Türkiye kamuoyunun çoğunluğunun bilmediği, bilenlerinin desteklediği ünlü bir “Çökertme Planı” vardı. Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığı sırasında kendisine bağlı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı tarafından hazırlanan bu plan, Eylül 2014’te Genelkurmay Başkanlığı’na sunulmuş ve aynı yılın Ekim ayında yapılan Milli Güvenlik Kurulu’nda kabul edilip hayata geçirilmiştir.
Türkiye’yi bir uçurumdan aşağı doğru sürükleyen olayların başlangıcı bu plan ve uygulamaya konulması olmuştur. Kürt Siyasi Hareketini imhayı hedefleyen bu plan ülkenin her türlü “check ve balance”dan yoksun başkanlık sistemine sürüklenişinin de ilk adımı olmuştur.
Obama Yönetimi’nin Suriye’de IŞİD’e karşı YPG ile hareket etme kararı, Cemaatin Türk Silahlı Kuvvetleri içinde giderek güçlenmesi, ülkenin kuruluşundan beri mevcut paranoyasını zirveye çıkarmış ve savunma saaki hem Kürt Siyasi Hareketi, hem de Cemaat doğrudan hedef alınmıştır.
Ağır yolsuzluk iddialarıyla yıpranan, koltuğu tehlikeye giren Erdoğan Cemaat ile ortaklığını sona erdirip Kürtleri düşman ilan ederek ülkeyi bugün geldiğimiz noktaya sürükleyecek bir yolun adımını atmıştır.
Muhalefetin de onay verdiği ortak kararın ülkenin geleceğinin tehlikede olduğu, Kürtlerin hükümet ortağı olacak bir noktaya geldiği, ABD’nin Cemaat eliyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ulusalcı kanadını tasfiye ettiği; bu tabloyla mevcut hukuk sistemi ve parlamenter düzen içinde mücadele edilemeyeceği görüşü ağır basmıştır.
Erdoğan’ın şahsında “tek bir adam”a ülkenin kaderi, hukuku ve namusu emanet edilmiştir. Muhalefet de bu planın bir parçası ve bugün karşı karşıya olduğumuz tablonun da belli ölçüde sorumlusudur. “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” şiarıyla hareket edip bu yolun açtığı riskleri, ödeteceği bedelleri fark etmediği için.
İktidar bozar, mutlak iktidar daha fazla bozar kuralının kaçınılmaz bir sonucu olarak Erdoğan bu yetkiyi, kendisi, ailesi, yakınları ve yandaşlarını zenginleştirmek, hukuku oyuncak haline getirtmek, Türkiye’yi uluslararası arenada yalnızlaştırmak pahasına riskler almak için kullandı.
Mutlak gücün verdiği güce belki de sağlık sorunlarının yol açtığı ölüm korkusu eklendi ve Milli Görüş Gömleğini yeniden giydi. Kendisi o gömleği giyerken ülkeye de deli gömleği giydirmiş oldu. Türkiye’nin uluslararası arenadaki itibarsızlığına, parasını pul ederek bir de ekonomik itibarsızlık ekledi.
Bu psikolojik çözümleme çabası. Daha gerçekçi bir yaklaşım, Ermeniler, Yahudiler, Rumlar, Yezidiler, Süryaniler ve Cemaat’ten sonra malına çökme sırasının kentli seküler Türklere gelmiş olmasıdır. Ekonominin böyle alt üst olduğu bir dönemde iflasların artması, pek çok insanın evini, işyerini yok pahasına elden çıkarmak zorunda kalacağı bir gerçektir.
1942’de dini azınlıkları hedef alan Varlık Vergisi’nin AKP modeline tanıklık etmekteyiz aslında. Bu süreçte devletin “kupon” arazi ve şirketleri de ekonomik kriz bahanesiyle elden çıkaracak ve bunları Katarlı adı altında bildiğimiz şahsiyetler alacaktır. Bir ülkenin toptan çökertilmesine tanıklık ediyoruz açıkçası.
AKP-MHP Rejimi, her muhalifi “terörist”, “FETÖ”cü, “Ajan” etiketi ile damgalayıp muhalefetin de aynı dili kullanmasını sağladığından muhalefet demokratik ilkede birleşip toplumu ve haklarını savunucu bir eylem planı ortaya çıkaramıyor. Türkiye’nin en karanlık dönemin yaşadığı bugünlerde haftada bir grup toplantısı yapmak ve gidişattan yakınmaktan başka bir şey yapmıyor.
Bu ülke hukuktan ve demokrasiden vazgeçtiği için iflas etmiştir ve daha vahimi bunun hala iyi günleri olmasıdır. İnsanların 1929 Büyük Bunalımı’ndaki gibi intihar edeceği, fuhuşun ve suçun artacağı, açlığın orta sınıf mahallelerde bile kol gezeceği dönem bu. Can ve mal güvenliğinin sıfırlanacağı, binlerce insanın canını ve geleceğini kurtarmak için kapağı Avrupa’ya atma yollarını deneyeceği bir dönem.
Siyasetin ve toplumun devleti öne koyduğu, devletin diliyle konuştuğu, devletin zulmünü bırakın görmezden gelmeyi, desteklediği bir coğrafyada bu aslında kaçınılmaz bir son. İslamcı siyaset ve devletçilikten kurtulup sivilleşmek için bir fırsat.
Son 100 yılda çevresinde ve dünyada yaşanan badirelerin çoğundan yara almadan çıkmayı başaran Türkiye, bildiğimiz cumhuriyet olmaktan çıkacak. Bugün yaşananlar sıradan bir ekonomik kriz değil, devletin ve siyaset kurumunun dayatması sonucu kabul edilen, toplumun büyük çoğunluğu tarafından desteklenen tek adam rejiminin kaçınılmaz sonucudur.
Türkiye daha da kötü olmadan iyi olamayacaktır. O yolda milyonlarca hayat da kararacaktır…
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***