Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en büyük vaatlerinden biri Türkiye’yi süper güç haline getirmekti.
2023’e kadar Türkiye’yi dünyanın en büyük on ekonomisi arasına sokmak, kendi uçağını, otomobilini, silahlarını yapmak her seçim döneminde Erdoğan’ın dilinden düşürmediği sözlerdendi. Ancak vaatlerinden hiçbirini yerine getiremedi.
Tam tersine Türkiye ekonomik büyüklükte 17. sıradan 21. sıraya düştü. Diplomatik alandaki yalnızlığı da iyice pekişti. Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı güçlü bir düşman cephe oluştu.
İsrail’de yayınlanan liberal eğilimli Haaretz gazetesinde yayınlanan bir makalede de, Erdoğan ve dalkavuklarının Türkiye’nin küresel bir güç olmayı hakkettiğine inandıkları Erdoğan’ın 2018’de yoğun tezahüratlar altında Türkiye’yi süper güç haline getirme çabalarını yoğunlaştıracağını söylediği hatırlatılıyor.
Simon A. Waldman imzalı makalede geçtiğimiz hafta, İsrail ve BAE’nin ilişkileri normalleştirme kararı almasından sonra Erdoğan’ın BAE’nin Filistinlilere “ihaneti”ne bu ülkedeki büyükelçisini geri çağırmak ve diplomatik ilişkileri kesme tehdidinde bulunarak karşılık verdiği belirtiliyor ve devamında şu ifadeler kullanılıyor:
“Erdoğan’ın İsrail-BAE anlaşmasından rahatsız olmak için iyi nedenleri var, ancak bunun Filistinlilerin haklarıyla ilgili endişeler veya Türkiye’nin bölgesel hegemonya için çökmekte olan hırslarıyla pek ilgisi yok.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve dalkavukları Türkiye’nin küresel bir güç olmayı hakettiğine inanıyor. Erdoğan, 2018’de tezahürat yapan taraftarlarına, çabalarını Türkiye’yi süper güç haline getirmeye yoğunlaştıracağını söylemişti.
Erdoğan, bu yıl da COVID-19 kaynaklı küresel krizle ilgili yaptığı konuşmada, Batı’nın “dünyanın geri kalanının kanına, gözyaşına, acısına ve sömürüsüne dayanan” refahının sona erdiğini açıkladı. Aynı şekilde geçtiğimiz ay Erdoğan’ın özel olarak seçtiği Türkiye İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Türkiye’nin yakında dünyanın cazibe merkezi olacağını söyledi.”
Erdoğan’ın 2017 yılında Lozan Anlaşması’nın gözden geçirilmesi çağrısında bulunduğu, Soylu’nun ise 1920 Anlaşması çerçevesinde Suriye’nin kuzeyinin Türkiye’ye ait olduğunu söylediği belirtilen makalede, Türkiye’nin bölgedeki vekilleriyle birlikte Suriye’ye operasyonlar düzenleyerek, bölgeyi bir koloni gibi yönetmeye başladığı, bölgede Türk ürünlerinin yanı sıra Türk Lirası’nın dolaşıa sokulduğu da ifade ediliyor.
Benzer bir şekilde Türkiye’nin Irak’taki Kürdistan bölgesi üzerinde nüfuz elde etmeye çalıştığı, Kıbrıs’ın kuzeyinde onbinlerce asker bulundurmayı sürdürdüğü, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin hidrokarbon çıkarma çabalarını baltalamaya çalıştığının da altı çizilen makalede, Türk sismik gemilerinin savaş gemileri eşliğinde Yunanistan’ın üzerinde hak ettiği sularda arama faaliyetlerinde bulunduğu, Suriyeli cihatçıların yardımıyla ayakta tutmaya çalıştığı Libya Ulusal Anlaşma Hükümeti ile de tek taraflı bir deniz sınırı anlaşması imzaladığına işaret ediliyor.
Türkiye’nin Katar ve Somali’de üsler kurduğu, bu şekilde Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’a karşı Katar’la işbirliği içinde nüfuz mücadesine giriştiği de belirtilen makalede Türkiye’nin gittikçe nasıl güç kaybettiği şu cümlelerle ifade ediliyor:
“Bununla birlikte, siyasi ve ekonomik gelişmeler bölgesel hakimiyet planlarını alt üst ettiğinden ve bölge ülkelerinin Ankara’nın kavgacı tutumuna karşı çıkmak bir araya gelmesinden dolayı Ankara iyice kızmış durumda.
Sudan siyasi bir süreçten geçerken, Türkiye’nin Suakin’de askeri üs kurma planları masadan kalkıyor ve Hartum BAE’yi takip ederek İsrail ile ilişkileri normalleştirebilir.
Türkiye’nin bu ayın başlarında Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetleri, Fransa’yı Yunanistan ve Kıbrıs’la dayanışma içinde bölgeye bir deniz eskortu göndermeye sevk etti. AB Türkiye’ye bazı fonları kesti. Ocak 2020’de İtalya, İsrail, Mısır, Kıbrıs ve Yunanistan Eastmed Gas Forum’u oluşturdu ve geçen ay Yunanistan ile Mısır kendi denizcilik anlaşmasını imzaladı.
İsrail-BAE anlaşmasının açıklandığı günlerde, Yunanistan dışişleri bakanı İsrailli mevkidaşı Gabi Aşkenazi ve İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile görüştü. Ardından BAE, Yunanistan ile Girit açıklarında 25 Ağustos’ta yapılması planlanan askeri tatbikata katılmak için dört F-16 savaş uçağı gönderdiğini açıkladı.”
Doğu Akdeniz’de, AB ve Körfez ülkeleri tarafından desteklenen Türkiye karşıtı bir ittifak oluştuğu da vurgulanan makalede, Türkiye’nin destek isteyebileceği hiçbir ülke kalmadığı belirtiliyor.
Koronavirüs krizinin de etkisiyle iyice zayıflayan para birimi, ödemeler dengesi açığı, yüksek işsizlik ve azalan büyüme ile boğuşan Türkiye’nin ekonomik olarak G20 üyeleri arasında en kötü durumda olan ülkeler arasında yer aldığına işaret edilen makalede, Türkiye’nin çokça müjdelediği Karadeniz gazı keşiflerinin bile Türkiye’nin acıklı ekonomik görünümünü kurtaramayacağı çünkü özellikle de gazın ticari olarak uygun hale gelmesinin yıllar aldığı ve hatırı sayılır yatırımlar gerektirdiği de belirtiliyor.
Türkiye’nin tek gerçek müttefikinin Katar olduğu ancak Doha’nın bile Akdeniz’deki gelişmeler konusunda büyük ölçüde sessiz kaldığına vurgu yapılan makalenin sonunda şu görüşler dile getiriliyor:
“Özellikle devlete ait Qatar Petroleum, Kıbrıs açıklarında Hidrokarbon yatakları aramak için ExxonMobil ile konsorsiyumun bir parçası olduğundan Mısır’ın gaz rafinerisi projesine yatırım yapmayı planlıyor.
Ancak köşeye sıkışmış bir Türkiye tehlikeli bir Türkiye’dir ve 46 yıllık Kuzey Kıbrıs işgali de gösterdiği gibi, Ankara bölgesel bir süper güç olmak için önemli ekonomik darbeler ve diplomatik kayıplar almaya niyetli görünüyor.”