Edirne F Tipi Cezaevi’nde bulunan HDP’nin Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “Toplumsal barışı nasıl sağlayacağız?” sorusunu sorduğu ve yanıtını verdiği bir yazı kaleme aldı.
Demirtaş, “Memlekette yüz kişiye sorsanız muhtemelen doksan dokuzu barış olsun ister. Aynı doksan dokuz kişiye, ‘barıştan anladığınız nedir’ diye sorsanız ihtimaldir ki, doksan dokuz farklı tanım veya beklenti çıkar.” dedi.
Selahattin Demirtaş’ın T24’e yer alan ‘Toplumsal barış‘ başlıklı yazısı şöyle:
Öncelikle, toplumsal barış konulu bir çalıştay yapılmalı. Mümkünse seçimlerden önce, ki seçimlere büyük katkısı olur ve sonrası için de güçlü bir zemin hazırlar, şayet seçimlerden önce olamıyorsa seçimlerden hemen sonra geniş katılımlı ve birkaç gün sürecek bir çalıştayla toplumsal barışın yol haritası çıkarılabilir
Sıklıkla kullandığımız kavramların içeriğine dair bir karmaşa yaşanıyor. Bizimki gibi kamplara bölünmüş toplumlarda böylesi ayrışmaların olması olağandır. “Çatışma toplumlarında”, her kampın kendi kavramlarını üretip ona kendi beklenti ve ihtiyaçlarına göre anlamlar yüklemesi işin doğası gereğidir. Ancak kavramlara yüklenen anlamların bunca farklılaşması, giderek çatışma çözümlerini de zorlaştıran ciddi bir engele dönüşür. “Barış” veya daha kapsamlı bir ideali işaret eden “toplumsal barış” kavramı da halihazırda içeriği hakkında üzerinde uzlaşılamamış kavramlardandır.
Memlekette yüz kişiye sorsanız muhtemelen doksan dokuzu barış olsun ister. Aynı doksan dokuz kişiye, “barıştan anladığınız nedir” diye sorsanız ihtimaldir ki, doksan dokuz farklı tanım veya beklenti çıkar. Hadi diyelim, bunları birbirlerine yakın olanlar şeklinde kategorize etsek bile en azından on değişik barış beklentisi görebiliriz. Fakat emin olun, istisnasız herkesin barıştan anladığı şey, karşı mahallenin veya kampın kendi mahallesine saygı duyması, kendi kampının kurallarının kabul edilmesi olacaktır. Kimse kolay kolay, “benim mahallem karşı mahalleye haksızlık ettiği için toplumsal barış bozuldu” demeyecek, diyemeyecektir. Bu bakış açısı devam ettiği sürece de toplumsal barış, hayal olmanın ötesine geçemeyecektir.
Toplumsal barışı bozan fay hatları
Peki ne yapmalıyız, nasıl yapmalıyız? İsterseniz şimdi, Türkiye gerçekleri ışığında bu konuyu daha somut şekilde tartışalım. Önce toplumsal barışı bozduğu düşünülen olgulara, fay hatlarına bir bakıp onları sıralamaya çalışalım. Bunları önem ya da öncelik sıralarına göre yazmayacağım, ana hatlarıyla şunları belirtebilirim:
– Silahlı eylemler, çatışmalar veya terör
– Sekülerlik muhafazakâr dindarlık (laik-dinci)
– Alevilik- Sünnilik (mezhepçilik)
– Kürt-Türk
– Kürt-Devlet (ulusçuluk-asimilasyonculuk)
– Atatürkçülük-Atatürk karşıtlığı (Kemalizm-Osmanlıcılık)
– Gayri Müslim-Müslüman (dindarlık)
– Siyasal/radikal İslamcılık-Kültürel Müslümanlık (dincilik-dindarlık)
Sanırım Türkiye’de politikleşmiş toplumsal gerilim veya çatışma alanları kabaca bu şekilde tespit edilebilir.
Bu başlıklarda en dikkat çekici özellik, hepsinin kaynağının din (inanç) veya milliyet (etnik) temelli olmasıdır. Demek ki inanç ve etnisite meselelerindeki ayrışma, toplumsal barışımızı bozan en temel faktördür. Ancak gerilim ve çatışma alanları bunlarla sınırlı değil. Özellikle sınıf ve cinsiyet temelli gerilim ve çatışmalar, toplumsal barışın önündeki en büyük engellerdir.
– Yoksulluk-zenginlik
– İşçilik-patronluk
– Kadınlık-erkeklik
– Bunlara bir de ekolojik (çevre-habitat) çatışma alanlarını da ekleyebiliriz.
Toplumsal barışı nasıl sağlayacağız?
Peki bunca farklı mahalleyi, bunca farklı beklentiyi nasıl olacak da bir arada tutmayı, toplumsal barış içinde yaşatmayı başaracağız? Kolay olmadığını kabul ediyorum. Nitekim her mahallenin kendine özgü tarihsel ve güncel acıları, korkuları, kaygıları var. Daha vahimi, her mahallenin aynı olay ve olgulara dayalı farklı, birbirine zıt tarihi anlatımları, inanışları var. Her mahallenin kendi kahramanları, önderleri, değerleri, vazgeçilmezleri var. Ve artık her mahallenin kendi siyasal partisi, sivil toplum kuruluşları, çeşitli örgütlenmeleri var. Evet, çözüm kolay değil ancak imkansız da değil. Sorun şu ki, çözümsüzlük uzadıkça kamplaşma giderek bölünmeye, parçalanmaya ve aklımızın ucundan bile geçirmekten imtina etmemiz gereken bir iç çatışmaya dönüşebilir. O halde güncel siyasal durumu da göz önünde bulundurarak neler yapılabileceğini konuşalım.
Önümüzdeki seçim, Cumhuriyet tarihinin en önemli seçimi olacak. Seçimi bu kadar önemli hale getiren şey, AKP iktidarının devleti gasp ederek otoriter rejim inşasına girişmiş olmasıdır. Buna karşı olanlar da bir seçimle, devleti AKP’nin elinden alarak bu gidişatı durdurmaya çalışıyorlar. Siyasi ittifaklar ise bu acil ve öncelikli durum gözetilerek şekilleniyor.
Yukarıda saydığım mahalleler, kendi aralarındaki gerilim veya çatışmayı şimdilik kaydıyla geri plana itip “demokrasi yanlıları” ile “otoriter tek adam yanlıları” şeklinde kutuplaşıyorlar. Ben burada bir yanlışlık görmüyorum. Çünkü devletin tüm olanaklarını kendi kişisel veya siyasal bekası için hukuksuzca kullanan bir anlayışa karşı başarı, başka türlü sağlanamaz. Bu konuda doğru olan yapılmaya çalışılıyor fakat eksik yapılıyor. Ve maalesef bu eksiklik hem mevcut muhalefet birliğini hem de gelecekte kurmamız gereken toplumsal barış zeminini daha şimdiden tahrip ediyor.
Bugün soldan sağa ondan fazla parti otoriterlik karşıtı mücadelenin içinde yer alıyor ve hepsi asgari demokrasiyi, barışı savunuyor. Ancak bu partilerin bir kısmı diğer mahalleler hakkında konuşurken ve politika üretirken halen ayırımcı, ötekileştirici, bazen de saldırgan bir dil kullanabiliyor. Bu partiler yarın iktidara gelseler toplumsal barışın sağlanmasına nasıl siyasal öncülük edecekler diye merak ediyor insan. Yine bu muhalefet partileri kendi aralarında içten içe adaylık, makam, mevki yarışına şimdiden girebiliyor. Tüm muhalefet partileri aynı masaya bir defacık bile oturamazken kendi tabanlarından aynı mahallede, aynı sokakta, aynı apartmanda veya aynı ülkede oturmalarını isteyebiliyor. Doğrusu bu da inandırıcı olmuyor, toplumun geneline güven vermiyor. Bu siyasal hırsları, kibirleri, alışkanlıkları aşmak da kolay değil. Çünkü birçoğu hayatları boyunca başka türlü siyaset yapmamışlar. Buna rağmen hem sorumlulukları hem veballeri son derece ağır, keşke bunun yeterince idrakinde olabilseler.
Toplumsal barış konulu bir çalıştay yapılmalı
Şimdi, mevcut siyasi tabloyu bir kenara bırakıp asıl yapılması gerektiğini düşündüğüm şeye gelelim. Öncelikle, toplumsal barış konulu bir çalıştay yapılmalı. Mümkünse seçimlerden önce, ki seçimlere büyük katkısı olur ve sonrası için de güçlü bir zemin hazırlar, şayet seçimlerden önce olamıyorsa seçimlerden hemen sonra geniş katılımlı ve birkaç gün sürecek bir çalıştayla toplumsal barışın yol haritası çıkarılabilir.
Tüm mahallelerin resmi ve sivil temsilcileri bu çalıştayda bir araya gelerek barışın önündeki tüm engelleri saptayıp çözüm yollarını ortaya koyabilmelidir. Yukarıda saydığım toplumsal kesimlerin temsilcileri hem kendi mahallelerinin beklenti ve hassasiyetlerini objektif olarak ortaya koymalı hem de kendi dışındakileri anlamaya, kavramaya, gözetlemeye odaklanmalıdır. Bu temsilciler, mutlaka hepsi evrensel demokrasi, insan hakları gibi değerleri bilen, bunlara yürekten inanan çözüm yanlısı makul isimler olmalılar; aşırı radikaller veya fanatikler aynı masada çözümü konuşamazlar.
Bu çalıştayda eğitim müfredatından, özellikle resmi tarih anlatısından medyanın diline, dizi ve reklamların ayırımcı yaklaşımlarından bürokrasideki ayırımcılığa, devletin yönetim mekanizmalarından sivil toplum örgütlerine, iş ve çalışma yaşamından kadın eşitliğine, çevre haklarından kültürel haklara, dil, din ve mezhep özgürlüğünden laikliğe değin her başlık, her gerilim alanı masaya yatırılarak ortak çözüm önerileri sıralanabilir.
Silahlı eylem, çatışma, terör, başlığına acil çözüm formülleri ortaya çıkarılabilir. Bu konularda hükûmete, TBMM’ye, sivil topluma, medyaya, meslek gruplarına öneriler sunulabilir. Bütün bu süreçleri yakından takip etmek, hayata geçirmek ve denetlemek üzere TBMM çatısı altında bir “toplumsal barış komisyonu” kurulabilir. Bu komisyonda milletvekilleriyle birlikte parlamento dışından sivil temsilciler de görev alabilirler. Bu komisyon kendi içinde, “hakikatleri araştırma ve geçmişle yüzleşme” alt grubu da oluşturulabilir. Elbette öneriler zenginleştirilebilir, yazdıklarımın tümü fikir jimnastiği.
Ancak şu bir gerçektir ki, toplumsal barışı sağlamadan bir arada yaşamak her geçen gün zorlaşacak, çatışma ve gerilim alanları artacaktır. Bütün bunlar için koltuk, makam, mevki, servet derdi olmayan, halkı ve memleketi tüm kalbiyle seven siyasi ve toplumsal öncülere ihtiyaç var. Böylesi dürüst insanların fazlasıyla olduğunu biliyorum ve onları daha cesur, daha atak davranmaya teşvik etmeliyiz diyorum.
Tüm kesimler arasında ilkeli, açık, çözüm odaklı bir diyalog ve müzakere zemini oluşmadan toplumsal barışımızı sağlamak mümkün değildir. Siyasetçileri suya yazı yazmayı bırakıp somut demokrasi ve barış adımları atmaları için en çok, aydınların yüksek sesle uyarmaları beklenir. Emin olun, halk buna hazır. Siyaset halkın gerisinde kalmasın ve fırsatları heba etmesin diye herkese görev düşüyor sanırım.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***