Demir, “Medyanın haber dili ve devlet güdümlü ‘FETÖ’ nefret söylemi” başlıklı yazısında, ‘bu söylemin yaygınlaşmasındaki en önemli araç’ dediği medyanın panoramasını çıkarırken, ‘medya ne yapmalı?’ sorusunun da cevabını veriyor.
İktidarlar “nefret söylemi”ni muhalifleri toplum gözünde itibarsızlaştırmak için kullanır. Otoriter rejimler varlıklarını bireyleri ya da çeşitli kesimleri “ötekileştirme”, “düşmanlaştırma” ve “şeytanlaştırma” yoluyla devam ettirir. Bu şekilde rejimin izin verdiği sınırların dışına çıkanlara yönelik baskı ve hukuksuzluklar meşrulaştırılır.
Nefret söylemini kullanarak toplumu kutuplaştırma popülist liderlerin seçim kazanmak için sık başvurdukları bir yöntemdir. Tepki ve itiraz görmeyerek yaygınlaştığı taktirde, nefret söylemi demokratik rejimlerde hukuku ve özgürlükleri yavaş yavaş çürüterek “faşizm” ve “soykırıma” giden yolun taşlarını döşer.
Kısaca medya olarak adlandırdığımız kitle iletişim araçları nefret söyleminin zemin bulmasında en etkili unsurdur. Devletler ve siyasi iktidarlar hedef aldıkları gruplara yönelik nefreti “haber dilini” yönlendirerek ve kontrol ederek besler. Basın toplantıları, basın bildirileri, brifing ve resmî açıklamalar bu amaç için kullanılır. Nefret objesi ilan edilen kişi, grup ve toplulukları tanımlayan sıfat ve nitelemeleri medyaya dikte ederek resmi söylemi iç ve dış kamuoyuna kabul ettirmeye çalışırlar.
2001 yılında binlerce ABD vatandaşının ölümüne yol açan 11 Eylül saldırıları sonrası “terör”, “terör örgütü” ve “terörist” kavramları devletler tarafından daha yaygın kullanılmaya başlandı. Dünyanın pek çok yerinde hükümetler farklı etnik, dinsel ya da siyasi kesimlere yönelik insan hakları ihlallerine iç ve dış kamuoyundan destek ve meşruiyet sağlamak için bu grupları “terörist” olarak nitelendiriyor.
Rusya ve Belarus’taki muhalif gruplar, Çin’deki Uygurlar ve Mısır’daki Müslüman Kardeşler bunlara örnek verilebilir.
Bundan dolayı, medya resmî söylemi “haber diline” aynen aktardığında hükümetlerin propagandasına hizmet etme riskiyle karşı karşıya kalır.
Bu tehlikeden kaçınmak için bağımsız haber ajansları ve yayın kuruluşları resmi niteleme ve tanımlamalar yerine, birey ve topluluklarla ilgili objektif ve değer yargısı içermeyen ifadeler kullanmayı tercih eder.
Editoryal bağımsızlığa verdiği önemle bilinen İngiliz yayın kuruluşu BBC bu konuda en net olanlardan. Hazırlamış olduğu BBC yayın ilkeleri Kılavuzu’nda çalışanlarından, yayınlarda “terör eylemi”, “terör örgütü” ya da “terörist ifadelerinden kaçınmaları ve eylemcileri açıkça tanımlayan ifadeler kullanmalarını ister:
“Terör eylemlerini süratle, doğru biçimde, eksiksiz ve sorumlulukla haber vermeliyiz. Duygusal ya da önyargılı sözcükleri dikkatsizce kullanmamız inandırıcılığımızı sarsar. ‘Terörist’ sözcüğünün kendisi, anlamayı kolaylaştırmak yerine engelleyen bir tanımdır. Birine atfen aktardığımız durumlar dışında bu sözcüğü kullanmaktan kaçınmalıyız. Bildiğimiz doğruları haber olarak verme işini layıkıyla yapmalı, niteleme işini başkalarına bırakmalıyız.
Başkalarının kullandığı terminolojiyi kendi terminolojimiz olarak benimsememeliyiz. Yapılan eylemin tüm sonuçlarını izleyicilerimize neler olup bittiğini anlatarak aktarabilmeliyiz. Eylemcileri ‘bombacı’, ‘saldırgan’, ‘silahlı kişi’, ‘fidyeci’, ‘isyancı’ ve ‘militan’ gibi açıkça tanımlayan kelimeleri tercih etmeliyiz. Sorumluluğumuz, tarafsız kalmak ve olayları izleyicilerimize ‘kimin kime ne yaptığını’ değerlendirme imkânı verecek şekilde duyurmaktır.”
2013 Gezi protestolarından itibaren ülkedeki muhaliflere yönelik olarak siyasi iktidar tarafından başlatılan “terör, terör örgütü üyesi, terörist” gibi nitelemeler farklı kesimlere de yaygınlaştırılarak kullanılmaya devam ediyor.
Gazeteciler, aydınlar, akademisyenler ve AKP’ye muhalif hemen her kesim “terörist” suçlamasına maruz kalıyor.
Bunu “Erdoğan Rejimi ve ‘nefret söylemi” başlıklı yazıda ayrıntılı belirttiğim için burada açmayacağım.
Asıl değinmek istediğim, ülkedeki bütün AKP muhaliflerini kapsayan bir “cadı avına” dönüşen ve “nefret söylemi” haline gelen rejimin ‘Fetö’ söyleminin Türk medyasında sorgulanmadan, rahatlıkla ve sorumsuzca kullanımı. Erdoğan’ın konuşmalarında “hizmet hareketi” diye başlayan, “okyanus ötesi, paralel örgüt, paralel devlet” olarak devam eden, 15 Temmuz sonrasında da Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) olarak rejimin resmî diskuru haline gelen ve milyonlarca insanı hedef alan bir “söylem”den söz ediyorum.
Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu’nun “Hukuksuzluğun Sıradanlaşması: Silahlı Terör Örgütü Üyeliği Yargılamaları” başlıklı raporu ‘Fetö’nün nasıl bir “cadı avı” ve “nefret söylemi”ne dönüştüğünü açık şekilde gözler önüne seriyor.
Partisinin Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanlığı görevini de yürüten Yeneroğlu’nun Adalet Bakanlığı verilerinden derlediği rakamlara göre Türkiye’de, 2016 ile 2020 yılları arasında “en az 1 milyon 576 bin 566 kişi hakkında silahlı terör örgütü” soruşturması açılmış. 2021’de de devam eden ve her gün yüzlerce kişinin maruz kaldığı yeni soruşturma, gözaltı ve tutuklamalar da eklendiğinde rakam muhtemelen 2 milyonu bulacak.
Mustafa Yeneroğlu bu anormal durumu “hukuksuzluğun sıradanlaşması” şeklinde tanımlayarak, “terör örgütü üyesi suçlamasına maruz kalanların aileleriyle birlikte nesiller boyu süren bir ‘sosyal ölüme’ mahkûm edildiği” tespitini yapmakta.
Yeneroğlu bir televizyon konuşmasında da bu sayının aile bireyleriyle birlikte “8 milyon insanı” kapsadığını belirtiyor ki, bu Türkiye nüfusunun yüzde 10’una tekabül eden bir rakam.
Artık ülkede insanların herhangi bir suç işleyip işlemediğine bakılmaksızın, sadece Gülen Hareketine mensup olması ya da hayatının herhangi bir döneminde bu grupla en küçük bir temasının bulunması “terörist” olarak yaftalanmasına yetiyor. Muhalefet liderleri, siyasetçiler, gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, insan hakları savunucuları ve iktidarı eleştiren herkes rejim tarafından ‘fetöcü’ olmakla suçlanıyor.
Bu haliyle ‘Fetö’nün 15 Temmuz’dan sonra rejim muhalifi milyonlarca insanı kapsayan bir “nefret söylemi”ne dönüştüğü çok açık.
Gazetecilerden örnek verecek olursak Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak, Can Dündar, Necati Doğru, Emin Çölaşan, Atilla Taş, Gökçe Fırat Çulhaoğlu, Murat Aksoy, Ahmet Şık, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel, Musa Kart, Güray Öz, Akın Atalay gibi çok farklı görüşten yüzlerce insan ‘fetö’ suçlamasıyla tutuklandı, yargılandı ya da mahkûm oldu.
Türk medyası açısından trajik olanı ise, iktidar yandaşları yanında muhalif yayın organlarının da rejimin ‘fetö’ söylemini benimseyerek, haber ve yorumlarında hiçbir sorgulama ve süzgece tabi tutmadan kullanmaya devam etmesi. ‘Fetöcü’ olmakla suçlanan, bu nedenle yargılanan yayın organı ve gazetecilerin bu söylemi en çok sahiplenenlerden olması ise ayrı bir paradoks.
Örneğin Cumhuriyet ve Sözcü gibi, sahibi, icra kurulu başkanı, onlarca yönetici ve yazarı ‘Fetö’den yargılanan ve mahkûmiyet alan yayın organları bu söylemi en çok kimin kullandığı konusunda birbiriyle yarış halindeler.
En son örneklerden biri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, 15 Temmuz sonrası gözaltına alınan KHK’lı 427 hâkim ve savcının tutuklanmasını hukuka aykırı bulduğu kararıyla ilgili habere Sözcü gazetesinin kullandığı başlık:
“AİHM’den skandal karar: Türkiye, FETÖ’cülere tazminat ödeyecek”
Sürecin en başından itibaren bu söylemi kullanmaktan kaçınan ve haberlerinde “Cemaat/Gülen Cemaati” ifadelerini kullanan Yeni Asya gazetesi ile SolHaber dışında solcu, sosyalist, Kemalist, İslamcı, ulusalcı, liberal çizgideki neredeyse bütün yayın organları haber dilinde ‘fetö-fetöcü’ ifadelerini ısrarla kullanmaya devam ediyor.
Çok az sayıda yayın organı ise ‘Fetö’yü tırnak içinde (‘’) kullanarak ortada bir konum alıyor.
Yerli medyanın aksine yayınlarını Türkçe yapan Batılı yayın organları ise rejimin nefret dilini kullanma konusunda çok daha temkinli davranmakta.
Bu kurumlar basın meslek ilkeleri doğrultusunda haberlerinde objektif ve değer yargısı içermeyen tanımlamaları tercih ediyor.
Bu yayın organlarının kullandığı haber dilinden örnekler:
Amerika’nın Sesi (Voice of America, VOA): “Gülen Hareketi—Fethullah Gülen Hareketi/cemaati/yapılanması—Gülen soruşturması—Gülenci”
Deutsche Welle (DW): “Gülen Cemaati/yapılanması—Gülen soruşturması—Gülenci”
BBC: “Gülen yapılanması/cemaati—Fethullah Gülen yapılanması”
Euronews: “Gülen Hareketi/grubu—Gülenci”
Batılı yayın organları birine atfen kullandıklarında da ‘fFtö’yü tırnak içinde (‘’) veriyor. Türkiye’deki rejime yakın duran Rus devlet medyası Sputnik Türkiye bile Rusya’nın Türkiye ile ilişkilerindeki dalgalanmaya bağlı olarak zaman zaman “Gülen Cemaati/Gülen yapılanması” ifadelerini tercih ediyor.
Nefret söyleminin yaygınlaşmasındaki en önemli araç olan medya buna karşı ne yapmalı?
Öncelikle rejimin resmî açıklama ve söylemlerini kullanırken çok dikkatli olmalı. Çünkü gazeteciliğin temel amacı topluma “hakikati ve gerçeği” aktarmak. Bu nedenle resmi kaynaklardan gelen her açıklama “sorgulanarak” ve “habercilik süzgecinden” geçirilerek yayınlanmalı. Aksi takdirde yapılan “gazetecilik” ve “habercilik” değil iktidarın “propaganda” aparatlığı olur.
Özellikle muhalif medya her türden nefret söyleminden ısrarla kaçınmalı ve bunun sadece otoriter rejimi tahkim ettiğinin ve baskı politikalarını meşrulaştırdığının farkına varmalı. Gazeteciler, kasıtlı, korkudan, bilerek ya da bilmeyerek kullandıkları ‘Fetö’, ‘Fetö terör örgütü’ ‘Fetöcü’ gibi toplumdaki milyonlarca insanı hedef alan ve bir “nefret söylemi” haline geldiği artık tartışma götürmeyen nitelemelerden haber ve yorumlarında kesinlikle uzak durmalı.
Ülkedeki otoriterleşmeye karşı mücadelenin en önemli yollarından biri de, medyanın rejimin dikte ettiği dili kabullenmek yerine, yukarıda örneğini verdiğimiz Batılı yayın organlarının kullandığı objektif haber diline yönelmesinden geçiyor.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***