YORUM | MUHSİN AHMET KARABAY
Ahmet Altan’ı pek çok kişi gibi ben de özel televizyonların emekleme döneminde ekranlara gelen “Kırmızı Koltuk” programından tanıdım. O yıllarda benim için “gazeteci” kimliğinden öte bir tarafı yoktu.
Aradan yıllar geçti sonra bir gün ablam, “Ahmet Altan’ın Kılıç Yarası’nı okudun mu?” dedi. Ablamdan kitap önerisi almak memnun etmişti ama bir taraftan da benden önce okumuş olması beni rahatsız etmedi desem doğruyu söylememiş olurum.
Ahmet Altan’ın sonra Taraf’ta gazeteciliğinin bir başka yüzünü tanıdık. Bu yıllar kamuoyunun bilip konuştuğu bir dönem oldu bu.
Bana kalırsa Ahmet Altan’ı esas tanımam cezaevinde oldu. Silivri’de kaldığımız günlerde “kapı komşu” olduk. Aynı koğuşta kalmadığımıza hep çok hayıflandım. Koğuş içindeki Ahmet Altan’ı tanımadım ama “kuyu” adını verdiğimiz avluda neler yaptığını görebiliyorduk.
Görebiliyorduk dememi fazla abartmayın. 10×20 ölçülerindeki gardiyanların koca demir kapıyı açmadan içeriyi gözetlemelerini sağlayan camlı bölümden görebildiğimiz kadarından söz ediyorum. Yazın sıcağı veya kışın soğuğu demeden “kuyu”da yürürdü. Pek çoğumuzun yaptığı gibi.
9 ay tutuklu kaldıktan sonra yaptığı savunma pek çok kişinin yüreğine su serpti. Adı bir dönem Cemaat çevrelerinde büyük saygı görenlerin savunma hattını kişiliklerinin gerisine koymalarının aksine Ahmet Altan, savunma hattını en ileriye kurdu.
Hakkında hazırlanan iddianamenin “zekadan ve hukuktan yoksun” olduğunu vurgulayarak başladı. Cemaatin süslü vazosunun kırılıp içinden DÖRT harflinin çıktığını söyleyenlerin aksine, “Benim hakkımda söylenen yalanları gördüğümde 15 Temmuz’dan sonra hapse atılan binlerce insanın nasıl bir hukuk katliamının kurbanı olduklarını daha iyi anladım” diyerek bütün iddiaların temelsizliğine vurgu yaptı.
BİR AYDA KÜRK MANTOLU MADONNA’YI BİTİREMEYEN KİŞİ
Bu yiğit adamın yaptığı savunmadan gazetelere yansıyan birkaç cümle bile koğuşlarda yankılandı. Pek çok tutuklu, ziyarete gelen yakınlarına, “Ahmet Altan’ın savunmasını okudun mu?” diye sorup birkaç cümle daha duyabilmenin yolunu aradı.
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Aileme avukatın cezaevine yolunu düşerse Ahmet Altan’ın savunmasını bir şekilde bana ulaştırmasını söyledim. Çok geçmeden savunma geldi ve koğuşumdaki yatağıma uzanıp okumaya başladım.
İlgimi çeken bazı cümleleri koğuş arkadaşımla paylaşmaya başladım. O kadar çok yer okumaya başladım ki arkadaşım, “Abi sen bitirdikten sonra ver ben de okuyayım” dedi.
Ben bitirdikten sonra okumaya başladı ve tamamını bitirmeden savunmayı elinden bırakmadı. Savunma 50-60 sayfa civarında idi. Bir oturmaya bitirmek zor değil. Ama bu arkadaşım için çok önemli idi. Zira Sabahattin Ali’nin 160 sayfalık ünlü romanı Kürk Mantolu Madonna’yı bir ayda zor bitirebilmişti.
Böyle birinin 50-60 sayfalık bir yazıyı bir oturuşta bitirmesi müthiş bir şeydi. Bu arada bir anekdot paylaşayım, bu arkadaş kısa bir süre sonra iyi bir kitap okuru oldu.
FLASH TV VE AHMET ALTAN
Ahmet Altan’ın cezaevinde yazdığı üç kitap dünyada geniş yankı buldu. 15 dile çevrildi ve 23 ülkede basıldı. Bu yılın Nisan ayında tahliye olan Ahmet Altan ilk kez yazıları dışında kendisini gösterdi. Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi’nin Youtube kanalında canlı yayında Yasemin Çongar’ın sorularını cevapladı.
Silivri’yi, oradaki koğuş arkadaşlarını, kitaplarını yazdığı çalışma masasını, ortamını hemen bütün ayrıntılarını anlattı. Kapanıncaya kadar cezaevlerinin moral kaynağı olan Flash TV ile tanışmasını ve bu kanalın iyi bir izleyicisi olmasını kendi ağzından dinledik. Benim en ilgimi çeken taraflarından biri de içeride yazdığı “Hayat Hanım” romanına Flash TV’nin ilham kaynağı oluşturduğunu anlattığı bölüm idi.
Benim Flash TV’deki favorim ise Ayşe Dinçer’in söylediği “Koçum benim” türküsü idi. Belki size banal gelebilir, “Bu da dinlenebilecek bir şey mi?” diyebilirsiniz. Ben bu türküde ve Ayşe’nin tavrında meydan okumadan öte kendisine yöneltilenleri ciddiye almamayı buluyordum. Dahası birisinin söylediklerini “ti”ye almak istediğimde ben de “Koçum benim” demeye başlamıştım.
‘SİLİVRİ KORKULACAK BİR YER DEĞİL”
Ahmet Altan’ın söylediği en önemli şey ise topluma vermeye çalıştığı cesaret idi. İnsanlara, “Korkma!” diyor. Cezaevine girmekten korkanların mottosu haline gelen “Silivri soğuktur” sözüne kendi hayatını ortaya koyarak açıkça tavır takınıyor. “Silivri soğuktur sözüne çok sinir oluyorum. Hayır, Silivri soğuk değil. Kaloriferleri sıcacık yanıyor, yemekleri de gayet iyi” diyen birisi.
“Hep korkmayan adamlar olmasını istiyorsunuz, sen de korkma. Sen de korkma. Neden korkuyorsun? O kadar da korkacak bir şey yok. Girdim yattım çıktım, bir daha girdim yattım çıktım, bir daha girip yatıp çıkarım.”
“Başka bir yere tayin olmaktan korkuyorsan yargıç olma. Sen korktuğun için başkasının hayatını mahveden bir karar veriyorsun. Korkunun bu derece utanç verici bir mazeret olmasını nasıl kabul ediyorsunuz?”
Kendisini hapishaneye koyduklarını ama içeride tutamadıklarını dile getiren yazar, bunu nasıl yaptığını başkalarına da rehberlik edecek sadelikte ortaya koyuyor.
Ahmet Altan’dan birkaç ay daha az yatmış biri olarak hep söyledim ve söylüyorum. Cezaevine kimse girmek istemez. Ama hukukun çetelerin elinde korkutma ve sindirme aracı yapıldığı bir dönemde, insanlar bu cezaevine girmekten korkmayıp bunun üzerine üzerine gitmediği sürece bu korku düzeni işlemeye devam edecek.
“Ehl-i dünya” dediklerinin korkmadıkları cezaevinden kendince bir takım değerleri olduğunu söyleyenlerin bu kadar çekinmelerini anlayabilmek kolay değil.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***