YORUM | MAHMUT AKPINAR
Altı asır sürdükten sonra Osmanlı devleti çöktü. Miadı dolmuş, ömrünü tamamlamıştı. Eleştirilecek çok tarafı olabilir, ancak Osmanlı Devleti çoğulcu yapıya sahipti. Cumhuriyeti de kuran İttihatçıların denetimine geçene kadar farklı olanı tehdit görme, yok etme ve zorla dönüştürme politikaları olmadı. Vergisini verip, asayişi bozmadıktan sonra dini ve etnik yapıları tehlike olarak algılamadı. Aksine İstanbul, Kudüs, Selanik, Bursa, Diyarbakır, Mardin gibi şehirler bugünkü Paris, Londra, New York’tan öte çok dilli, çok dinli ve çok kültürlü merkezlerdi. Müslüman Milletler zaten kendi dil ve kültürlerini yaşatıyordu. Millet Sistemi ile de gayrimüslimlere din, dil, kültür açısından özerk alanlar bırakılmıştı.
Yeniden Osmanlı’yı kurma, Britanya İmparatorluğu’nu diriltme, kadim Roma’yı tekrar kurup tüm Avrupa’ya hükmetme gibi hayaller milliyetçileri coştursa, otoriter liderlere ilham verse de gerçek hayatta karşılığı yok. Zira zaman nehrinde ancak bir defa yıkanmak mümkün. O nedenle tarihten hamasi tabloları sıkça kullanmayı popülist siyasetin parçası görüyorum. Benzer kompleks bazı İngilizlerde de var. Brexit oylamaları öncesi AB’den kurtulunca üzerinde güneş batmayan imparatorluğu diriltmenin mümkün olacağı propagandası yapıldı İngilizlere. Ama şimdilerde bu hayalin acı faturasıyla karşılaşıyorlar. Dünyaya düzen vermeye hazırlanırken kamyon şoförü bulamaz hale geldiler. Halk Brexit nedeniyle büyük pişmanlık içinde.
Bazı devletler ve toplumlar mukadder çöküşü kabullenip eskinin birikimini, tecrübesini heba etmeden, az hasarla kontrollü küçülebilmiştir. Mesela Fransa’nın, İngiltere’nin bu geçişleri daha makul, rasyonel yapabildiklerinizi söyleyebiliriz. Ama Türkler duygusal bir millet olduğu için Osmanlı’nın çöküş realitesini kabullenip yeni hale az hasarla geçişi temin edememiştir. Türkler taarruzda iyidirler ama ricat-geri çekilme konusunda oldukça başarısızdırlar. (Bkz. Ric’at ve gücünün sınırlarını bilmek.)
Osmanlı’nın yıkılmasından sonra batıcı ve pozitivist İttihatçı kadrolarca kurulan Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’ya dair her şeyi inkar etti. “Batılılaşmak ve muasırlaşmak” namına eskiyi kökten kazıdı. Yeni Cumhuriyet belki biraz da kompleksle Selçuklu’dan Osmanlı’ya kadar pek çok birikimi, kültürü, tecrübeyi yok saydı. Rövanşist ve devrimci yaklaşımlarla eskiyi imha ederek yeni bir düzen kurmaya çalıştılar. Tedricilik, hazım kapasitesi, sosyoloji, toplumun hassasiyetleri göz ardı edildi. Kemalizm sadece siyasi rejimi değiştirmedi, yeni bir toplum düzeni ve ulus inşa etmeye odaklandı. Cumhuriyetin 10. yılında “On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan!” diyerek bunu marşa döktüler. Bir toplum mühendisliğine işaret eden bu sözleri duyan Kemalistler hala duygulanır, gözyaşı döker. Yeni rejim eğitimden, alfabeye, dile, kılık kıyafetten tarih anlayışına, dini yaklaşımlara kadar her şeyi radikal şekilde değiştirdi. Vatandaşın neyi nasıl yapacağına, neyi giyip giymeyeceğine müdahil oldu, muhalefeti en ağır şekilde cezalandıran otoriter bir yönetim kurdu.
Devrimleri yerleştirmek ve toplumu dönüştürmek için bürokrasi ve eğitim yoğun şekilde kullanıldı. Okullarda günümüze kadar süren, ağır endoktrinasyon içeren müfredat dayatıldı. Bu çabalar sonuç verdi ve “Türk’üz: Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi” diyen Kemalist, Atatürkçü bir kesim yetişti. Eğitim çağındaki gençler insanüstülük barındıran bir Mustafa Kemal figürüne inandırıldılar. Anaokulundan itibaren hepimizin zihnine rasyoneliteden ve bilimsel gerçekliklerden epeyce kopuk bir “Atatürk” hayranlığı işlendi. Bazen Kemalizmi din yerine ikame etmeye kalkanlar oldu. “Ne örümcek, ne yosun, Ne mucize, ne füsun; Kâbe Arabın olsun, Çankaya bize yeter!” diye şiirler yazdılar. Oysa Mustafa Kemal, “aklı hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirme” iddiasındaydı. Sonuçta Mustafa Kemal’e karşı melankolik duygular içinde, ona mistik ve ezoterik anlamlar yükleyen, vefatından kaç yıl sonra dahi “kurtarıcı” olarak çıkıp gelmesini bekleyen bir toplumsal kesim oluştu.
En kötüsü Atatürkçüler, kendilerine benzemeyen, katılmayan herkese düşmanca davranıyor, nefretle muamele ediyordu. Kendilerini “asıl”, devletin sahibi, ülkenin efendisi görüyorlardı. Bu nedenle de farklı giyinen, farklı düşünen, farklı konuşan, farklı inanan kesimleri hep düşman bellediler. Devletin imkanlarını kullanarak insanları kendilerine benzemeye zorladılar. Anayasada ve yasalarda var olan düzenlemelerden güç alarak bazen TSK’ya, bazen laikçi yargıya sırtını dayayarak “öteki” gördüğü kesimleri ezmeye, sindirmeye yönelik faaliyetleri oldu. “Ya sev ya terk et!” söylemleriyle farklı olana alan bırakmadılar.
Kemalizm’in devrimci, dönüştürücü ve katı yaklaşımı Türk toplumunda laik dindar, Türk Kürt, Alevi Sünni, sağcı solcu gibi büyük yarılmalara neden oldu. Rejimin dönüşmeyene alan bırakmaması, kimlikten, dilden, inançtan kaynaklanan en doğal talepleri bile “devletin varlığına ve birliğine tehdit” görüp ağır şekilde cezalandırması farklı kesimlerde marjinalleşme, şiddete yönelme ve rövanşist duygular şeklinde tezahür etti. Bugün Kürtler, Türkler, dindarlar, laikler, Müslümanlar gayrimüslimler arasında derin bir güvensizlik ve uzlaşmazlık varsa bunda Kemalist dayatma ve dönüştürme çabası birincil etkendir. Kemalistler muhasebesini yapıyorlar mı bilmiyorum ama Erdoğan’ın din istismarına dayalı otoriter rejimini ayakta tutan en önemli motivasyon Kemalistlerin eski uygulamalarına dindar mahallede gelişen tepkidir.
Öte yandan katı Kemalist uygulamalar ülkede demokrasinin, sivilleşmenin, özgür düşüncenin, eleştirel yaklaşımın, bilimin yerleşmesine büyük zarar vermiştir. Kemalist ordu (bazen yargı) sivil siyasi aktörleri baskılamış, siyasi partilerde gelenek oluşmasını engellemiş, her 10 yılda bir demokratik kültürü, bilinci tahrip etmiştir. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının asker olması nedeniyle yeni kurulan devlete sivil düşünce değil, militer ve otoriter anlayış egemen olmuştur. Dikte eden, kalıba sokmaya çalışan, uzun süre üniformayı mecbur kılan, dört koldan ve marşlarla okullara alan, Tevhidi Tedrisatla eğitimi tekleştiren Kemalist eğitim sistemi benzeşik, tek düze vatandaşlar üretti. Okulda, sokakta, resmi kurumlarda, meydanlarda, paralarda, her yerde Atatürk resimlerinin, sözlerinin, heykellerinin olması Kemalist endoktrinasyonun hayatın her alanına hala hakim olduğunu göstermektedir.
Erdoğan’ın yıpranmasına paralel Kemalistlerde bir heyecan, coşku gözlemleniyor. Kemalist paylaşımlarda artış var. ama Tek Parti dönemi uygulamaları ve Kemalist militer zihniyetin oluşturduğu travmalar toplumda, hafızlarda hala canlı. Maalesef yarılmalar oluşturan zihniyet yeniden devlete/topluma hakim kılınmak istenmektedir. Kemalist rejimin uygulamalarından doğan travmalar en az yüzde 30-40’larda nüfusa tekabül eden dindar-muhafazakar kitlede ve Kürtlerde derin izler bırakmıştır. Dersimde kıyıma uğrayan Alevilerde, sürgün, pogrom yaşayan gayrimüslim azınlıklarda acılar hala tazedir. Hepsinde adalet arayışı yanında rövanşist duygular gelişmiştir.
Dinci faşist Erdoğan’ın alternatifi toplum, siyaset üzerinde vesayet kurarak ayakta kalan Kemalizm değildir. Mistize etmeyi, kutsamayı kenara bırakıp Mustafa Kemal’i tarihe emanet etmek, demokratik, çoğulcu bir konsensus oluşturmak durumundayız. Seksen dört milyona birinci sınıf vatandaş muamelesi yapan, her bireyin/grubun haklarını koruyan, hukukun üstünlüğüne dayalı bir rejim kuramazsak, huzurlu bir ülkeye kavuşamayız.
Ama Kemalist kibrin tedavisi çok zor! Onlar herkesi tahkir eder, hep haklıdır, asla sorumluluk kabul etmez. Çünkü onlar devletin sahibi, milletin efendisi. Ülkeyi bu hale getiren, Erdoğan kadar Ergenekoncuların devlet üzerindeki vesayeti ve Kemalistlerin kibridir. 21. yüzyılda hala 1930’ların rüyasını görürler, ama başkaları “mürteci” onlar ise “çağdaş ve ilerici”dir.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***