Yakın zamanda iki sosyalist partinin toplantısını izledim. Geçen hafta Türkiye İşçi Partisi (TİP) gazetecilerle bir oturum düzenlemişti, dün de Emek Partisi’nin “Bağımsız, Demokratik Bir Ülke ve İnsanca Yaşama Bildirgesi”nin açıklandığı toplantı vardı. Malum, artık eskilerin deyimiyle seçim sathı mailine girmiş durumdayız ve bütün siyasal oluşumlar hazırlıklarını sürdürüyor. Toplantılara dair birkaç gözlemden sonra asıl mesele ettiğim şeye geçeceğim.
HDP İLE PAZARLIK MI İLKELER İTTİFAKI MI?
TİP’in toplantısı az sayıda gazeteciyle, sohbet havasında yapıldı. Parti başkanı Erkan Baş seçim ve ittifaklar konusundaki düşüncelerini, çalışmalarını anlattı. Hemen belirteyim ki o toplantıdan sonra çok konuşulan HDP ile pazarlık için elin yüksekten açıldığı, 20 milletvekilliği istendiği yönündeki tartışmalara sebebiyet verecek bir ifade söz konusu değildi, buna sebebiyet veren şey daha çok toplantının informel karakteriydi, farklı bağlamlarda ifade edilen sözlerin bağlam düşünülmeden bir araya getirilmesiyle oluşmuştu o intiba ve bana göre haksızdı.
EMEP’in toplantısı formeldi, başkan Ercüment Akdeniz, seçim öncesi teammüllere uygun biçimde bildirgeyi açıkladı.
Seçim ve ittifaklar konusunda iki partinin de tutumu hayli yakındı esasen; iki partinin yetkililerinin de anlattıkları, (Ercüment Akdeniz’in deyimiyle “iki büyük burjuva ittifakı”nın dışında) üçüncü bir ittifakı oluşturmak için bütün sol-sosyalist partilerin birbiriyle temas halinde olduğu anlaşılıyordu. Anlaşıldığına göre “üçüncü ittifak” veya “halk ittifakı” adlarıyla konuşulan meselede umutsuz olmak doğru değil. TİP toplantısında konuşan başkan Erkan Baş ve Ahmet Şık ile EMEP toplantısında sunumu yapan başkan Ercüment Akdeniz, bu konuda ne bir pazarlıkçı tutum içindeydiler ne de diğer partileri ittifak görüşmelerinden uzak tutmaya yol açabilecek bir öncelik ya da kırmızı çizgi vurgusu içindeydiler. Akdeniz, iyi haberler beklememiz gerektiğini de söyledi.
Gözlem babından son bir konuyu da aktardıktan sonra bu yazıda mesele etmek istediğim asıl konuya geçeceğim: Ne TİP yetkilileri ne de EMEP lideri HDP’yi dışlayan ya da HDP’yi belli bir noktaya zorlamayı arzulayan bir görünüm içindeydi, tam aksine dostluk mesajları ve işbirliği arzusu baskındı. TİP toplantısında Ahmet Şık açık biçimde Kürt siyasal hareketini dışlayan, ona mesafe koymaya yönelen anlayışları siyaseten doğru bulmadıklarını söyledi.
KÜRESEL HEGEMONYAYA VAR ENTERNASYONEL DAYANIŞMA YOK
Şimdi bu yazıda mesele etmek istediğim konuya geçeyim. Baştan belirteyim ki amacım ne iki partiyi eleştirmek ya da eksikleri olduğunu söylemek. Sorun aslında sadece Türkiye içinde değil, küresel planda da sol-sosyalist hareketlerin önemli meselelerinden biri. Adını koyalım: Enternasyonalizm fikrinin sönüklüğü.
Küreselleşme denilen ve Sovyet blokunun yıkılmasından sonra dizginsiz bir atakla küreyi gerçekten perişan eden neo-liberal yayılma, sermayenin uluslararası işbirliğini hiçbir sınır tanımayan bir güç birliğine çevirdi. Hal böyleyken geçen yüzyılın ilk seksen yılında kapitalizmin ve emperyalizmin ataklarına yanıt verme konusunda önemli bir yeri olan proleterya enternasyonalizmi fikri neredeyse tarihe karıştı.
‘ANAMIZ AMELE SINIFIDIR…’
Komünist manifestoda söylendiği gibi Avrupa’nın ve dünyanın üzerinde dolaşan komünizm hayaletinin en önemli yönlerinden biriydi enternasyonalizm. “Komünizm hayaleti” Avrupa üzerinde dolaşıyordu, giderek bütün dünyanın üzerinde dolaşır oldu. Çünkü hayaletin hedefi bir ülkede ya da Avrupa’da komünizm değil, bütün yeryüzünde komünizmdi ve bu da doğal olarak enternasyonal dayanışmayı çağırıyordu. Fikrin sembolü haline gelmiş olan aynı isimli marşta da denildiği gibi “tanrı, patron, bey, ağa ve sultanlara karşı” ancak enternasyonal dayanışma ile başarıya ulaşmak mümkündü. Çünkü kapitalist sermayenin küreselleşmesi denilen şey neoliberal çağdan çok çok önce, daha kapitalist sermaye oluşurken başlamıştı. Buna karşı mücadele de onun ulaştığı her yerde zaten hazır olan proleterya ile mümkündü, yani enternasyonalizm bir komünist fantezi değil işin doğasının bir mecburiyetiydi.
“Tanrı, patron, bey, ağa, sultan,
Nasıl bizleri kurtarır?
Bizleri kurtaracak olan,
Kendi kollarımızdır!”
Malum, bu fikrin bir başka ifadesi, enternasyonal dayanışmanın bir başka sembol şarkısı olan Avusturya İşçi Marşı’nda yer alır:
“Anamız amele sınıfıdır,
Yurdumuz bütün cihandır bizim”
Buradaki ifade, aslında “enternasyonalizm” fikrinin Aydınlanma dönemine kadar giden köklerini tekrar eder; Tevfik Fikret’in Türkçesiyle: “Milletim nev-i beşer, vatanım ruy-i zemin.”
Fakat duvarın yıkılışından sonra “sermayenin enternasyonalizmi” yani küreselleşme denilen şey başat ve kaçınılmaz fenomen hale gelirken, sosyalist enternasyonalizm geçmişe ait bir fikir hatta fikir değeri de kalmayan bir tür anı halini almaya yöneldi.
Neoliberal politik hakimiyetin kürenin değişik yerlerinde gerici-faşist yöntemler ve yönetimlerle günden güne pekiştiği dönemden beri, her ülkedeki karşı mücadeleler tıpkı mücadele ettikleri yönetimlerin yerlicilik, bizdeki deyimiyle millilik vurgusundaki içe kapanmaya uygun biçimde sadece kendi ülkeleriyle meşgul olmaya zorlandı. Bu sıkışma, daralma halini en iyi gösteren şeylerden biri de enternasyonalizmin programlarda, bildirgelerde hiç yer bulamaması ya da şöyle bir değinilip geçilmesi oldu.
İlk toplantıda Erkan Baş’a enternasyonalizme bakışlarını, bu konudaki çalışmalarını sordum; çünkü gerek toplantının başında yaptığı sunumda ve gerekse sonra gelen sorulara verdiği cevaplarda enternasyonalizme ilişkin bir vurgu bulunmuyordu. Baş cevaben, elbette sosyalist olarak enternasyonalizmi önemsediklerini, fakat yeni bir parti olmaların nedeniyle bu alanda henüz yeterince çalışmanın bulunmadığını samimiyetle ifade etti, elbette bazı enternasyonel yapılarla ilişki içindeydiler, bazı kurumlara üyeydiler.
ELBETTE WİLSON DEĞİL, LENİN
İkinci toplantıda Akdeniz’e, bildirgede bu hususun yer almamasının nedenlerini sordum. Bildirgenin başlığındaki “bağımsızlık” vurgusu, komşu ülkelerle ilişkide vurguladıkları “egemenliğe saygı” ilkesini hatırlatarak, yine Türkiye’de bulunan göçmenler konusundaki saldırgan ve ayrımcı bakışlara hiçbir biçimde prim vermeyen bir parti olarak, enternasyonalizmden hiç söz edilmemesinin, bu konudan tamamen umudu kesmeyle ilgili olup olmadığını sordum. Akdeniz cevaben, proleterya enternasyonalizminden vaz geçmelerinin mümkün olmadığını, ulusların kendi kaderini tayin hakkını (elbetti Wilsoncu değil Leninci anlamıyla) tartışmasız benimsediklerini, fakat önümüzdeki seçimde asli meselenin mevcut yönetimden kurtuluş olduğunu söyledi. Kürt meselesine bakışlarına hakim olan “eşit ulusal haklar” fikrini, yine bildirgede yer alan mültecilere ilişkin görüşlerini tekraren anlattı.
Tekrar vurgulamalıyım ki bu iki sosyalist partinin enternasyonalist olmadıklarını, dolayısıyla sosyalist olmadıklarını öne sürmek ya da tartışma konusu yapmak gibi bir niyetim hiç yok. Örneğin yine tekrar pahasına söylemeliyim ki Akdeniz hem gazetecilik yaptığı dönemde hem de parti liderliğini aldıktan sonra mülteciler konusunda, emek boyutuna ilişkin ekseni hiç gözden kaçırmadan, ülkeye hakim dışlayıcı-ayrımcı rüzgarlara en dirayetli biçimde karşı duran bir isim. Bu tutumunun temelinde de enternasyonalist dayanışma fikri yatıyor elbette. Fakat buna rağmen kapsamlı bir bildirgede konunun hiç yer almaması, yani adlı adınca enternasyonalizmden söz edilmemesi, gerçekte bu meselenin hem içinde olduğumuz seçim atmosferi itibarıyla seçmen nezdinde karşılığı bulunmamasıyla hem de küresel planda pratik olarak enternasyonalist dayanışma imkanlarının tarihteki en cılız haline dönüşmesinin payı olduğunu söylemek mümkün.
Enternasyonalizmin neredeyse kategorik emri niteliğindeki “Dünyanın bütün işçileri birleşin!” şiarının şu günlerde akla zor gelen bir ilke olmasının nedeni acı biçimde basit aslında: Tek tek her ülke içinde emek kurumları ya tamamen tasfiye edildi ya da yozlaştırılarak işlevsizleştirildi. Halen hız kesmeden süren bu tasfiyeye rağmen enternasyonalizm fikrini ayakta tutmak, enternasyonalizmi mümkün kılacak çalışmaları ön planda tutmak gerekli. Elbette bu sadece yazıda sözü geçen iki partinin yükümlülüğü değil, partili ya da partisiz, hem Türkiye’yi hem de dünyanın benzer birçok ülkesini faşizm ailesinin çeşitli biçimlerine teslim eden küresel düzenden rahatsız olan herkesin yükümlüğü.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***