Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) tutuklu eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın yazdığı “Efsun” adlı kitabı Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi Müdürlüğü tarafından “müstehcen” bulundu.
Mezopotamya Ajansı’nın haberine göre Cezaevi Müdürlüğü Eğitim Kurulu Başkanlığı, kitabın gönderildiği Mustafa Taştan’a verilmemesi yönünde karar aldı. Kurul kararında, “Yayınların içerik olarak müstehcen içeriklere sahip olmasından dolayı kurum güvenliğini tehlikeye düşürebileceğinden basılı yayının hükümlüye verilmemesine” ifadelerine yer verildi.
‘KİTABI KARALAMA POLİTİKASI’
Karara itiraz edeceğini belirten Taştan ise gönderdiği mektubunda şunları yazdı:“Cezaevi idaresi bana gelen Efsun kitabını resmen karalayıcı ve temelsiz gerekçelerle yasak olmadığı halde vermedi. Kültür Bakanlığı bandrolü bir kitap keyfi hukuki olmayan gerekçelerle tarafıma verilmemiştir. Gerekli hukuki başvuruları yaptım ve sonuna kadar da takipçisi olacağım. Bu keyfi bir karar ve karalama politikasıdır.”
EFSUN
Demirtaş’ın Efsun kitabı “Dupduru, yer yer hüzünlü, yer yer coşkulu ama hep çağıldayan, insana kendini iyi hissettiren bir anlatım… Olanca ışıltılarıyla ilginç karakterler… Acının mizahla harmanlanışı… Üç kuşak boyunca anlatılan, sonunda mutlaka kapanacak olan bir hesap… İlmek ilmek dokunmuş, sürprizlerle dolu bir olay örgüsü… Çağdaş bir aşk hikayesi olarak da nitelendirilebilecek olan Efsun, Selahattin Demirtaş’ın artık iyice demini almış edebiyatçılığının son ürünü” ifadeleriyle edebiyat dünyasındaki yerini almıştı.
Eserini cezaevinde yazan Selahattin Demirtaş kitabın yazım hikayesini şöyle anlatmıştı:
“2020 yılı başlarında, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de baş gösteren Covid-19 salgınıyla herkes evlerine hapsoldu. Biz ise zaten üç yıldır hapisteydik. (Siz romanı okurken hapiste beş yılımızı bitirmiş olacağız.) Tıpkı milyarlarca insan gibi eşim ve kızlarım da karantina tedbirleri nedeniyle aylarca evden çıkamadılar. Cezaevlerinde avukat ve aile ziyaretleri askıya alındı.
Kızlarım ve eşimle daha sık mektuplaşmaya başladık. Biz hapsedilmeye alışmıştık ama onların ev hapsinde daralıp bunalmalarını istemiyordum. Onlara, çocukluğumdan kısa öyküler yazıp göndermeye başladım. Okuyup beğendiğimiz kitapları da birbirimize gönderdik.
Derken, on binlerce sayfalık uyduruk kumpas davası evrakıyla uğraşmaktan daha yararlı bir iş yapmaya, onların okuması için bir roman yazmaya karar verdim. Fakat bu defa ‘asistanlığımı’ onlar yapacaktı.
Hikâyenin geçeceği mekânları, özellikle hiç gidip görmediğim yerlerden seçtim. Beyrut, Girit, Gümüşhane, Çanakkale (Lapseki), Edremit, İstanbul’un bazı mahalleleri ile diğer yerlerin çoğunu ben hiç görmedim, kızlarım da görmediler. Ama benim için internetten tüm bu yerleri araştırıp fotoğraflar, raporlar gönderdiler, yorumlarını eklediler. Romanda geçen yemekleri, çiçekleri, şarkı sözlerini, karakterlerin isimlerini ve daha birçok bilgiyi onların gönderdiği raporlardan yola çıkarak belirledim. Tıpkı romanın kendisinde olduğu gibi onlar araştırdı, ben yazdım. Onlara bölüm bölüm gönderdim, önerilerini aldım.
Böylece romanı birlikte yazdık. Anneleri de hem el yazılarımı bilgisayara geçti, hem de bütün bu süreci koordine etti. Yani Başak, Delal ve Dılda ile birlikte yazdık bu romanı. Okudular, ‘Olmuş’ dediler. Sonra siz de okuyun istedik.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***