YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne (OECD) bağlı bir denetleme kurumu olan Mali Eylem Görev Gücü (FATF), 1989 yılında G-7 ülkeleri (ABD, Japonya, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya ve Kanada) tarafından kara para aklamanın uluslararası alanda önlenmesi amacıyla kurulmuş bir örgüt. FATF, 11 Eylül 2001 terör saldırılarından sonra görev tanımına ve çalışma alanına terörün finansmanı ile mücadeleyi de ekledi. FATF, 39 üyesini ve üye olmayan ülkeleri kara para aklama ve terörün finansmanının önlenmesi konusunda gösterdiği gelişmeler bakımından periyodik olarak denetliyor ve değerlendiriyor. Türkiye FATF’ye 1991 yılından bu yana, tam 30 yıldır üye.
FATF, sorunlu ülkeleri iki ana grupta topluyor. Kara liste, şu an yalnızca İran’ı ve Kuzey Kore’yi kapsıyor. Bu ülkeler illegal olarak silahlanıyor, dünya barışını politikalarıyla doğrudan tehdit ediyor, finansal şeffaflığa hiçbir şekilde sahip değiller ve uluslararası terörizme destek oluyorlar. Gri liste ise, bahsedilen alanlarda kabul edilebilir sınırların altına gerileyen, hatırı sayılır risk oluşturan, bölgesel ve kısmen küresel istikrarsızlığa neden olan, yasadışı alana kayan ülkeleri kapsamakta.
Türkiye FATF’ye üye olduğu bu 30 yıllık zaman zarfı içerisinde hiç gri listeye düşmedi. Bu yıl, yani 2021 periyodik değerlendirmesinde ise gri listeye düştü. Gri listedeki ülkelerin temel sorunu vergisel alanda şeffaflıktan uzak olmaları, para aklama merkezi olarak hareket etmeleri – yani sistemli olarak illegal para trafiğine konu olmaları ve yasadışı örgütlerin paralarını aklamaları – vergi cenneti tabir edilen, düzgün ülkelerden vergi kaçırılan merkezler haline dönüşmeleri ve buna benzer finansal küresel suçlar. Diğer bir ifadeyle, devletlerinin mafyaya dönüşmesi, çürümesi, yasadışılığın kurumsallaşması, uluslararası finansal istikrar ve güvenlik konusunda ciddi sorun teşkil etmeye başlamaları. 30 yıl boyunca, tüm üyeliği süresince hep ortalamayı tutturabilmiş, hatta 2002-2010 yılları döneminde iyi bir grafik çizebilmiş olan Türkiye’nin, 2021 itibarıyla gri listeye düşürülmesi, ülkenin rejimine ilişkin çok şey söylüyor.
2011’de Türkiye temel olarak OECD ve FATF standartlarını sağlamış bir ülkeydi. Bunu aşağıdaki haritada da görebilirsiniz.
Bu 2011 tarihli FATF haritasında koyu yeşille işaretlenmiş ülkeler, görece istikrarlı ve şeffaf olan ülkelerdi. Türkiye de görüldüğü üzere bu ülkelerden biriydi. Oysa 2021’de, yani bu tablodan tam on yıl sonra, uzun süren bir gerileme ve kötüye gidişi müteakiben, özellikle 2013 yılından itibaren ciddi bir serbest düşüş başladı. 2013’te ne oldu? Gezi Parkı protestoları sonrası dönemin başbakanı Erdoğan’ın irrasyonel kaprisleriyle ve AKP’nin giderek Erdoğan’ın enstrümanı haline dönüşmesiyle, ciddi bir gerileme sürecine girdi. Aynı yılın, yani 2013’ün Aralık ayında ise, çok ciddi bir kriz patlak verdi. Bu ayın 17’sinde, hükümet ve tüm Türkiye, büyük bir yolsuzluk skandalıyla sarsıldı. Bu tarihte, yürütme organı (hükümet), yargının yürümekte olan sürecine müdahale etti. Yani yetki aşımında bulundu. Anayasal sınırlarının dışına çıktı. Yargının bağımsızlığını sona erdirdi. Böylece kendisini hukuk dışılığa çıkardı. Hukuk karşısındaki eşit konumunu sonlandırdı ve gücü sınırlandırılmış iktidar olma özelliğini yitirdi. Böylece Türkiye anayasal devlet mimarisini tümden kaybetti. Deprem o denli şiddetliydi ki, Türkiye bir anda AB hedefine doğru yürümekte olan, ekonomisi güçlü, para birimi istikrarlı, enflasyonu düşük bir ülkeyken, bir anda küme düşme eğilimine girdi. Hızla geriledi ve sonunda 15 Temmuz 2016’da meydana gelen kontrollü darbe girişimi ve akabinde gerçekleşen sivil darbe ile tümüyle serbest düşüşe geçti. Artık Türkiye’de fiili bir rejim vardı. Bu rejimin mümessilleri, tümüyle yargı kontrolünden muaf hale gelmişlerdi. Böylece Türkiye’nin gri liste macerası da başlamıştı.
Ankara’nın gri listeye düşme gerekçesi çok açık. Türkiye küresel terörizme destek oluyor. IŞİD, El Kaide, El Nusra, Hizbullah, Müslüman Kardeşler gibi onlarca irili ufaklı İslamcı-cihatçı terör şebekesine, yani eli kanlı katillere, finansman sağlıyor. Bundan birkaç sene önce Rus devleti Ankara’nın IŞİD petrollerini pazarladığını ortaya koymuş ve bu konuda BM’yi bilgilendirmişti. IŞİD, yasadışı olarak Suriye halkına ait petrolleri işgal altında tuttuğu topraklarda işletiyor, bu petrolü çıkardıktan sonra tırlarla Türkiye’ye sevk ediyordu. Dahası, Ankara’daki rejim, tırlarla Suriye’de desteklediği cihatçı radikallere ve teröristlere silah ve mühimmat sevk ediyordu. Aynı zamanda Türkiye’deki İslamcı hükümet, Türkiye topraklarını bir cihatçı geçiş güzergâhına çevirmişti. Bu da yetmezmiş gibi, aynı rejim, IŞİD, El Kaide ve El Nusra gibi dehşet tehlikeli terör şebekelerinin yönetici konumundaki komutanlarına oturum müsaadesi, vatandaşlık, koruma, güvence ve sağlık hizmeti sağlıyordu. Bu tip örgütlerin tüm elemanları Türkiye topraklarında cirit atıyordu. Birileri bu iş üzerinden hem para kazanıyor, hem de Türkiye bu grupları Suriye’de, Libya’da, Irak’ta ve Karabağ’da kendi vekâlet savaşlarında kullanıyordu.
Dahası, bugüne dek tam yedi defa çeşitli tarihlerde, neredeyse düzenli olarak çıkartılan Varlık Barışı gibi uygulamalarla, Türkiye uluslararası kara parayı ve vatandaşlarının yurtdışında elde ettiği vergilendirilmemiş kazançlarını Türkiye’ye çekmeye çalıştı ve büyük miktarlarda sıcak para girişi sağladı. Türkiye’ye giren para miktarları tümüyle denetimden bağımsız ve inanılmaz rakamlarda bir devri daim var. Elbette bu da Türkiye’deki çürümeyi ve hortumlama sistemini daha da fazla ateşledi. Yönetici elitlerin – Erdoğan ve çevresinin – bu ekonomik kaynaklar üzerinde mutlak kontrolü olduğuna dair sıklıkla yazılara veya yorumlara rastlanıyor. Reza Zarrab skandalı ve diğer ekonomik çürüme emareleri de bu söylentileri doğrular nitelikte.
Bir zamanların parlayan yıldızı, ekonomik büyümenin, gelişmenin ve demokratikleşmenin başta gelen ülkelerinden olan Türkiye, an itibarıyla gri listede. Bu noktadan itibaren, Türkiye daha pahalı borçlanacak, hiç yabancı sermaye çekemeyecek ve mevcut yerli sermayesinde de yurtdışına kaçış eğilimleri belirginleşecek ve hız kazanacak. Bu, daha ağır ekonomik bir çöküş demektir.
Türkiye, kimlerle bu gri listeye girdi? Ürdün ve Mali ile. Arnavutluk, Bahamalar, Babardos, Kamboçya, Gana, İzlanda, Jamaika, Moğolistan, Myanmar, Pakistan, Nikaragua, Panama, Suriye, Uganda, Yemen ve Zimbabve de bu ligdeki diğer ülkeler. Lige bakar mısınız? Dünyanın en pespaye, en az gelişmiş, en kriminal, en istikrarsız ve yolsuz ülkeleridir bunlar. AB ile tam üyelik müzakerelerinden buralara, vurulan kıyı budur. Gemiyi kayalıklara doğru süren bir rejim, bir kaptan var. Bugünkü nesillerin değil yalnızca, çocuklarımızın, hatta torunlarımızın yarınlarını ipotek altına aldırdılar. Ülkeyi sadece politik ve hukuksal bir çöplüğe dönüştürmediler, memleketin iliklerini-kemiklerini, damarlarını, varını-yoğunu çarçur ettiler, yediler, peşkeş çektiler. Sonunda ülkenin 100 yıllık emeklerini sıfırladılar.
Şimdi takke düştü, kel göründü. Türkiye’deki rejim milyonlarca insanı kara listelere alıp onların hayatlarını karartıyorken, o masum insanları vatan hainliği ve terörizme destekle suçlarken, onların mesleklerini, işlerini, paralarını, mallarını ve mülklerini, hepsinden de önemlisi sağlıklarını ve özgürlüklerini ellerinden fütursuzca aldı. Ve şimdi heyhat, kendisi gri listede ve artık adi bir hukuksuz rejim olarak tüm dünyaya afişe oldu. Yapılan hukuksuzlukların ve haksızlıkların, eziyetlerin, takibatların, yağmaların, işkencelerin, zulmün ve tenkilin faturası olmaz sananlar, umarım bu olanlardan ibret alır.
Şimdi ben bu eşi benzeri görülmemiş, kitlesel ve acımasız zulme destek olanlara ve buna alkış tutan son derece geniş kitleye, “Durun, bunlar daha iyi günleriniz!” demeyeyim mi?
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***