2020’de patlak vererek dünya ekonomisini ani ve sert bir düşüşe iten pandemi krizi 2021’de aşırı talep, tedarik zincirlerindeki aksaklıklar nedeniyle üretimin talebe yetişememesi ve tabi ortada dolaşan bol likidite eşliğinde küresel enflasyon oranında da ani sıçramalara neden oldu. Dünyanın en büyük merkez bankası ABD’li Fed bu hafta çarşamba günü %5,4’ten daha da yukarı gideceği görünen TÜFE enflasyonu ve %4,4 çekirdek enflasyona bakarak sonunda para politikasını sıkılaştırma yolunda ilk adımları attı.
Tahvil alım programı ile piyasaya her ay verdiği 120 milyar doları yaz aylarına kadar ayda 15 milyar dolar eksilterek sıfırlayacak olması işte bu ilk adım olarak bir dönüm noktası. Fakat Fed Başkan’ı Powell’ın ısrarla vurguladığı tahvil alım programının Haziran 2022’de sona ermesinin ardından enflasyonu daha doğrudan dizginleyecek faiz artışlarının hemen gelmeyeceği. Banka geçici olacağını iddia ettiği yüksek enflasyona bir süre daha katlanarak istihdam piyasasında olabilecek en fazla toparlanmayı da veriler içinde görmek istiyor çünkü halen pandemi öncesine göre 5 milyon civarı Amerikalı işe geri dönebilmiş değil.
Atlantik’in öbür tarafındaysa perşembe günü İngiltere merkez bankası %5 ve üzerine doğru yönelene enflasyon oranına rağmen beklentilerin aksine faiz artışı yapmadı. Sebep pandemi dönemi doğrudan yardımların kesilmesinin enflasyonu yukarı iten faktörlerden bir tanesi olan talep üzerinde nasıl bir etki yaratacağını izlemek. Çarşamba günü Fed açıklamalarından hemen önce Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkanı Lagarde sesini yükselterek enflasyonun geçiciliğine inandıklarını ve 2023’ten önce faiz artışı öngörmediklerini söyledi.
Yakın bir zamanlama ise Kanada ve Avustralya merkez bankaları artan enflasyon endişeleri ile faiz artışları devreye soktular.
Türkiye hariç gelişmekte olan ülke ekonomilerinin çoğunluğu da gelişmiş ülke merkez bankalarından gelen mesajlar doğrultusunda faiz artırarak kendi para birimlerini koruyarak enflasyon dalgasını hafifletmek amacıyla yaz sonundan bu yana dalga dalga faiz artırmaya başladılar.
Türkiye merkez bankası ise, enerji krizinin TL’nin değer kaybıyla çifte etkisi altında ezilen seçmeni doğalgaz bulunduğunun müjdesi ile uzun vadede enerji fiyatların düşeceğine ikna etmeye çalışan Cumhurbaşkanı gibi, cari fazla-fiyat istikrarı icadı ile para politikacılığı oyunu sergilemekte. Bu akla mantığa ve kitabi bilgilere uymayan yaklaşımı nedeniyle de bu yazının dışında elbette.
Yüksek küresel enflasyon oranı belli ki 2022’nin en önemli sorunlarından bir tanesi olacak. Tedarik zinciri sorunları devam ettiği ölçüde büyük merkez bankaları enflasyondaki dışsal faktörlerin de varlığına işaret ederek ticari faaliyet akımlarının mutlaka bir aşamada normalleşeceğini öne sürerek pasif kalmayı tercih etmekteler.
Fed’in bilançosu 2022 başında 9 trilyon dolara ulaşacak ve doğal olarak da halen oldukça “teşvik” edici. Fed’in bilançosundaki varlıkların GSYİH’ye oranı pandemi başlangıcında %18’ken pandemi “sonrasında” %36’ya fırlamış durumdaki bu da son bir yılda ne boyutta bir parasal destek verilmiş olduğunu yansıtıyor. Tahvil alımlarını kademeli şekilde 6 ayda sıfırlamak da bu ölçekte bir genişlemeye kıyasla sıkılaşan para politikası anlamına zaten gelmiyor. Sıkılaştırma faiz artışlarıyla beraber bilançonun küçültülmesi ile esasta başlayacak. Bunun için de adres 2022 sonundan önce değil.
Peki, %2 ortalama enflasyon hedefleyen Fed, TÜFE enflasyonu göz göre göre %6’y doğru giderken neden parasal sıkılaştırma yapmakta gerçekten bu kadar isteksiz? Eli tutuk ya da tedirgin?
Yüksek enflasyon 2022’de de nefes almaya devam edecekken artık merkez bankaları da sene başında olduğu kadar bunun geçici bir durum olduğundan emin değiller. Fakat büyük para otoritelerinin mevcut devasa teşvik pozisyonlarının tersine dönememelerinin önemli nedenleri var.
2008 Küresel Fiansal Kriz’de giriş niteliğinde olan ve pandemi döneminde iyice derinleşen merkez bankalarının piyasadan aldıkları tahvillerin miktarı parasal sıkılaştırmanın önünde en önemli engel. Merkez bankaları artık menkul kıymetler piyasalarının önemli büyük alıcıları ve tahvil piyasasındaki bu kadar büyük oyuncular haline gelmeleri de iletişim engelleri yaratmakta.
Faizi sıfıra indirmenin de ötesine geçen aşırı gevşek para politikasını kriz dönemlerinde devreye sokmak çok kolay ve etkili bir yöntem. Ancak, iki sene öncesine kadar uzun on yıllardır görülmeyen bir enflasyonla bu aşırı gevşek para politikalarının birleşiminden ne çıkacağı belirsiz. Fed örneğinde bankanın tahvil piyasalarındaki rolü klasik enflasyon-istihdam hedeflerinin ötesine taşmış durumda. Bir tarafta teorik olarak taleple, maliyet baskıları aşırı likiditenin birleşimi hiperenflasyon riski dururken, bir tarafta da enflasyonun varlığı ile zaten yükselen tahvil faizlerinin eşliğinde Fed’in bir parçası haline dönüştüğü tahvil piyasasına ve tabi küresel ekonomiye zarar vermeden bilanço küçültmesi gereği gerçeği var.
Oldukça çetrefilli bir denklem.
Likiditeyi azaltma işlemlerinin son derece kademeli olması ve çoğu durumda, faiz oranları artırılmadan önce miktarsal genişleme araçlarının devreden çıkarılması gerekiyor. Mevcut yüksek enflasyon yerinde kaldığı her gün ise dengeli bir şekilde bu zor denklemi hayata geçirmek zorlaşıyor.
Dünya ekonomisi nasıl pandemi krizinin yarattığı küresel dengesizliklerden çıkmakta zorlanıyorsa, merkez bankaları da pandemi etkisiyle aniden yükselen enflasyonla hızlı mücadelede bir o kadar zorlanmakta. 2008-2009 Küresel Finansal Krizi’nin merkez bankaları bilançolarında yarattığı değişim normalleşmeden 2020 pandemi krizi ile yeni tur aşırı genişlemeci politikalar “enflasyonun geçici olduğu” söylemine bir anlamda mecbur bırakıyor para otoritelerini.
Merkez bankalarının güvenilirliğinin ne kadar önemli olduğu da burada yeniden devreye giriyor. Mevcut imkânsız denklem içinde Fed’in kredibilitesi bu kadar yüksek olmasaydı, hedefin üç katına ulaşan enflasyon, aşırı bol likidite, pandemi artçı şokları, yüksek talep-kısıtlı arz dünya ekonomisinin uzun süre altından kalkamayacağı devasa bir krize hızla dönüşebilirdi.
Şimdi ise bıçak sırtında yeni bir tecrübenin eşiğindeyiz. Krizlerden çeşitli yöntemlerle aşırı para basarak çıkmayı öğrenen büyük merkez bankaları enflasyon gerçeği ile karşı karşıya. Kapsamı kalıcı şekilde değişen merkez bankacılığının klasik yöntemlere dönerek mi enflasyon sorununu çözeceğini yoksa yeni genişletilmiş alanında kalarak mı bu sorunla başa çıkabileceğini önümüzdeki birkaç senede izleme şansımız olacak.
Enflasyon geldiği gibi aniden kendi kendine çekilmezse oldukça ilginç bir deneyim sahibi olacağız.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***