Marcel Fürstenau
Takvim yaprakları 13 Ağustos 1961’i gösteriyordu. Associated Press (AP) haber ajansının sabah saatlerinde “Brandenburg Kapısı kapatıldı” başlığı ile geçtiği flaş haber, aynı zamanda dünya tarihi açısından da dönüm noktası olacak bir olayın ilk adımıydı. Demokratik Almanya Cumhuriyeti bünyesindeki inşaat ekipleri ve Ulusal Halk Ordusu (NVA) askerleri, dikenli tellerle Batı Berlin’e giden tüm yolları kapattı.
Devlet Başkanı Erich Honecker’in emir ve koordinasyonunda yapılan ve “Sınır Güvenliği Operasyonu” adı verilen bu harekât, 1945 de siyasi olarak bölünen Berlin’in, bundan 16 yıl sonra fiili olarak da ikiye ayrılması anlamına geliyordu. Kısa bir süre sonra dikenli tellerin yerini, 3 metre 60 santim yüksekliğinde ve 155 kilometre uzunluğunda devasa bir taş ve beton duvar almaya başladı. Siyasi bölünmenin ardından iki buçuk milyondan fazla Doğu Berlinli, maddi, kültürel ve siyasi açıdan daha iyi yaşam koşullarına kavuşma ümidiyle kentin batısına göç etmişti. Her ne kadar siyasi olarak bölünmüş olsa da Berlin iki bölgesi arasında serbest hareket edilebiliyordu. Komünist yönetim, duvar projesiyle artık buna bir son vermek istiyordu.
Doğu ve Batı arasında Soğuk Savaş
Kitlesel göç, Doğu Alman devletini ekonomik anlamda uçurumun eşiğine getirmişti. Zira doğudan batıya göç nedeniyle özellikle acilen ihtiyaç duyulan nitelikli işçiler ile doktorlar, mühendisler ve nüfusun diğer eğitimli kesimi hızla eksiliyordu. Bu “toplumsal kan kaybına” ivedilikle son vermek isteyen Doğu Berlin’deki yöneticiler, tek bir çıkış yolu görüyordu: Berlin Duvarı. Tabii resmî propaganda açıklamasında, sınırın kapatılması çok daha farklı bir gerekçeye dayandırılıyordu: “Barışın korunması için, Batı Almanya’daki intikam tutkunlarının faaliyetlerine bir son verilmesi gerekiyor.”
Bu kışkırtıcı ifade, komünist süper güç Sovyetler Birliği ile kapitalist rakibi ABD’nin hedeflediği “daha iyi bir toplum modeli” konusunda amansız bir düelloya giriştiği dönemin tipik söylemlerinden biriydi. Zira Demokratik Almanya sadece Sovyetler Birliği’nin yanında saf tutmakla kalmayıp, aynı zamanda her açıdan bu devletin nüfuzu altındaydı. Buna karşın Almanya Federal Cumhuriyeti ise ABD tarafında yer alıyordu. Nükleer güçler arasında üçüncü bir dünya savaşının patlak vermesi an meselesiydi.
Dünyanın siyasi olarak Batı ve Doğu diye ikiyi ayrıldığı bu dönemde, her iki taraf da hızla silahlanıyordu. Böylece bir “korkutma ve caydırma dengesi” sağlanabileceği düşünülüyordu. Tarih kitaplarına “Soğuk Savaş” olarak geçen bu dönem, 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla sona buldu.
“Komünizm denizinde bir özgürlük adası”
Bölünmüş Berlin, on yıllar boyunca sistemler arası mücadelenin de adeta odak noktası oldu. 1933’ten 1945’e kadar Nasyonal Sosyalist yönetiminin siyasi sembolü olan şehir, İkinci Dünya Savaşı’nın galip güçleri tarafından dört ana bölgeye bölündü: Şehrin doğusundan Sovyetler, batı kesiminden ise Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlar sorumlu oluyordu. Komünistlerin Berlin’i tamamen nüfuzları altına alma girişimleri, Batılı müttefiklerin karşı koyması nedeniyle başarısız oldu.
Dönemin ABD Başkanı John F. Kennedy, Batı Berlin’i “komünizm denizde bir özgürlük adası” olarak nitelendiriyordu. Demokratik Almanya yönetiminin “antiemperyalist koruyucu duvar” olarak gördüğü bu yapının her iki tarafında, doğrudan mağdur olanların sayısı üç milyonu buluyordu.
21’inci yüzyılın duvar ve sınır çitleri
Ayakta kaldığı 28 yıl boyunca Berlin Duvarı, batıya kaçmaya çalışan en az 140 kişiye mezar oldu. Günümüzde Bernauer Caddesi üzerinde bulunan 200 metre uzunluğundaki duvar kalıntıları, hem bu kurbanların hatıralarının hem de Soğuk Savaş döneminin barındırdığı tehlikelerin unutulmaması için bir anıt görevini üstleniyor. Dünyanın her yerinden meraklı insanlar, o döneme dair fikir sahibi olabilmek için buraya geliyor.
60 yıl önce yapımına başlanan Berlin’deki utanç duvarı yıkılalı tam 32 yıl oldu. Ancak bu, örülen ne ilk duvardı, ne de son olacak gibi görünüyor. 21’inci yüzyıla gelindiğinde dünyanın farklı bölgelerinde hâlâ sınırları korumak için benzer yöntemlere başvuruluyor. Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın, Meksika sınırının bazı bölümlerinde mevcut olan çit ve duyarların yerine 9 metre yüksekliğinde ve 3 bin 200 kilometre uzunluğunda devasa bir sınır duvarı inşa etme yönündeki planları, en güncel ve vahim örneklerden biriydi.
Gazze Şeridi boyunca uzanan 52 kilometrelik Batı Şeria Bariyerleri de yine benzer bir sınır koruma önlemi olarak nitelendirilebilir. Dikenli tel ve çitlerin yanı sıra yer yer beton duvarlardan oluşan bu bariyerler, İsrail tarafından bir “güvenlik unsuru” olarak tanımlanırken, Filistin tarafı ise ayrımcılık ve tecritten söz ediyor.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***