Bütçe konuşuldu bu hafta. Sahi, konuşulan bütçe miydi? Bütçe konuşulması için önce bütçe hakkının olması gerek. Bütçe hakkı, yani en kaba tarifiyle, devletin gelir ve giderlerini seçimle gelmiş parlamentolarda belirleme hakkı. Parlamentonun fonksiyonu yoksa bütçe hakkı da yoktur.
Bütçe hakkı olmadığı için, devletin bütçesini hazırlayıp parlamentoya sunma yetkisine sahip yürütme makamının, Türkiye’deki sistemde Cumhurbaşkanı’nın bütçeyi getirip parlamentoya sunması, oradaki tartışmalara katılması, soruları cevaplaması, neyin ne olduğunu anlatması gerekir. Cumhurbaşkanı yoktu. Cumhurbaşkanının yardımcıları geldi evet, Bakanlar geldi evet, seçilmemiş, seçmene karşı sorumluluğu olmayan, atanmış ve yetkileri de daraltılmış kişiler. Peki ne konuştu bunlar? Bütçeyi mi? Ne gezer! Muhalefete laf saydırma, hakaret etme, iftira atma, demagoji yapma amacıyla gelip işgal ettiler meclis kürsülerini.
HER ŞEYİN BAKANI, İÇİŞLERİ HARİÇ
Bu sorumsuz siyasi figürlerden biri de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu idi. Kürsüde kâh cumhurbaşkanı gibi konuştu, kâh dışişleri bakanı gibi konuştu, kâh savcı gibi konuştu, ama ne içişleri bütçesiyle ilgili tek laf etti, ne de doğrudan içişleri bakanlığını ilgilendiren meseleleri konuştu. Türkiye’de mebzul miktarda bulunan aşırı sağcı, ayrımcı, dışlayıcı karakterlerden biri olarak astı kesti, attı tuttu.
Oysa o kürsüye çıktığında İstanbul’un göbeğinde polis, yakalayıp yere yatırdığı, tanıkların anlatımına göre ters kelepçe de takılmış bir genci ensesinden vurarak katletti.
Cinayet duyulur duyulmaz valilik kaçmadan, mukavemetten bahsetti, ortaya uyuşturucu iftirası atıldı, aracında telsiz bulunduğuna dair palavralar yayıldı, sonuç: Hepsi yalan. Tek gerçek, gencin şehrin göbeğinde polis eliyle katledildiği. Mızrak çuvala sığmadığı için polis tutuklandı. Tutuklandı ama sonrasında ne valilik, ne savcılık, ne içişlerinin herhangi bir yetkilisi ne de dahiliye vekili Süleyman Soylu tek kelime etti. Vaktiyle Berkin Elvan için söylendiği gibi “Ölmüştür, bitmiştir.” Hem polis tutuklandı ya! Peki neden vurdu? Nasıl vurdu? O kameralar niye yine ortada yok? Devletin adamları cinayet işleyince kameralar niye hep kaybolur? Kimin umurunda, böyle şeyler normal ülkelerde normal olarak içişlerinden sorulur, sorsak ne olacak?
KÜRTLER KİMDEN NEFRET EDİYOR?
Geldi kürsüye ve konuştu işte. Bütün konuşma PKK ve Sedat Peker ile tartışma niteliğindeydi, NATO dedi, BM dedi, Ukrayna dedi, Suriye dedi, AB dedi başka da bir şey demedi. Pardon, dedi: Gözaltına alınmış bir Kürt yurttaşı cinayetle itham etti, onun bir HDP’li vekilin evinde yakalandığını öne sürdü. CHP’yi de “PKK, terör” başlığı altına yerleştirip, “Özgür Kürdistan” destekçisi ilan ediverdi. Ne sokakta yurttaş öldürülmesi, ne tarikat yurtlarında gençlerin boğazının kesilmesi ya da taciz-tecavüz vakaları, ne de mesela yine herkesin gözü önünde ailesi iktidar partisinden bir milletvekilinin akrabaları tarafından katledilen Şenyaşar ailesiyle ilgiliydi içişleri bakanı; her cinayete bir “katliam” demeyi bildi ama gerçek bir katliamın adını anacak, katilini yakalayacak değildi o. Onun yerine Kürtlerin HDP’lilerden nefret ettiği iddiasını ortaya attı, nefret ettikleri için 6 milyon oy veriyorlar herhalde. HDP’yi bırakın, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, iki oğlu ve eşi kameraların önünde katledilen Emine Şenyaşar’ı ziyaret ettiğindeki manzara bile kimin kimden nefret ettiğini gösteriyordu: Emine Şenyaşar, Kürt illerinde oyu hiç mertebesinde olan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na sarılıp ağladı, “Xude ji te razî be” dedi, derdini gözyaşları içinde anlattı. Kemal Kılıçdarğlu’nun beş yıl önceki Adalet Yürüyüşü’nün devamı niteliğinde olan bu ziyaretteki manzara, Kürtlerin adalet için yanlarında olanlardan, oy vermedikleri CHP bile olsa duacı olduğunu gösteriyordu, bırakın nefreti.
ÜLKEDE ASLİ UNSUR, MİLLETTE UNSUR BİLE DEĞİL
Bakanın Meclis konuşmasında, Kürtlere ya da Alevilere iktidarın gerçekte nasıl baktığının bütün alametleri yer alıyordu:
“Bu ülkede Kürt düşmanlığı yoktur. Bu aziz millette Kürt düşmanlığı yoktur” diyordu Bakan, sonra devam ediyordu: “Kürtler bu ülkenin asli unsurudur. Aleviler bu ülkenin asli unsurudur.” Evet, “ülkede” düşmanlık yok, Kürtler ve Aleviler ülkenin asli unsuru, ama “millet”in parçası değil. Milletin parçası olsa, “milletin onlara düşman olmadığı” söylenmez.
Zaten “asli unsur” lafı ne zaman kullanılsa, “tali unsur” fikri de yanı başında hazır değil midir? Hasılı, Aleviler, Kürtler “ülkede asli unsur” olabilir, retorik olarak. Fakat “millet” içinde unsur bile değildirler, bakanın da açıkça dediğine göre.
YENİ DÖNEM, YENİ EKONOMİ VE HAZIR ŞİDDET
Bakanın konuşmasındaki şiddet ve celal, siyasal açıdan tercih edilen şiddet ve celalin parçasıydı, iktidarın 7 Haziran seçimlerinden sonra, MHP ile kurduğu ittifakın da bir gereği olarak tercih ettiği her sorunu şiddetle çözme anlayışının sıradan bir tezahüründen ibaretti. Siyaseten tercih edilen şiddet, bütün siyasal figürlerin dilinde ve hareketlerinde görülen şiddet, kendisini aynı zamanda alelade toplumsal şiddet olarak gösteriyor, kimin umrunda! İktidar iktidar olmayı sürdürdükçe polis denetimden çıkmış, yurttaşlar da en küçük sorunları bile şiddetle çözmeye yönelmiş, kadın cinayetleri salgın haline gelmiş, ne önemi var?
İktidarın seçtiği yolun lafzi boyutu Soylu’nun Meclis konuşmasında kendisini gösterdiyse, fiili boyutu da yine iktidar milletvekillerinden, eskimiş topçu Alpay Özalan’ın yumruğunda görünür oluyordu. O yumruk sadece siyasal sorunların çekip çevrilmesi için şiddetin esas olduğunu göstermiyor bize, iktidarın kasti olarak ürettiği “ekonomik kriz”den beklediği sonuçları elde etmek için şiddeti temel alan bir katı yönetim modelini esas alarak yola devam etmek istediğini de gösteriyor. Çünkü yoksulluğu derinleştirme ve genişletmeye dayalı, Çin modeli dedikleri yeni tercih, Alpay’ın yüzündeki öfke ve yumruğunda görünen şiddet olmadan sonuç üretecek bir tercih değil. Belirtmeden geçmeyelim, o yumruktaki şiddet ile Diyanet İşleri Başkanı’nın belindeki kılıçta görünen şiddet aynı kökten gelir, aynı işleve sahiptir ve aynı hedefi elde etmenin aracıdır.
İKTİDAR MEDYASI ŞENYAŞAR ZİYARETİNİ NİYE GÖRMEDİ?
Kılıçdaroğlu’nun Emine Şenyaşar ziyareti, sadece değinilip geçilecek bir mesele değil. İzninizle biraz daha üzerinde durmak istiyorum.
Önce, iktidar medyasının ziyareti görme biçimini, daha doğrusu görmeme biçimini ele almak gerekli. Medya ombudsmanı Faruk Bildirici, etraflı bir yazıyla durumu izah etti. Yazının fazlası var eksiği yok. Bildirici, Demirören’in ajansı DHA ile devletin ajansı AA dahil iktidar medyasının Emine Şenyaşar’ın niye “adalet nöbeti” tuttuğunu, çocuklarına eşine ne olduğunu, ne istediğini özenle gizlediğini ortaya koyuyor. İktidar gazete ve televizyonları ise bu ajanslardan bile beter bir tutum aldı; üstelik Cumhuriyet gazetesi, ajanslara yaslanarak aynı kusura ortak oluyordu, Faruk Bildirici medyanın bu kusurunu yazısının bitiş cümlesinde veriyor: “Vicdanları kanatan bir adaletsizlik yaşanıyor Şanlıurfa’da… Hem de gazetecilerin gözleri önünde…”
ADALET YÜRÜYÜŞÜNÜN DEVAMI
Niye? Elbette bu kusur cinayet işlendiğinden beri sürüyor, çünkü bir iktidar partisi milletvekilinin ailesini koruyor “adalet ve içişleri” bakanlıkları. İktidarın cinayetleri dahil her şeyi korumak bu medyanın görevi. Fakat Kılıçdaroğlu’nun ziyaretini, ziyaretin amacını, ayrıntılarını gizlemenin bir nedeni daha var: CHP lideri, bir süre önce siyasal gündem haline getirdiği “helalleşme” meselesinden muradının ne olduğunu somut olarak ortaya koydu bu ziyaretle. “Önce adalet sağlanacak” bu anlayışa göre ve sonra “helallik istenecek.” Kılıçdaroğlu bu ziyaretiyle, kendi partisine oy vermeyen, belki de hiç vermeyecek bir seçmenin adalet arayışına destek oldu ve iktidarın bir adaletsizliğinin geniş bir çerçevede görülmesini sağladı.
Haberi vermeyerek, çarpıtarak, küçümseyerek bu görünürlüğü azaltmak istediler her şeyden önce. Nasıl ki Çetin Kaya cinayetinde mızrak çuvala sığmadı, bu ziyarette de güneş balçıkla sıvanamayacak. Elbette bir siyasetçi olarak, ana muhalefet partisinin lideri ve muhalefet ittifakının muhtemel cumhurbaşkanı adayı olarak “oy istemek” kaygısı da yok değil Kılıçdaroğlu’nun fakat ziyaret, oy istemeden önce siyaset alanını genişletme fikrine dayanıyor esasen; bu haliyle ziyaret, “Adalet Yürüyüşü”nün bir devamı. Nasıl ki İçişleri Bakanı’nın CHP’lileri, “Kürdistan’ın özgürlüğü isteğine laf söylemiyorlar” diye suçlarken, yani terör maymuncuğunu kullanarak partiyi kriminalize edip rest çekmeyi amaçlıyorsa, Kılıçdaroğlu’nun ziyareti de bu resti görüp eli artırmaya dayanıyor. Adalet Yürüyüşü’nde “beklenen devam” gelmemişti belki ama bu ziyaretin beklenen devamı geldiği taktirde iktidarın seçimlerde zaten zor olan işinin daha da zorlaşacağı açık.
İktidar medyasının görmedik, duymadık, bilmiyoruz tutumu bu kaygıya yaslanıyor esasen, Saray’dan geldiği muhakkak olan “görmeyin” talimatındaki korku ile Şenyaşar ziyaretinin haberleştirilmemesindeki korku aynı korku.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***