YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Anadolu kültüründe ekmek başkadır. Hayat ve varoluş kavgası ekmek kavgasıdır. Katık edilendir. Ekmek parası kazanmaktır. Yerde görünce öpüp başına konan, kaldırılıp temiz bir köşeye konandır. Çöpe atılamayandır. Kurutulup kuşlara, balıklara atılandır. Ekmek Kuran çarpsındır, ekmek gözüme dursundur. Toplum başkalarının ekmeğini elinden almayı tasvip etmez. Kimsenin ekmeğine kan doğranmasına müsamaha gösterilmez. Ekmek elden su gölden yaşama itibar edilmez. Ekmek kapısı kapanmaz. Zeytin ekmek yemek fakirliğin fukaralığın göstergesidir; en yoksul insanların bile zeytinini yiyeceği iki lokma ekmeği olur.
Ekmek, hayatta kalmayı, tok olmayı, nimeti temsil eder. Anadolu! Buğdayın ekildiği ve biçildiği, un yapıldığı, ekmeğin ekmek olduğu ilk topraklar! Bu topraklar tam on bin yıldır üzerindeki tüm insanları doyurdu. En kötü yönetimler bile Anadolu’nun bu bereketi sayesinde insanını aç bırakmadı, ekmeksiz koymadı.
Yoksulluk sınırı ve açlık sınırı kategorileri hesaplanırken, minimum bir seviyede gelirle kaç ekmek alınabileceği hesaplanıyor. Elbette salt ekmek yiyip su içerek insani bir hayat yaşamak mümkün değil. Ama en azından asgari ekmek alabilmek, varoluş sınırıdır. Karnını doyuracak ekmeği bulamamak siyasi bir mesele değil, varoluşsal bir meseledir.
Uzun, upuzun ekmek kuyrukları var, Anadolu’nun her yerinde. Buğday fiyatlarına gelen zamdan sonra, bir çuval unun birim fiyatı iki katına çıkmış, ekmek fiyatları üzerinde baskı oluşturuyor. Fırıncı ekmeği ürettiği fiyatın altında ekmeği satamaz. Satmak istese bile bu matematiksel rasyonalite yüzünden uzun süre devam ettirilemez. Aldığı asgari ücretle artık ekmekle yaşayabilme noktasını bile geride bırakanların ülkesinde, diğer siyasi ve ekonomik başarı göstergelerine artık kimse bakmaz.
Çocuklarına ekmek götüremeyen anne-babaların ülkesinde artık okula gitmeyip sokaktan kâğıt ya da plastik toplayarak para kazanmaya çalışan çocuklar var. Emeklilerin duvar üzerine bırakılmış kuru ekmekleri evine götürüp ıslattığı ve yediği bir toplum iflah olur mu? Bir tarafta bir zamanların gecekondu gülü, ağzı nefes kokan İslamcı kodamanların yaşadıkları inanılmaz lüks yaşam, diğer yanda uzun, upuzun ekmek kuyruklarında iki para daha ucuza ekmek alma derdinde olan bir toplum! Bu olanlar 1991’de yıkılan Sovyetler Birliği ardılı bir ülkede olmuyor. Türkiye denen ülkede oluyor! Takibata alınan, hukuksuzlukla üzerlerine gidilen milyonlara “Bulamıyorlarsa ağaç kabuğu yesinler” denilen ülkede!
İnsanlara “ağaç kabuğu yemeyi” reva görenlerin toplumunda, artık ekmek kuyrukları, ekmek bulamayan insanlar var! Firavun Mısır’ından değil, bugünkü Türkiye toplumundan bahsediyorum.
Korkunç kıtlıklar ve yoksulluklar yaşamış olan Anadolu’da tarihin hiçbir döneminde yaşanmamış olan bir durum yaşanıyor. Ekmekle sınanıyor insanlar. Çocuklarına ekmek götürememek endişesi yaşıyor, anneler babalar. Hayat standartlarını konuştuğumuz bir on yıl öncesine göre, düşülen derin çukuru, vurulan yeni dibi görüyor musunuz? Ekonomi yönetiminin durumu, dümeni kilitlenmiş ya da kırılmış gemi analojisiyle izah edilebilir belki. Ama değil! Bu, kaptanın bilinçli olarak gemiyi kayalıklara sürmesi! Mesele dümendeki teknik sorun değil. Denizdeki akıntı ya da azgın dalgalar değil. Mesele, ilk olarak soygun ve talan düzenidir. İkincisi ise ideolojik inatlarının rasyonel aklın gereğine inat etmesidir. İhanetlerinin, inatlarının ve kifayetsizliklerinin bedelini ekmek bulamayarak ödemeye başlayan kitleler, hala kamuoyu yoklamalarında 1/3 oranında bu adamlara oy vereceklerini söylüyor. Bu nasıl bir efsunlanmadır? Ne derin bir hipnozdur? Çocuklarının açlığı bile bu toplumu uyandırmaya yetmiyorsa eğer, bu yaşananların bir son değil, başlangıç olması bizi şaşırtmalı mı?
Buğday ambarı Anadolu’yu önce el buğdayına mahkûm edip, sonra da işi ekmek kıtlığına vardıran İslamcılar ve güç paydaşları, bana 1930’ların Almanya’sını anımsatıyor. İyi de, yaşanmış bir dünya savaşı falan vardı da biz mi göremedik? 2010’lara kadar tüm ekonomik göstergeleri AB’deki doğu Avrupalı yeni üyelerin çoğundan iyi durumda olan Türkiye, nasıl bugünlere geldi diye sormayalım mı? Ne oldu da bu ekonomik kriz çıktı? Esasında ekonomik kriz falan yok! Bir aile bütçesi düşünün. Baba her ay ailenin bütçesinin önemli bölümünü alıp, en yakın dostlarına dağıtsın. Onları yemeklere davet etsin, onları parazit gibi sırtında gezdirsin, sonra da ayın ortasından itibaren çocuklarına yiyecek alacak parası kalmasın. Gidip bankadan kredi alsın, aldığı kredinin bir bölümüyle çocuklarını az buçuk doyursun, kalanını yine kendine ve dostlarına keyif için harcasın. Sonra bu aldığı kredinin aylık geri ödemelerini yapabilmek ve aynı çarkı çevirebilmek için başka bir kredi bulsun, onunla eski kredinin faizlerini ve aidatlarını ödesin… Bu ortamda bir krize gerek olur mu? Burada olan tek kriz, bu babadır! Bu analoji elbette çok basitleştirilmiş bir kurgu. Ama Türkiye’de bir bakıma bu kurgunun biraz daha karmaşık olanı oluyor. Tek farkı, ekonomiyi ilgilendiren tüm kararların aynı mantıksızlık temelinde yapılması! Kayalıklar geminin dibini delmiş. Gemi inanılmaz bir ivmeyle su alıyor. Elde kova bu suyu boşaltmak mümkün değil. İlk olarak bu geminin dibini bilerek-isteyerek deldirten kaptandan ve ekibinden en kısa zamanda kurtulmak gerek. Sonra da tez elden gemideki deliği kapatmak ve gemiyi onarmak gerek. Anadolu’nun üzerindeki halkı artık doyuramama noktasına gelmesinin arka planında bu var.
Bu memleketin insanını ekmeğe muhtaç edenleri bu halk iktidara getirdi. Bunu unutmayın! Bu halk hala kendisini ekmeğe muhtaç edenleri başta tutmaya devam ediyor. Üç kişiden biri bu adamlara halen destek veriyor, yarın seçim olsa onlara oy vereceğini söylüyor. Dolayısıyla, gemiyi kayalıklara süren ve bile-isteye dibi delen kaptan, hala gemideki yolcuların önemli bir bölümü tarafından destekleniyor. Yaşanan kaderde kaptan tek başına suçlanabilir mi?
Tarihin en büyük ekonomik darboğazlarında bile en fazla “insanları ekmeğe-zeytine talim ettirmekle” suçlanan iktidarlar gördük. Ama ekmek kuyrukları görmedik! İnsanların et alamadıkları zamanlar oldu, ama anneler babalar evine, çocuklarına iyi kötü her zaman ekmek götürebildiler. Sokaklarda uzun, upuzun ekmek kuyruklarını görünce, aklıma bunlar geldi. Bu yaşananlar siyaset biliminin de, ekonomi biliminin de analizlerinin konusu değil! Bu yaşanan, artık sadece bir halkın kendi varoluş meselesinde kendi hakkına – ya da çocuklarının hakkına! – ne kadar sahip çıkabileceği meselesi!
Kuru ekmeğe muhtaç olmak üzeresiniz. Yine de, siz bilirsiniz!
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***