Ortalık toz duman olmasına rağmen Erdoğan cenahında tıpkı 15 Temmuz 2016 öncesinde olduğu gibi ürkütücü ve tehlikeli bir sessizlik var. Çünkü bu toz duman ve kaosa müsavi siyasi bir tepki verilmemekte.
Darbe söylentileri, TÜGVA’nın “paralel devlet yapılanmasının” ortaya çıkması, SADAT’ın TSK’ye sızma ve onu ele geçirme teşebbüsünü itiraf etmesi; Savunma Bakanlığı’nın sınavlara, işgal kuvvetlerinin komiserlerine benzeyen üyelerin dışarıdan atandığını teyit etmesi, siyasi cinayet kaygısının dillendirilmesi, ekonomik krizin her gün biraz daha derinleşmesi, yapılan anketlerin AKP’ye çok kötü haberler vermesi ve buol umsuzluklara rağmen Erdoğan’ın ciddi bir çare arayışına girmemesi, üzerinde düşünmeyi gerektirmekte.
Bunun sebebi Erdoğan’ın hastalığı mı, yoksa başka bir şey mi var?
Memlekette gerilimin bu kadar yüksek olmasının en önemli sebeplerinden birisi de muhakkak ki seçim tarihinin yaklaşması, bugün iktidarı ellerinde bulunduran kadronun arkasındaki halk desteğinin her geçen gün biraz daha erimesi ve buna karşın bu kadronun iktidarı her ne şekilde olursa olsun ellerinde tutmak için bir hal çaresi aramaları.
Çünkü iktidar ellerinden gittiği gün, tek tek sanık kürsüsüne çıkacaklarını en iyi kendileri biliyor.
Evet en iyi kendileri biliyorlar, çünkü işledikleri suçları yine en iyi onlar biliyor.
Öyleyse “nasıl bir senaryo Erdoğan’ı kurtarabilir?” sorusuna cevap aramak ve Erdoğan’ın daha evvel kendini kurtarmak için kurduğu senaryolara bakmak gerekiyor.
Aslında Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Siyasi cinayetler konusunda kaygım var” ifadesini, Türkiye’nin hızlı bir şekilde darbe zeminine sürüklenmesine karşı bir ikaz olarak değerlendiriyorum.
Zira bir darbe öncesi kaos ne kadar büyürse darbeciler kendilerine meşruiyet alanı açmış olurlar.
Mesela 12 Eylül darbesinden evvel de siyasi cinayetler işlenmişti:
• 24 Mart 1978 Cumhuriyet Savcısı Doğan Öz
• 17 Nisan 1978 AP Malatya Belediye Başkanı Hamdi Fendoğlu
• 1 Şubat 1979 Gazeteci Abdi İpekçi
• 19 Kasım 1979 AP İstanbul Milletvekili İlhan Egemen Darendelioğlu
• 27 Mayıs 1980’de MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak
• 17 Haziran 1980’de CHP Nevşehir İl Başkanı Mehmet Zeki Tekiner
• 24 Haziran 1980’de MHP Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza Altınok
• 15 Temmuz 1980’de CHP İstanbul Milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu
• 19 Temmuz 1980’de Eski Başbakan Nihat Erim
• 22 Temmuz 1980’de DİSK ve Maden-İş Sendikası Genel Başkanı Kemal Türkler cinayetleri…
Bunlar 12 Eylül darbesi için zemini hazırlayan başlıca siyasi suikastlar idi.
Aslında Haziran 2015 Seçimlerinde iktidarı kaybeden AKP’nin toplu siyasi cinayet/katliamlar zemini üzerinde Kasım 2015’te iktidarı tekrar kazandığı, herkesin hafızasında canlı bir şekilde durmaktadır.
2015’teki kaos ortamı ile bir çeşit kanlı sosyal deney yapılmış ve herkesin malumu sonuçlar ortaya çıkmıştı.
Toplum korku ile teslim alınmış ve iktidar tekrar istirdat edilmişti.
Şimdi bu sosyal deney örnek alınarak yeni ve daha sofistike mühendislik çalışmaları yapılıyor olabilir. Bundan dolayı CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarının hayati olduğunu düşünüyorum.
Neler olabileceğine, Erdoğan’ın iktidarı bırakmamak için ne tür senaryoları devreye sokabileceğine dair bir projeksiyon sunmak istiyorum:
15 Temmuz yarım kalan bir darbedir. Hem 15 Temmuz’da ilk darbeye teşebbüs edenler açısından, hem de karşı darbeyi gerçekleştirenler açısından. 15 Temmuz’da TSK, bizzat komutanları tarafından tuzağa çekilmişti.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, Erdoğan ile sinsi bir işbirliği halinde TSK’nin bazı unsurlarını “darbe yapacağız” diye sahaya sürmüş, sonra da Erdoğan ile birlikte karşı darbeyi gerçekleştirmişti.
Böylece TSK, tarihinde hiç olmadığı kadar büyük bir kıyıma maruz kalmıştı.
Yapılan sadece bir grup askerin kıyımı da değildi. TSK’nın onuru zedelenmişti. SADAT’ın çapulcu katilleri Genelkurmay binasını basmış, köprüye gönderilen askerlerin boğazları bu katiller tarafından kesilmiş, askerler bu katiller tarafından linç edilmişti.
Asker boğazı kesen katiller kahraman ilan edilirken, hiçbir şeyden haberi olmayan askerler ise vatan haini. Darbe teşebbüsü sonrası bizzat Erdoğan’ın öncülüğünde geliştirilen retorik ile TSK düşmanlığı yapıldı ve buna dayanan bir hassasiyet oluşturuldu.
O zaman bir hatırlatma yapayım: Bir cephede bir savaşı kaybeden bir ordu, ancak kaybettiği cephede, aynı düşmana karşı vereceği bir savaşı yeniden kazanarak itibar ve şerefini kazanabilir. İtibar ve şerefini kaybetmiş bir ordunun mensubu olduğu millet de asabiyetini kaybetmiş ve dağılmaya yüz tutmuş, devlet de yıkılmayla yüzyüze gelmiş demektir.
Evet kontrollü bir şekilde yarım bırakılan 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonucunda, TSK ağır bir mağlubiyet yaşamış bir ordu konumuna düşürülerek, TSK’nin şeref ve itibarına ağır saldırılar yapılmış ve TSK hem ulusal hem de uluslararası alanda haysiyet kaybına uğratılmıştır.
15 Temmuz Erdoğan açısından da yarım kalmış bir darbedir. Erdoğan bu “karşı darbeyi”, daha çok, Türkiye’yi kendi devletine dönüştürme önünde en büyük engel gördüğü Gülen Cemaati’ni tasfiye, tenkil ve kıyım aracı olarak kullandı.
Ama aldandı.
Önceki darbelerde olduğu gibi muhalefet tasfiye edilemedi. Siyasi partiler, sindirilmiş olsalar da, varlıklarını sürdürdüler. Şimdi o sindirilmiş partiler başlarını kaldırıp Erdoğan’a karşı iktidar iddiasında bulunuyorlar.
Erdoğan’ın iktidarını çocuklarına miras olarak bırakabilmesi için tez zamanda muhalefet partilerinden kurtulması gerekiyor. Bunun tek yolu Erdoğan’ın yarım kalan darbesini tamamlamasından geçiyor. Ancak o zaman tıpkı 27 Mayıs ve 12 Eylül’de olduğu gibi siyasi partileri kapatıp, kendi kontrolünde yeni bir siyasi partiler düzeni kurabilir.
Geldiğimiz noktada şöyle bir denklem, şartların zorlaması ile kurulmuş durumda: Bir tarafta Türkiye’yi kendi şirketine dönüştürmek için başladığı işe devam etmek zorunda olan ve bunun önündeki en büyük engel olarak gördüğü TSK ve muhalefet partilerinden kurtulmak zorunda hisseden Erdoğan.
Diğer taraftan Türkiye Cumhuriyeti’ni koruyabilmek için halkın nezdinde şeref ve itibarını tekrar tesis etmesi gereken TSK.
İşte dehşet dengesi.
15 Temmuz’dan önce piyasaya sürülen “Gülencilerin YAŞ’ta TSK’dan tasfiye edilecekleri” söylentisi, onlardan bazılarının 15 Temmuz’da hazırlanan tuzağa atlamalarına sebep olmuştu. Hulusi Akar Gülenci subaylardan bazılarını bu şekilde avlamayı ve kendi sinsi planları için bir araç olarak kullanmayı başarmıştı.
Korkarım ki, 15 Temmuz’da oynanan senaryonun bir benzeri yavaş yavaş gündeme sürülüyor. Tıpkı 15 Temmuz’dan önce olduğu gibi Hulusi Akar’ın NATO ile birlikte hareket ettiği, onun bir darbe hazırlığında olduğu, Erdoğan sonrasının en güçlü lider adayı olduğu söylentisi pompalanıyor.
TSK’nin şeref ve onurunu kurtarmayı düşünen vatansever subaylardan, en azından bir kısmını, tekrar harekete geçirecek, harekete geçirip tekrar tuzağa düşürecek, tuzağa düşürüp TSK’yi tamamen tasfiye edip dönüştürecek bir plan yapılıyor olabilir.
Hulusi Akar ve mevcut komutanların çoğunun içinde olduğu herhangi bir teşebbüs, sadece ve sadece Erdoğan hesabına, lehine yapılacak bir hamledir. Böyle muhtemel bir hareketin sonunda ödenecek bedeli, kanaatimce tarih kaydetmemiştir.
Allah korusun böyle bir senaryonun gerçekleşmesi durumda yapılacak şey Türkiye’nin ruhuna fatiha okumak olacaktır.
Yazı: Ali Ağcakulu, Ahval
https://ahvalnews.com/tr/tsk/tskye-kurulan-yeni-bir-tuzak-mi-var
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***