YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
İhanet ve terörizm ciddi suçlardır. Uygar dünyada nadiren televizyonlarda ve gazetelerde bu tür suçların hedefi olan vatandaşlar görürsünüz. Elbette yirmi birinci yüzyıl, politik motifler temelinde uygulanan alçakça şiddetin sıklıkla vuku bulduğu bir zaman dilimi. Ancak hukuk devletleri terörizmi önlemek gibi güvenlik politikaları bakımından son derece mühim bir amaçları da olsa, önüne geleni teröristlikle ya da vatana ihanetle suçlamaz. Hukuk devletleri, terörizmi gayet detaylı ve tutarlı olarak tanımlıyor. Bu tanımların ortak noktası şiddettir.
Oysa otoriter ve yarı otoriter – ya da hibrit – rejimlerde bu durum hukuk devletlerinden çok farklıdır. Bu tür devletlerde, terörizm ve vatana ihanet gibi suçlar oldukça muğlâktır, kesin bir tarifi ve tanımı yoktur. İsterseniz buna bilinçli bir esneklik diyelim. Bu esnek olma durumu, anti demokratik rejimlerin bilinçli bir seçimi ya da tercihidir. Bu tür rejimlerde iktidar sahipleri, iktidarı yitirmemek adına, iktidarları için tehlikeli addettikleri grup ve kişileri hedefe alır. Onları sistem dışına itmek ve iktidarları için tehlikeli olma durumlarına son vermek, en kolay onları terörist ve vatan haini ilan etmekten geçer. Rusya’dan Kuzey Kore’ye, Çin’den İran’a, Venezüella’dan Belarus’a, pek çok devlet ve rejim, bu uygulamayı yapmakta.
Türkiye de, 2013’te Gezi Parkı protestoları ve 17 Aralık soruşturmalarından beri, bu tür bir rejime dönüştü. Gezi Parkı olaylarına katılan – anayasal haklarını kullanan! – vatandaşlar, Recep Tayyip Erdoğan hükümeti tarafından terörizmle, ajanlıkla, vatana ihanetle suçlandı. Bu insanların büyük bölümü korkunç bir polis devleti tarafından sistematik kötü muameleye tabi tutuldular. Üzerlerine tonlarca zararlı kimyasal sıkıldı, basınçlı suya ve biber gazı kapsüllerine hedef oldular. Üzerlerine tomalar sürüldü. Sıkıştırıldıkları köşelerde polis şiddetine uğradılar. Gündüz gözüyle TV kameraları önünde insanların kafaları gözleri kırılırcasına coplandıklarını gördük. Erdoğan hükümeti Gezi Parkı gösterilerinin bir “sivil darbe kalkışması” olduğunu söyledi, göstericileri vatana ihanetle, yağmacılık ve vandalizmle, terörizmle suçladı. Gösterilere yapılan asimetrik polis müdahalelerini ve organize şiddeti eleştiren insanlar da benzeri muamelelere tabi kaldılar. İktidar bu insanların üzerinde baskı kurdu. Osman Kavala dâhil, birçok tanınmış insan hakkında terörizm, casusluk, vatana ihanet ve benzeri kof ve delile dayanmayan suçlamalar yapıldı. 17 Aralık soruşturmaları da benzer reflekslerle itibarsızlaştırıldı. Erdoğan ve bakanları hakkında ortaya atılan gayet ciddi ve kanıtlara dayalı iddialar, darbe teşebbüsü olarak nitelendi. Soruşturmalarda görevli polisler ve savcılara önce görevden el çektirildi, sonra başka illere sürüldü. Ardından gözaltına alındılar ve tutuklandılar. Dahası, bu insanların büyük bölümünün eşleri, çocukları, hatta yaşlı anne-babaları da tutuklandı. Türkiye’de yakın tarihte darbe dönemlerinde bile eşi benzeri görülmemiş bir hukuksuzlukla, daha doğrusu hukukun yok edilişiyle karşılaştık.
Bu olaylar, Türkiye’de devletin anayasal mimarisini ve kimyasını bozdu. 1982 anayasasının güçler ayrılığı – özellikle yargı bağımsızlığı (yani mahkemelerin hükümetten bağımsız çalışmalarını sağlayan özerklik) – ilkesi ortadan kaldırıldı. Güçler birliği denen faşizan ve gücü sınırlanmamış devlet hortladı. Muhalefet, başlangıçta Gezi Parkı’na da, 17 Aralık soruşturmalarında ortaya çıkan gerçeklere de ilgi göstermiş de olsa, zamanla Erdoğan hükümetinin diskurunu benimsedi. Gezi’nin üzeri örtüldü, 17 Aralık’tan sonra ise “Paralel Devlet Yapılanması” (PDY) denen bir örgüt fabrike edildi. Bu yolla Gülen Cemaati’ni devletten temizleme operasyonu başlatıldı. Bu operasyon, CHP gibi Gülen Cemaati’ni “irticacı bir tarikat” olarak algılayan partilerin rejime yaklaşmalarına ve yapılan hak ihlalleri karşısında başlarını diğer yöne çevirmelerine neden oldu. Siyaset oyunu böylelikle düşmanımın düşmanı dostumdur ilkesine göre şekillendi. Dahası, Erdoğan ve yakın çevresi, “Milli Orduya Kumpas” dönüşü ile beraber, Ergenekon, Balyoz, Sarıkız, Ayışığı, Askeri Casusluk gibi darbe davalarından ceza almış olan Avrasyacı-ulusalcı askeri ve sivil gruplarla anlaştı ve onları hapishaneden çıkardı. MHP’yi de dâhil ederek, bu çevreleri yeni kurulan rejime güç paydaşları olarak eklemledi.
Nihayetinde 15 Temmuz 2016’da kontrollü bir darbe girişimi mizanseni gerçekleştirildi. Bu konuda birçok nokta halen karanlıkta olmasına rağmen, görünen o ki bu darbe kalkışması ya CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun ortaya attığı üzere “kontrollü” bir darbe girişimiydi, ya da tümden bir tuzaktı. Yapılmak istenen, Türkiye’de Erdoğan’a ve kurduğu rejime bir “Reichstag yangını” fırsatı yaratmaktı. Bu sayede Erdoğan ve güç paydaşlarına istedikleri “temizlik” operasyonunu gerçekleştirme ve devleti “yeniden dizayn etme” olanağı doğdu.
Bu süreçlerde çok büyük çaplı bir takibat politikası ve istibdat baş gösterdi. 160,000 devlet memuru bir gecede, anayasaya aykırı ve hukuksuz Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) ihraç edildi. İsimleri tek-tek devletin resmi gazetesinde yayınlanarak, “terörist” ve “vatan haini” ilan edildiler. İtibar suikastına uğratıldılar. Büyük bir operasyondu yapılan. Rakamsal boyutları daha iyi anlamak için son dönemde açıklanan bir rakama burada yer vermek gerekir kanısındayım. 2016 ile 2020 yılları arası dönemde, dört yılda toplam 1.576.566 kişi (bir milyon beş yüz yetmiş altı bin beş yüz altmış altı) silahlı terör örgütü suçlaması ile soruşturmadan geçirilmiş. Türkiye’nin nüfusu 84.000.000 civarı (seksen dört milyon). Soruşturmadan geçirilenlerin eşleri, ortalama iki çocukları, anne babaları ve ortalama iki kardeşleri hesaplanırsa, ulaştığımız rakam 11.035.962 olur. Bu aslında kardeşlerin aileleri de katılsa çok daha yüksek bir rakama denk gelir. Ancak biz haydi 11 milyonu sabit alalım. 84 milyon içinde 11 milyon, nüfusun yüzde 13’ünden fazlasına tekabül eder. Bu kitlesellikte etki alanı olan bir “terör örgütü” tahayyül etmek, rasyonel akılla ve mantıkla izah edilemez. Bu hedefe alınan ve üzerlerine gidilen anormal genişlikteki kitlenin çok ciddi ayrımcılıklarla ve hak ihlalleriyle karşılaştıkları herkesin malumudur. Ben de son 5 yılda 650’den fazla makalede bu sorunlara farklı boyutlarıyla eğilmeye çalıştım. Türkiye’deki yaşanan ceberut ve hukuk dışı pratiği incelediğimizde göze çarpan gerçek, iddiaların aksine, bu hedefe alınan ve toplam ülke nüfusunun yüzde on üçlük geniş bölümüne denk kitlenin silahlı bir terör örgütü ile hiçbir alakaları olmadığı gerçeği ortadadır. Çünkü devletin bu iddiasını destekleyecek hiçbir kanıt bugüne dek ortaya konamadı. Daha açık yazmak gerekirse, silahlı terör örgütü olma savına dayanak teşkil edecek silah bulunamadı. Yani on, onu geçtik, beş, beşi de geçtik üç tabanca-tüfek bulamadılar! Oysa insanların evlerinin altlarını üstlerine getirdiler. Tek bulabildikleri, bir dolarlık banknotlar, çoğu dini olmak üzere birkaç yüz kitap, bağış dekontları, kermeste kısır ya da kuru köfte yapmış olmak, devletçe onay verilerek kurulmuş ve denetimi yapılan bir bankada hesabı olmak falan! Adama gülerler, ki medeni dünyada gerçekten de olan budur. Bir hayali terör örgütüne “üye” insanlar yaratıp, o insanlara sistematik olarak zulmettiler. Son 5 yıldır olan budur. 1,5 milyondan fazla üyesi olan, aile bireyleri ile beraber sayıları 11 milyona ulaşan, bulunduğu ülkenin nüfusunun yüzde 13’ünden fazlasına tekabül eden rakamlarda bir terör örgütü olmaz.
Bu örnekler çok acı. Her ne kadar Türkiye gibi patolojik devletler hep vatandaşlarının kendilerine ihanet ettiğini öne sürse de, esasında genelde tersi olur. Türkiye’de de olan budur. İhanet eden hedefteki vatandaşlar değil. Devletleri bu insanlara ihanet etti, etmeye de devam ediyor.
Burada sorulması gereken can alıcı soru şudur:
Siz devletin size anlattığı bu hikâyeye inanıyor musunuz? Bu soruya herkes dikkatli düşündükten sonra yanıt vermeli. Çünkü bu patolojik devletin, bu berbatlıklar diyarının, bu farsın, bu sirkin, bu mafyatik ve kontrolsüz rejimin bir sonraki hedefinin siz olmayacağınız garantisi yoktur.
Emin olunuz ki bu devlet suçlu vatandaşın devleti değildir. Bu devlet, bilakis vatandaşın suçlu devletidir.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***