YORUM | AHMET KURUCAN
Kutsala saygı diyorsunuz da kutsal ne demek? Hangi kutsal? Kimin kutsalı? Saygı diyorsunuz ama saygı toplumdan topluma, kültürden kültüre değişkenlik gösteren formlara sahip değil mi? Birinin saygı dediğine bir diğeri saygı demiyor hatta o formu saygısızlık emaresi olarak kabulleniyor? Hem kutsal hem de saygı formlarında buluşulamadığına göre kanuni bir düzenleme nasıl mümkün olabilir?
“Tilki, ezan, kümes ve Sezen Aksu” başlıklı yazımda bu soruların cevabı olabilecek düşüncemi üç-beş cümleden müteşekkil kısa bir paragrafta ifade etmiştim. Yazıma gelen okuyucu yorumları kısa bir paragraf yerine daha geniş bir çapta meselenin ele alınması gerektiğini ortaya koydu ve ben de son yazımda ilave bir iki yazıyla izahta bulunacağım sözünü verdim. Şimdi söz verdiğim o yazıyı okuyorsunuz.
Önce söz konusu yazıda neler demiştim, onu tekrar edeyim: “Kutsal” ve “saygı” kelime ve kavramları üzerinde dünya insanlığı çapında bir konsensüse varılamadıkça nihai bir çözüm sağlanamayacağının farkında olunması gerekiyor. Aynı dine inanan insanlar arasında bile ne kutsal ne de saygı kavramları üzerinde iki kere iki dört eder katiyetinde bir anlaşmanın ve uzlaşmanın olmadığı yerde binlerce din ve inanç mensubunun, birbirinden farklı milyonlarca kutsal ve saygı anlayışını ortak bir paydada buluşturup tanımlamanın imkansızlığına inanıyorum. Onun için “kutsala saygı” özellikle inanan insanlar için ilk etapta kulağa çok hoş gelen bir tınıya sahip olsa da toplumsal hayatta birbirinden siyah beyaz ölçüsünde farklı karşılıklara sahip olduğu su götürmez bir gerçektir. Onun için olsa gerek uluslararası anlaşmalara konu olan din ve vicdan hürriyetine sınırlama getirme noktasında genel ahlak, kamu düzeni, kamu huzuru, başkasının hürriyetine mani olmama gibi üst başlıklar zikredilmiş, bu kısıtlamaların kanunda nasıl yer alacağı, ceza verilip verilmeyeceği, verilecekse ne tür cezalar verileceği ulusal devletlere havale edilmiştir. Bu, her devlet, her toplum kendi kutsal anlayışı çerçevesinde bir kanunlaştırmada bulunsun anlamını taşır. Haksız mıyım?
Kutsal, din ve inançla alakalı bir terimdir. Her dinin ve her inancın mutlaka kutsal olarak kabul ettiği değerler, ritüeller, semboller vardır. Söz konusu olan bu unsurlar inanan kişileri hem inandıkları dine hem de birbirlerine bağlayan bir işlev eda ederler. Söz gelimi Müslümanlar için Kur’an kutsal olarak kabul edilir ve dinin bu ana kaynağı Müslümanları hem Allah’a hem de dünyanın değişik coğrafyalarında yaşıyor olmalarına rağmen birbirlerine bağlar. Kur’an örneğini olarak Kabe, Hz. Peygamber, Mescid-i Nebi, ezan, cami, hilal vs. diyerek çoğaltabiliriz. Başka dinler ve inançlar için de aynı şeyler söz konusudur. Söz gelimi bir Hıristiyan için Hz. İsa, hac, Meryem Ana türbesi vs.
Eski dönemlerden beri insanların hem kendi hem de başkalarının kutsalına saygı göstermesi teorik düzlemde yazılı ya da yazılmamış bir kural olarak vardır. Neden? İnandıklarından dolayı mı? Hayır. Bir Müslüman bir Hıristiyanın ya da bir Hıristiyanın bir Müslümanın kutsalını kendi kutsalı gibi kabul etmez ve bu gayet tabii bir durumdur. Çünkü o aynı zamanda bir inancın göstergesidir. İnançlar farklı olunca kutsalların farklı olması doğal değil mi? Bununla beraber çoğulcu bir toplum içinde birlikte huzur içinde yaşamanın asgari şartıdır başkasının kutsalına saygı göstermek. İşte bu nedenle kutsala saygı yazılı ve yazılı olmayan kural olarak hayatın içinde olmuştur insanlık tarihi boyunca.
Fakat tam da burası kutsala saygı vurgusu yapan birçok kişi ile hem birleştiğimiz hem de ayrıştığımız yeri oluşturuyor. Birleştiğimiz yer yukarıda ifade ettiğim düşünceler. Görüş farklılığımızın olduğu ve ayrıştığımız noktalara gelince: bir, kutsalın tanımında herkesin kabullendiği cami bir tanımın olmadığı ve bundan sonra da olamayacağı gerçeği. İki, saygı tanımı ve onun tezahürü/göstergesi sayılabilecek davranış modelinde bir konsensüsün sağlanamadığı ve bundan sonra da sağlanamayacağı.
Bu zaviyeden bakınca, bırakın farklı din mensuplarının kutsal ve saygı kavramlarının anlam çerçeveleri etrafında birleşmelerini aynı dine mensup insanların dahi bu birleşmeyi tarih boyunca yapamadığı bilinen bir gerçektir. Mesela Kur’an. Kur’an yer yüzünde bulunan 2 milyara yakın her Müslümanın tartışmasız kutsal kabul ettiği bir değerdir. Ama ona saygı gösterme formuna sıra gelince birisi hem de Kabe’de ya da Mescidi Nebi’de Kur’an’ı alır başının altına yastık yaparak uyur, bir başkası bunu Kur’an’a yapılmış en büyük saygısızlık kabul eder, böyle davranan kişiyi de büyük günahkar olarak görür. Çünkü saygı anlayışları farklıdır. Yazılı ve basılı bir metin olarak Kur’an’ı uyurken yastık yapıp başının altına koyan Müslüman onun muhtevasını bilmeyi, Allah’ın maksat ve meramını anlayıp hayatına taşımayı saygı olarak görürken diğeri hayatında bir defa bile merak edip mealini okumadığı Kur’an’ı göbeğinden aşağıda tutmamayı, abdestsiz dokunmamayı saygı olarak nitelendirmektedir. Görüldüğü gibi Kur’an’ın kutsallığı konusunda birleşen Müslümanlar saygı formunda birleşemiyorlar.
Bu durumda kutsalda birleşip saygı formundan birleşemeyen Müslümanların İslam’a inanmayan dolayısıyla Kur’an’a karşı onu kutsal kabul etmeyen başka inanç mensuplarından bekledikleri saygı formu adına net bir şey koyabilmeleri mümkün müdür?
Burada kesiyorum. Aslında yazımı tamamlamadım ama bir bu kadar daha okumaya insanlarımızın tahammülü olmadığı inkar kabul etmez bir gerçek. Onun için bu sorunun net cevabını ve “Madem bu mümkün değil, o zaman ne yapılabilir?” konusundaki teklifi düşüncemi bir sonraki yazımda aktaracağım.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***