YORUM | VEYSEL AYHAN
(Nübüvvet ve Devlet Yazıları- 38)
Tarih boyunca İslam’ın neşri niyetiyle yola çıkanların attıkları adımları kirleten, yaptıkları her işi yakıp kül eden iki önemli faktör var.
Yalan ve hile.
Bir soruyla başlayalım.
“Allah’ın yüce adını her gönüle duyurmak” için uğraşmak amaç mıdır, araç mıdır?
“Duyurmaya çalışmak” vasıta “Allah’ın rızasını kazanmak” gayedir. Bir mü’min için tek amaç budur…
Aslında “Allah rızası” derken bile Cennet-Cehennem kaygıları ile yapılan amelden değil “Yaratıcı’mıza teşekkür” vecibesi gereği yapılan amelden bahsediyorum.
“Yapılan hizmetleri güç elde etmeye vasıta olarak görme, menfaati, iktidar olmayı ve maddeyi hayatın merkezine yerleştiren modern anlayışları mutlak hakem yapma demek olur ki, büyük bir yanlış ve çok büyük bir yanılgıdır.” (Fethullah Gülen’le Devletçilik Üzerine Röportaj, Milliyet)
“Nübüvvete veraset”, yukarıdaki ölçüler içinde yapıldığında fevkalade değerli bir pâye. Bu yolun yolcuları “Böyle bir pâyeyi, başka bir şey ile değiştirmemeliler. Her birerlerine bir İstanbul fethi verilse, bence, yine bu pâyeyi vermemeliler onlara.” (Manevî Âl-İ Beyt)
Bu sebeple öncelikle tashih-i niyet gerekiyor.
Sonrasında ise önümüze çıkması kesin iki büyük şeytanı yenmek gerekiyor.
YALAN-HİLE
Hz. Bediüzzaman’ın Şam’da İslam alemine seslendiği meşhur bir hutbe vardır. Orada “yalan”a karşı şiddetle uyarır:
“Necat (kurtuluş) yalnız sıdkla, doğrulukla olur… Maslahat (fayda) için kizb (yalan) ise, zaman onu neshetmiş.”
Maslahat; iyi, güzel ve yararlı şeyler demek. Bunlar için yalan söylenebilir mi?
Mesela “Allah’ın yüce adını her gönüle duyurmak” için “yalan” bir araç olur mu?
Bazı engelleri aşmak için “yalan” kullanılabilir mi?
Yapılan faaliyetlerde problem çıktı. Bulunduğumuz ülkelerde bürokratik işlemlerde tıkanıklık oldu. Yalan söylersem çözebileceğim. Söylemeli miyim?
Diyelim ki söylemedim. İşlerimiz kaldı. Mesela açılacak yurt açılmadı!
Yalan söylemediğim için dernek binasına ruhsat alamadım, kültür merkezi projesi kaldı. Hizmetlerim gerçekleşmedi. Yalan beyan vermediğim için tam vergi verdim. Böylece öğrencilerime daha az burs verebildim.
Bunlarla yanlış mı yapmış oldum?
Peki Hocaefendi buna ne diyor?
“Yalandan fevkalâde kaçınmak ve insanı Cennet’e koymak için bile yalan söylememek lazım… Evet, mü’minin her söylediği doğru olmalı; eğer sözü zarar getirecekse, sükût etmeli ama asla yalana girmemeli.” (Herkul.org)
Yani bırakın yurt açıp insanlara cennetin yolunu açmayı, onları direkt cennete koyma fırsatı önüme çıksa “yalan”a başvuramam.
PEKİ NEDEN?
“Yalan bir lâfz-ı kâfirdir.” (Lemeât)
Yalan, “olmayanı” resmetmektir. İşin doğrusunu bilen bir insanın yanında fütursuzca yalan atılabilir mi? Atılamaz. İnsan utanır.
Allah’ın huzurunda yalan atmak O’nun şahitliğini yok saymaktır. Allah’ı görmezden gelmektir. İşin aslını bilen ve göreni yok farz etmektir. Yalan’ın kâfir sıfatı olması bu yönüyledir.
O halde bir “kâfir ameli” ile Allah’ın rızası, elde edilebilir mi?
Biri çıksa bize “Şu yalanı söyleyin, size muavenet için 100 milyon euro vereceğim” dese ne yapmalıyım?
“Doğru”dan vazgeçmeli miyim?
Tabii ki hayır. Çünkü yalan ile elde edilen her şey sonuçları itibariyle bir belaya dönüşür. Yalana temas eden her banknot, musibet davetiyesi olur. Yalan karışan her amel Şeytan ameli haline gelir.
“Yalan”ın en hafifi, rakamlarla oynamak ve yapılan iyi işleri abartmaktır. Bu ise katranla makyaj yapmak gibi bir şey olur.
Marketten gıda alacaksak içeriğine bakarız. Mesela içinde az da olsa domuz eti varsa almayız. “Yalan”; bir kalp için bundan çok daha zararlıdır.
Peki olağanüstü günler yaşıyorsak?
Bir savaş halindeysek yalan caiz olur mu?
“Şu an bir mücadele içindeyiz” diyerek hile yapabilir miyiz?
ŞAVAŞTA YALAN VE HİLE
Hile yapılabilir mi? “Harp hiledir.” hadisi var?
Ahmet Kurucan’dan önemli bir alıntı yapayım:
“Hadiste ‘el-Harbu hîletun’ denilmiyor; aksine ‘el-Harbu hud’atun’ diyor Allah Resulü (sas). Harb yani savaş hud’a’dır… Ne demektir hud’a? Öncelikle ‘kurnazlık yapma ve gayri meşru yolları kullanarak başkalarını aldatma’ manasında hile demek değildir… Hud’a, ‘muhatabı şaşırtma, yanıltma, şüpheye düşürme’ demektir. Kadı Beydavi ‘Farenin harici tehditlere karşı korunurken toprağın altında barındığı yerde iki kapı açması’ şeklinde tarif eder ki, bu tarif tam da bu manayı destekler… Çanakkale savaşında soba borularının mevzilere yerleştirildiğini ve top namlusuymuş görüntüsünü verildiğini okumuştum bir yerde. İşte hud’a tam manasıyla budur… Efendimizin (sas) Mekke fethi dönüşü Huneyn’e gittiği halde önceden çıkardığı müfrezelerle Medine’ye gidiyormuş izlenimi vermesi, bu kapsamda mütalaa edilecek bir başka örnektir. Mekke fethinde Mekke’ye girmeden önce ordunun sayısını çok göstermek için on bine yakın ateş yaktırması da bu cümledendir.” (Harp, sizin anladığınız manada ‘hile’ değildir.)
Hile ve şaşırtma farkına güncel bir örnekle bakalım.
Futbol oynuyorsunuz. Önünüzdeki futbolcuyu geçmek için çalım atarsınız, şaşırtırsınız. Meşrudur. Beceriyi gösterir, alkışı hak eder.
Ama elle gol atarsınız ne olur? İşte bu hiledir. Maharet değildir. Veya hakeme göstermeden kırmızı kartlık faul yaparsınız…
Bunlarla oyunda kazanabilirsiniz ama yalan ve hile ile kazanmış olursunuz. Bir mü’min bunları yaptığında “kâfir ameli” yapmış olur.
İman ve küfür bir mücadele halindeyse, iman kanadının en büyük silahı doğruluktur.
Doğrulukla düşmanı yenmekle kalmazsınız, düşmanınızı kazanırsınız. (bkz: Hesaplaşma vakti, 21. Bölüm)
İman cephesi, küfrü yenebilmek için yalan ve hile türlerine başvurduğu an farkına varmadan diğer cepheye dönüşür. Rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in muhteşem sözü güzel bir ölçü:
“Savaş, ölünce değil düşmana benzeyince kaybedilir!”
Resul’ü Ekrem (sas) hayatı boyunca, en zor şartlarda bile yalan ve hilenin hiçbir türlüsüne tenezzül etmemiş, düşmanlarına bile güven telkin etmişti.
Yakın tarihten güzel bir örnek:
BİR DOĞRULUK KUTBU
1930’lar Risale-i Nur talebelerine terör estirilen yıllardı. Binbaşı Asım Bey ve arkadaşları kitap okurken yakalanmış, gözaltına alınmıştı. Asım Bey’in hayatı doğrulukla geçmişti. “Kırk yıldır ellerimi kara ve kirli işlere bulaştırmadım, Cenab-ı Hakka çok şükür” diyecek kadar berrak yaşamıştı. Sorgu hakimliğinde ifade verecekti. Bediüzzaman Hazretleri şöyle hikâye eder:
“Binbaşı merhum Âsım Bey isticvap edildi (sorgulandı); eğer doğru dese, Üstadına zarar gelir ve eğer yalan dese, kırk senelik namuskârane ve müstakimane askerliğinin haysiyetine çok ağır gelir diye düşünüp, ‘Yâ Rab, canımı al!’ diyerek, on dakikada teslim-i ruh eyledi. İstikamet şehidi oldu.”
Hadise o zamanın havuz gazetesi manşetinde şöyle yer alır: “Bir mürteci ifade verirken öldü — Bir binbaşı mütekaidi (emeklisi) suçlu ifadesi alınırken birdenbire düştü öldü.” (Tan gazetesi, 8 Mayıs 1935). O günün korku ikliminde Asım Bey’in cenazesini yıkayacak kimse bulunmaz. Eşi Niğar Hanım yıkar. Ve beş-altı kişinin katıldığı bir cenaze namazıyla, Isparta Alâeddin Mezarlığı’na defnedilir. Allah makamını âli eylesin.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***