Türkiye’de ekonomik, toplumsal, siyasal ve hukuksal alanlarda peş peşe yaşanan olumsuz gelişmelerin zincirleme bir şekilde yaygınlaşmaya başlamasıyla, uzun süredir riskli ve kırılgan ülke ekonomileri içinde yer alan Türkiye, her alanda adım adım çöküşe doğru sürükleniyor.
Ekonomi ve siyaset arasındaki içsel ilişki ve çelişkilerin niteliğini ısrarla göz ardı eden Erdoğan ve iktidar temsilcileri, özellikle emekçi ailelerinin, sayıları giderek artan milyonlarca işsizin yaşadığı sorunlara çözüm üretmek yerine, tamamen gerçek dışı ve hamasete dayalı değerlendirmeler yapmaya devam ediyorlar.
Kovid-19’un da etkisiyle, dolar endeksi dünyada son yılların en düşük seviyesindeyken Türkiye dışında ABD doları karşısında parası ciddi anlamda değer kaybeden ikinci bir ülke yok. Geçtiğimiz hafta döviz kurlarında yaşanan hareketlilik sonrasında Erdoğan’ın ‘Türkiye ekonomisinin yükselişte olduğu’ iddiası, ekonominin başındaki damadının ‘Türkiye’nin ekonomide bir üst lige çıkmaya hazır olduğu’ yönündeki akıllara ziyan açıklamaları sonrasında, ülke ekonomisinin geleceğinden ne kadar endişe duysak az.
200 TL’lik banknot, 2009’da tedavüle çıktığından bugüne aradan geçen 11 yılda, satın alma gücünün yüzde 80’den fazlasını kaybetti. Türk lirası sadece son iki yılda, ABD doları karşısında yüzde 40’a yakın değer kaybı yaşarken, tek adam rejiminden beslenen küçük bir azınlık dışında, ülke nüfusunun büyük bölümü iktidar eliyle kredi ve borç batağına saplanarak hareket edemez hale getirildi.
Türkiye’de sadece kamu ve özel sektörün toplam iç ve dış borcu 570 milyar dolar. Türk lirasında yaşanan bir kuruşluk değer kaybı borç miktarını 4.5 milyar TL arttırıyor. İktidarın ekonomik büyüme adına ısrarla hayata geçirdiği kredi ve borçlandırma politikalarının sonucunda hane halkı borcu katlanarak artmaya başladı. Türkiye iki yıldır ekonomik krizle boğuşurken, salgının etkisini giderek arttırdığı günümüz koşullarında yaşanacak yeni bir kriz dalgasının çok daha ağır sonuçları olması kaçınılmaz.
Döviz kurlarındaki yukarı yönlü hareketlilik birkaç ay içinde zincirleme olarak fiyat artışları yaşanmasını beraberinde getirecek. Bu durumda halkın satın alma gücü hızla erimeye devam ederken, TÜİK’in istatistik oyunlarıyla düşük gösterdiği resmi enflasyonda belirgin artışlar yaşanacak.
OECD ülkelerinde ortalama yüzde 70 olan istihdam oranı TÜİK’in son verilerine göre Türkiye’de yüzde 41.4’e geriledi. Türkiye’de çalışacak yaştaki her yüz kişiden sadece 41’i istihdam edilebiliyor. Bu oran kadınlarda yüzde 25.8’e kadar düşüyor. Kovid-19 öncesinden itibaren olumsuz sinyaller veren istihdamdaki bozulma sonucunda gerçek işsiz sayısı 8.5 milyonu aştı.
Türkiye ekonomisi son yaşanan gelişmelerle birlikte dünyanın en riskli ve kırılgan ekonomileri arasında resmen zirve mücadelesi veriyor. Görmek isteyen herkesin kolaylıkla görebildiği ekonomik ve toplumsal gerçeklere gözlerini tamamen kapatanlar, ülke adım adım ekonomik çöküşe doğru yol alırken, kendileri dışındaki herkesi suçluyor, hakaret ediyor ve dalga geçer gibi pembe tablolar çizmeyi sürdürüyorlar.
Kovid-19 salgınının kontrolden çıktığı, halkın satın alma gücünün iyice düştüğü, gerçek işsizliğin fırladığı, zaten bozuk olan ekonomik dengelerin iyiden iyiye altüst olduğu günümüz koşullarında, beyaz eşya satış rakamları üzerinden ‘durum iyi’ değerlendirmesi yapmak, bütün ülkeyle dalga geçmekten başka bir anlama gelmiyor.
İşsizlik ve salgın tehdidi altında, büyük bölümü resmi asgari ücretin altında çalışmak zorunda bırakılan milyonlarca insan açısından bıçağın gerçek anlamda kemiğe dayandığı koşullarda, herkesin gözünün içine bakarak söylenen yalanların ne tür yıkıcı sonuçlar ortaya çıkaracağını kısa süre içinde hep birlikte göreceğiz.
Reklam
Yazar: Erkan Aydoğanoğlu
Kaynak: Evrensel