan, evrensel insan hakları doğrultusunda tüm devletler gerekeni yapmalı, uluslararası toplumun bir parçası olarak sorumluluklarını gündelik siyaset gündeminden bağımsız olarak yerine getirmeli. Beklentimiz tümüyle bu yönde.
“UCM’yi apartheid suçunu da değerlendirmeye çağırıyoruz“
Rapor, İsrailli yetkilileri açıkça insanlığa karşı suç işlemekle suçluyor. İleride gerçekçi olarak, bu kararların sorumlularının Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanabileceğini düşünüyor musunuz?
İsrail birçok uluslararası sözleşme kapsamında yükümlülüklere sahip. Bu nedenle uluslararası insan hakları hukuku ilkeleri doğrultusunda ve ayrımcılık yapmaksızın İsrail ve işgal altındaki Filistin topraklarındaki tüm Filistinlilerin eşit ve eksiksiz insan haklarını tanımalı, işgal altındaki topraklardaki Filistinlilerin uluslararası insancıl hukuk kapsamındaki güvencelerine saygı gösterilmesini sağlamalıdır.
Raporumuzda, evrensel yargı yetkisini kullanması için ilgili başka yapılara olduğu gibi Uluslararası Ceza Mahkemesi(UCM)’ne de çağrımız var. Bilindiği gibi, UCM yargı yetkisini sadece Roma Statüsüne taraf olarak mahkemenin yargı yetkisini tanımış ülkelerde işlenen suçlar ve bu ülkelerin vatandaşlarının işlediği suçlara dair kullanabiliyor. Filistin devleti Haziran 2014’ten bu yana Doğu Kudüs ve işgal edilmiş Filistin toprakları üzerinde yargı yetkisini kabul etmiş, 2015 yılından itibaren de Roma Statüsüne taraf olmuş durumda. UCM savcılığı, 2015 yılında bir ön inceleme başlattığını açıkladı ve Mart 2021’de Filistin’deki durum hakkında bir soruşturma başlattığını duyurdu. Bu konuda yargı yetkisi Doğu Kudüs dahil olmak üzere Gazze ve Batı Şeria’yı kapsamakta. UCM’yi işgal altındaki Filistin topraklarında devam eden soruşturmasında apartheid suçunu da değerlendirmeye çağırıyoruz.
Ayrıca, BM Güvenlik Konseyi’nin UCM’nin bölgesel yargı yetkisi kısıtlaması nedeniyle kendi kendine harekete geçemeyeceği bölgelerde işlenen ve Roma Statüsü’nde tanımlanan suçları mahkemeye taşıma yetkisi de var. Bu nedenle İsrail’in kendi yargı sistemi içerisinde bu suçların faillerini yargılamaması durumunda faillerin adil bir şekilde yargılanması için BM Güvenlik Konseyi’ne konuyu UCM’ye taşıması çağrısını yaptık.
Uluslararası kamuoyu, on yıllardan bu yana İsrail devletinin Filistinlilere yönelik apartheid sistemi uygulamasına ve ayrımcılığına göz yumdu, şimdi insanlığa karşı bir suç olan apartheidin engellenmesi ve tüm sorumluların cezalandırılmasından mesul. Bu nedenle hem UCM’yi hem de BM Güvenlik Konseyi’ni göreve davet ettik; davetimizin ve adaletin sağlanmasının da takipçisi elbette olacağız.
Bunların yanı sıra, İsrail’e kapsamlı silah ambargosu uygulanmasını da istiyoruz. Bu talebimiz de, İsrail’in savaş suçları işlemesini ve diğer ciddi ihlallerde bulunmasını önlemek için. Silah ambargosu, eğitim de dahil tüm silah, mühimmat ve güvenlik ekipmanı tedarikini, satışını ya da naklini kapsamalı. Diğer spesifik tavsiyelerin yanında da İsrail’i mevcut durumda Filistin halkına karşı uygulanan her türlü ayrımcılık, ayrıştırma ve baskı uygulamalarını sona erdirmeye ve ırksal, etnik ya da dini gerekçelerle ayrımcılık yapan tüm yasaları, yönetmelikleri, politikaları ve uygulamaları, nihai anlamda bunları uluslararası insan hakları hukuku ve standartlarına uygun olarak yürürlükten kaldırma ya da değiştirme amacı doğrultusunda gözden geçirmeye çağırıyoruz raporumuzda.
Af Örgütü, bölgedeki Filistinlilere nasıl yardımlar sunuyor? Af Örgütü Türkiye’nin ne gibi çalışmaları olacak?
İşgal altındaki topraklarda yaşanan ihlaller ile ilgili de, genel olarak bölgede yaşanan ihallerle ilgili de zaten çok uzun yıllardır raporlar yayımlıyor; araştırmalar ve kampanyalar yapıyoruz. Af Örgütü olarak bu rapor sonrası da çalışmalarımızı kararlılıkla devam ettireceğiz.
Tablonun bütününe baktığınızda, raporumuzun değindiği ihlallerin de çok çeşitli olduğunu görmek mümkün. İsrail, 73 yıldan uzun bir süredir Filistinlileri toplu halde zorla yerinden ediyor ve yüz binlerce kişinin evini yıkarak Filistinlilere tarifsiz bir acı ve travma yaşatıyor. 6 milyonun üzerinde Filistinli hâlâ mülteci durumunda ve bugün en az 150 bin Filistinli daha evini kaybetme riski altında. İsrail Filistinlilerin mülklerine ırkçı biçimde el koyuyor, birçok Filistinli için ev inşa etmeyi imkansız hale getiren yasalar ve politikalar tasarlıyor. Af Örgütü Türkiye olarak ilk olarak bu ırkçı şiddet rejiminin merkezinde olan, Filistinlileri evlerinden yoksun bırakılması sorununa dair bir kampanya başlatıyoruz
Elbette de kampanyamızın yanı sıra, kamu idaresi nezdinde, uluslararası toplumun da harekete geçmesi için çalışmalarımızı sürdüreceğiz.
Raporda İsrail’e yönelik çok ciddi suçlamalar bulunuyor. Bu raporun dünyada nasıl bir etki uyandıracağını umuyorsunuz?
Rapor şimdiden dünyada büyük ses getirdi, İsrail’de de ana gündemlerden biri oldu. İsrail devletinin en üst düzeyinden gelen tepki ve rapora dair esasen temelsiz suçlamalar da bunun önemli bir göstergesi sayılabilir. İsrail devletine dair daha önce bu ve benzeri ihlal iddiaları çeşitli raporlarla ortaya konmuştu, ancak bu kadar geniş kapsamlı bir çerçevede ve apartheid suçlamasına dayanarak bir rapor ilk sayılabilir. Dünyada çok yankı bulmasının sebebi de bu.
Filistinlilerin onlarca yıldır bunca zulüm ve ihlale maruz kalmasının önemli sebeplerinden biri de uluslararası toplumun yıllardır bu duruma karşı İsrail’e gösterdiği müsamaha ve tepkisizlik. Uluslararası toplum, kurumları ve taraflarıyla gün geçtikçe bu ve benzeri ağır ihlallerde ne yazık ki daha etkisiz hale geliyor. Raporda da vurgulanan önemli noktalardan biri, bunun değişmesi gerektiği. Raporun aldığı tepkilere bakılırsa, bu konuda da uluslararası toplumun harekete geçirilmesi için önemli bir fırsat olduğunu düşünüyor ve bunu umuyoruz.
“Uluslararası toplum gerekli tepkiyi göstermiyor“
Raporda aslında birçok açık kaynakta bulunan veriden yararlanılıyor. Buna rağmen bu tarihe kadar birçok devlet ve sivil toplum kurumunun Filistin’deki duruma karşı sessiz kalmasını nasıl yorumluyorsunuz?
İsrail on yıllardır Filistinlileri bilinçli bir şekilde baskı altında tutmak ve hem İsrail’de hem de işgal altındaki Filistin topraklarında Yahudi İsraillilerin egemenliğini sağlamak için yasalar, politikalar ve pratikler oluşturarak bunları sürdürüyor. Milyonlarca Filistinli bu ırkçı şiddet rejiminin altında eziliyor ve bu durum on yıllardır bütün dünyanın gözü önünde sürüyor.
Raporlarımızda vurguladığımız noktalardan, belgeler ve somut kanıtlarla vurguladığımız noktalardan en önemlisi de belki, uluslararası toplumun bu ağır insanlık suçlarına gereken tepkiyi göstermemesi. Bu ve bu gibi süregelen ihlallerin yaşandığı bölgelerin ve durumların gündelik politik tartışmalara yenik düşmesi, bunların karşısında sessiz kalınması kabul edilemez bir durum.
Küresel sivil toplum ile sistematik işbirliği, sivil topluma değer ve saygı faaliyetleriyle derinden ilişkilendirilmediği sürece; ve bunu başardığı güne kadar amacına uygun olmayacaktır. Bizim talep ettiğimiz de bu net biçimde. Bundan sonra çalışmalarımızı da, hem bu bölgede hem de diğer ihlal alanlarında, uluslararası toplumun, kurumların ve mekanizmaların insan haklarını esas alması konusunda üzerine düşeni geç de olsa, artık yapması gerekliliği üzerine kurmaya devam edeceğiz ve bunun doğrultusunda çalışacağız. İnsan hakları ihlalleri gündelik politik tartışmalar neticesinde göz ardı edilemeyecek kadar önemli ve hayatidir.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***