Eski Merkez Bankası Başkanı Prof. Dr. Nihat Bülent Gültekin, hükümetin artan dolar kuruna karşı tedbir amaçlı devreye aldığı kur korumalı TL vadeli mevduata (KKM) ilişkin olarak “KKM muhtemel sorunları olan ve bence gereksiz bir uygulama. Ekonomide her hedef için dolaysız bir enstrüman gerekir. Kurun yükselişini dizginlemek için faizlerin artırılması ve eş zamanlı inandırıcı bir ekonomik program açıklanması gerekirdi” dedi.
Dünya’dan Şeref Oğuz, Hakan Güldağ ve Vahap Munyar’ın sorularını yanıtlayan Gültekin, 1994 krizine giden süreci de anlatarak “Faizleri ekonomik kurallarını anlamadan, ya da yok bilerek, cin fikirlerle indirmeye çalışmanın maliyeti yüksek oldu.” dedi.
Gültekin şunları kaydetti:
“Merkez Bankası Başkanlığı’ndan “94 krizi” başladığında istifa ettiniz. Sizi istifaya götüren süreci anlatır mısınız? Bunun ekonomiye yansımaları nasıl oldu?
Tansu Çiller Hükümeti göreve başladığında, Hazine’nin yüksek faizle borçlanması ve Türk Lirası’ndaki değer artışı bir sorun olarak algılanmış, ancak açık bir ekonomide bu iki sorunun nasıl çözüleceği konusunda bir siyasa oluşturamamıştı.
1993’un sonuna gelindiğinde ekonomi, iç ve dış makro reel dengelerle sürdürülebilir değildi. Göreve geldiğim eylül ayından itibaren, durumun sürdürülemez olduğu konusunda hükümeti ikaz ettik ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) olarak bir istikrar programı önerdik.
Prof. Oktay Yenal ve Prof. Merih Celasun’un yardımlarıyla kısa bir istikrar programı hazırlandı. 3 Aralık’ta bu programı Prof. Yenal ile birlikte Başbakan Çiller’e sundum. Ana hatlarıyla yapılması gereken, para arzı artış hızını düşürmek, kamu harcamalarını reel olarak düşürmek, Türk Lirası’nın değer artışı trendini geri çevirmek, sübvansiyon ekonomisine son vermek ve reel ücretlerden bir süre fedakarlık etmek idi. Sayın Çiller durumu bildiğini söyledi ve bakmadan raporu bir kenara koydu. Belli ki 4 Nisan 1994’te yapılacak yerel seçimler öncesi bir dengeleme programını gündeme getirmeyi siyasi olarak uygun bulmuyordu.
Daha sonraki günlerde de, Hazine’yle 1994 yılı para ve borçlanma politikasını belirleme çabalarımız sonuç vermedi. Hazine yönetimi sorumsuzca Hazine tahvil ihalelerini iptal ederek faizi düşürmeye çalıştı. Dış borçlanmaya hız vererek Türk Lirası üzerindeki baskıyı önlemek istedi. Bu çabaların yanlış olduğunu ne Başbakan’a ne de dönemin Hazine Müsteşarı’na anlatabildik. Daha vahimi, Sayın Çiller 26 Ocak’ta Başbakanlık konutunda Hazine ve TCMB temsilcilerinin olduğu bir toplantıda yüzde 5 oranında devalüasyon kararı aldığını söyledi. TCMB olarak böyle bir kararın yanlış ve yapılma tarzının ise daha büyük bir hata olduğunu anlatmaya çalıştık. Tutarlı bir istikrar paketi olmadan yapılacak yüzde 5’lik bir devalüasyonun hiçbir anlam taşımadığını, piyasaları daha büyük devalüasyon beklentilerine iteceğini ve dövize olan talebi artıracağına ikna edemedik. TCMB’nin akşamüstü açıklaması gereken günlük döviz kurları çok geç saatlerde açıklandı. Yüzde 13.9 oranındaki devalüasyon yapıldığında ciddi bir istikrarsızlık dönemine girilmişti. 31 Ocak’ta hükümetin ekonomik para ve maiye politikalarında yaptığı yanlışlıkları izah eden ve acilen bir istikrar tedbirleri alınmasını anlatan istifa mektubumu bir basın toplantısında okudum. İstifam Çiller Hükümetini ciddi tedbirler almaya davet eden bir fırsattı. 3 Aralık’ta Başbakan’a sunduğum istikrar paketini, Çiller Hükümeti 5 Nisan Kararları olarak açıkladı. Prof. Oktay Yenal’ı da Başbakan Başdanışmanı atayarak, programın icraatı ile görevlendirdi. Ocak sonundan ve nisana kadar faizler tarihte görülmemiş düzeylere çıktı. Faizleri ekonomik kurallarını anlamadan, ya da yok bilerek, cin fikirlerle indirmeye çalışmanın maliyeti yüksek oldu.
“Yanlış politikalarda ısrar edilirse, sorun çözülmez”
Hükümet, doların 19 lira, Euro’nun da 20 liranın üzerine çok hızlı çıkması üzerine “Kur Korumalı Mevduat” formülünü gündeme getirdi. “Kur Korumalı Mevduat” uygulamasını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
KKM muhtemel sorunları olan ve bence gereksiz bir uygulama. Ekonomide her hedef için dolaysız bir enstrüman gerekir. Kurun yükselişini dizginlemek için faizlerin artırılması ve eş zamanlı inandırıcı bir ekonomik program açıklanması gerekirdi.
Finansal mühendislikle temel unsurları değiştirmek mümkün değil. KKM vadeli mevduata karşılıksız bir opsiyon vermekte. Opsiyon vade sonunda değer kazanırsa, maliyetini Hazine yani halk ödeyecektir. Opsiyon vade sonunda değer kazanmazsa, maliyetsiz sona erecektir. Kur hareketine bağlı bir opsiyon. Kur, büyük sermaye hareketleri olmadığı sürece, enflasyona bağlı olarak değerlenecektir. Eğer enflasyon yükselirse, yük Hazine’ye binecektir. Bu uygulama, vadeli mevduatı dövize ve dolaylı olarak da enflasyona endekslemekte. Vadeli mevduatın döviz mevduatına kaymasını bir süre önlemeye faydası olabilir. Zaman kazanılır. Aynı yanlış politikalarda ısrar edilirse, sorun çözülmez.
“Bu kadar kesin bir ekonomik kural karşısında inatlaşmaya anlam vermek mümkün değil”
Hükümet COVID-19 krizi süreciyle birlikte 2020’de negatif faize doğru yol aldı. Bir yandan faiz indirilirken, diğer taraftan yükselen kurlar döviz satışlarıyla frenlenmeye çalışıldı. Merkez Bankası rezervleri önemli ölçüde eridi, negatife düşüldü. Bu durum “128 milyar dolar nerede?” sorusuyla sembolleşen tartışmayı gündeme getirdi. Sizin bu döneme ilişkin yorumunuz nedir?
Büyük hataların yapıldığı bir dönem söz konusu ve maalesef bu hatalar hâlâ devam ediyor. Makro ekonomide, imkansız üçleme diye anılan bir kural vardır. Sermaye hareketlerinin serbestliği, sabit döviz kuru ve bağımsız para politikası aynı anda yürütülemez. Faizler ve döviz kuru aynı zamanda kontrol etmek istenirse, sermaye kontrolü gerekir. Serbest sermaye rejiminde faizleri düşürmeyi hedeflerseniz, kurları kontrol edemezsiniz. Eksi reel faizler hedeflenirse, kur-enflasyon sarmalına girilir. Rezervlerin satışıyla müdahale kısa bir sure kurlar üzerinde etkili olabilir, bir süre sonra Merkez Bankası’nın rezervleri erimeye başlar. Türk Lirası’ndan çıkış hızlanır. Daha da tehlikelisi, 1994 ve 2001 krizlerinde olduğu gibi banka sisteminden döviz nakit çıkışı başlarsa, bunun bir banka krizine dönüşme ihtimali artar. Nitekim faizler Haziran 2018 de yüzde 8’den 17.75’e yükseltilerek olası bir krizin önüne geçildi. Eğer eksi faizde ısrar edilmeseydi, bu kadar yüksek faiz artışına gerek kalmazdı. Bu kadar kesin bir ekonomik kural karşısında inatlaşmaya anlam vermek mümkün değil.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***