YORUM | AHMET KURUCAN
Başlığı dikkatlice yeniden okumanızı tavsiye etsem ayıp etmiş olur muyum bilmiyorum ama yine de edeyim. Kötü ve iyi birer sıfattır malum. En genel manada insan için kullanıldığı gibi eşya ve hadiseler için de kullanılır. İyi koltuk kötü koltuk, iyi hava kötü hava gibi. Bir şeye iyi veya kötü derken yaptığımız değerlendirmeler objektif de olabilir sübjektif de. Anlam çerçevelerinin nasıl doldurulduğuna bağlı olarak değişir iyi ve kötü.
Yukarıdaki misallerden hareket edecek olursak, sizin için kötü olan bir koltuk bir başkası için iyidir. Ucuzdur, rengini beğenmişsinizdir, belinize tam oturmuştur, doktorların tavsiye ettiği özelliklere sahiptir, dayanıklıdır, hafiftir vs. Bunlar sizin koltukta aradığınız özelliklerdir ve iyidir ama sizin için. Sizin eklem romatizması hastalığınız vardır. Yağmurlu havalar eklem ağrılarınızı azdırır. Onun için yağmurlu havaya kötü dersiniz. Bir başkası çiftçidir, yağmur onun can suyudur, geçim kaynağının ana unsurudur, o da yağmurlu havaya çok iyi der. Hasılı, iyi ve kötünün içinin nasıl doldurulduğu çok önemlidir ve bu şahıstan şahsa değişir.
Bu ayırım nereden aklıma geldi? İlk defa Mehmet Efe Çaman’dan duydum. Erkam Tufan Aytav ile 4. evre Maksiller Sinüs kanseri olan Ayşe Özdoğan için sözde Adli Tıp Kurumunun “Yeniden tutuklanmasında mahzur yok, hapishanede kalabilir” kararı üzerine yaptıkları programda dinledim. Efe Çaman bu kararı veren hem siyasetin köpeği olan yargının başı Abdülhamit Gül ve onun mensuplarına hem adli tıp kurumuna ve tabii ki Recep Erdoğan başta olmak üzere onun bu gayri insanı ve vicdani karar ve politikalarını destekleyen ortaklarına “Bunlar kötü insanlar” diyordu. O günden beri düşünüyorum bu “iyi insan kötü insan” nitelemesi üzerinde.
İnsana insan dedirten en temel iki özellik vardır. Biri maddi diğeri manevi. Maddi özellikler eli-ayağı, dili-dudağı, gözü-kulağı, kolu-bacağı gibi herkese “Aaa bak, hayvan değil, insan bu” dedirten dış görünüm. Yani sureti. Manevi özellikler ise insan görünümündeki o varlığın şahsiyetini, kişiliğini, huyunu, mizacını, karakterini, ahlakını gösteren düşünce ve o düşüncelerin Yunus’un ifadesiyle ete kemiğe büründüğü davranışlar. Eskiler bu ikisini enfes iki kavramla anlatmış. İlkine sureta, ikincisine sireta demişler. Sureta insan ve sireta insan. Bir insan sureta insan şeklinde yaratılmış olabilir ama ya davranışları?
Şöyle düşünmeye zorladım kendimi: “Bunlar iyi insanlar ama iyi insanların her hali iyi olmayabilir. Onlardan zaman zaman kötü haller de sâdır olabilir.” Bu hususta James Hollis’in yıllar önce okuduğum “Why Good People Do Bad Things” (Neden İyi İnsanlar Kötü Şeyler Yapar) kitabından aklımda kalanları çağırdım. Hiçbir faydası olmadı. Vücudumdaki her bir hücre anında itiraz ederek “Kendine gel, ne diyorsun sen, yaşananları görmüyor musun?” dedi. Kötülüğün bu ölçüde sıradanlaştığı ve her gün yeni kötülüklerle güne başladığımız zaman diliminde “… zaman zaman kötü haller mi? Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin?” diye de ilave etti.
Haklıydı hücrelerim dile getirdikleri bu itirazlarında. Muhalefette iken iktidara gelmek için söyledikleri her şeyin iktidara geldikten sonra tam tamına tersini savunan, hırsızlıktan yolsuzluğa, terörden uyuşturucu kaçakçılığına, yağmacılıktan uçkurlarını helal-haram demeden salmaya kadar akla gelebilecek her türlü rezilliği yapan ve ardından bunların üzerine kapatmak ya da meşrulaştırmak için İslam dinini kullanan bu sureta insanlara sireta insan demek mümkün değil. Onun için Efe Çaman Bey’in kötü insanlar tespitine A’dan Z’ye katılıyorum. Hayır, hayır, bunlar kötü işler yapan iyi insanlar değil aksine kötü insanlar.
Ne oluyor böyle olunca? Yapılan hukuksuzlukların, vicdansızlıkların, baskıların, zulümlerin, eziyetlerin, işkencelerin duyurulabildiği tek mecra olan sosyal medyada duyarlı olan herkesi ayağa kaldıran 4. evre kanser hastası Ayşe Özdoğan’ın tutuklanmasına kulak tıkıyorlar, görmezden geliyorlar. Bununla da yetinmeyip kendisi de kanser hastası olan ve “kızımı istiyorum” diye adlı makamlar önünde protesto yapan 72 yaşındaki annesi de gözaltına alıyorlar. Çünkü kötü insanlar. Kendilerinden, kendilerine kayıtsız şartsız destekleyen kişilerden başka hiç kimseyi insan olarak görmüyorlar. Şeytan onlar, onların nazarında. Kendileri ve destekçileri ise melek. Heyhat!
Bu düşünce ve inancın sonucu olarak hayvanların bile hemcinslerine yapmadığı ve yapmayacağı davranışları yapıyor, orantısız devlet gücüyle muhaliflerini ezmeye, yok etmeye, sindirmeye, kaçırmaya ve öldürmeye duruyorlar. Mehmet Akif’in “sırtlanları geçen beşer” diye tarif ettiği güruh bu olsa gerek. Evet, sureta insanlar ama kötü insanlar. Böylelerine “hayvan gibiler, hayvandan da aşağı” deme inanın bana, hayvanlara hakaret olur. Zira iki cümle önce yazdığım gibi hayvanlar bile hemcinslerine bunu yapmıyorlar. İnanmıyorsanız hayvan belgesellerini izleyin. Binlerce, milyonlarca örneklerini görebilirsiniz oralarda.
Pekala ya bütün bu hukuksuzluklar kendi gözlerinin önünde cereyan eden ama hiçbir itirazda bulunmayan, ‘bu kadar da olmaz!’ demeyen suskun topluma ne diyeceksiniz? Afgan mültecilerinin kabulünde çıkardıkları ses ile Erdoğan’a geri adım attıran toplum Ayşe Özdoğan konusunda orada çıkarttığı sesin yarısını çıkartamaz mıydı? Hala çıkartamazlar mı?
Çok boyutlu bir mesele bu. Dini, siyasi, tarihi, kültürel, ekonomik birçok boyuttan bakarak cevaplar verilebilir bu soruya. Ama bu cevapların hiçbirisi ama hiçbirisi tedavisi hapishane şartlarında yapılması imkansız bir hasta kadının hakkını müdafaa etmek için susmayı haklı göstermez. Eğer bu manzara karşısında bile susuluyorsa orada kötü insan iyi insan, sureta insan sireta insan ayrımına yeniden müracaat etmek zorundayız.
Aklıma sosyal medyada gördüğüm ve bir kenara not ettiğim Orhan Doğan’a ait şu cümle geldi birden bire bu satırları yazarken: “Yeryüzünde sadece bir tükürük hakkım olsaydı eğer, haksızlık yapana değil o haksızlığı seyredenin yüzüne tükürürdüm.”
Bu dönemde çokların çok defa tekrar ettiği Ahmet Arif’e ait şu meşhur sözle bitireyim yazımı: “Çiçek gibi insanların kalbini kırdınız, umutlarını yok ettiniz, bahçeleriniz bahar görmesin.”
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***