YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
Türkiye, günlerdir herkesin yüreğini yakan yangınlara karşı mücadele veriyor. Yangınların korkunç boyutuna karşılık insanların çaresizliği acıları daha da artırıyor.
Felaketzedeler haklı olarak devletin göndereceği uçakları ve diğer yardım araçlarını bekliyorlar. Ancak “uzaya gitmeye hazırlanan” Türkiye’nin elinde yangınlara karşı kullanabileceği üç uçağı olduğu ve “kayyum” tarafından yönetilen THK’nın da yangınlara karşı bir şey yapamayacağı ortaya çıkınca, ümitsizlik korkunç boyutlara ulaşıyor.
En acı olan da iktidarın hiçbir eleştiriyi kabul etmemesi hatta Erdoğan’ın sıradan bir seçim gezisindeymiş gibi felaketzedelere “çay atması”. Bu durum Erdoğan başta olmak üzere ülkeyi yöneten kadroların halktan ve toplum gerçeklerinden ne kadar habersiz olduklarının önemli bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Osmanlı padişah ve devlet adamları ise halkın durumunu yakından görmek için zaman zaman saraylarından çıkarak “tebdil-i kıyafet” halkın arasına karışmışlar, çok olumlu sonuçlar alamasalar da en azından bunun için gayret etmişlerdi.
Tebdil Gezmek
Tebdili kıyafetle ilgili tarihimizde birçok kayıt bulunmakta özellikle padişahların bu gezilerinin birçok anekdot ve kıssalara yansıdığı görülmektedir.
Sözlük anlamıyla “tebdil”, Osmanlı döneminde farklı kıyafetlerle halk arasında görevli olarak bulunan kişiler için ve genellikle “casus” anlamında kullanılmaktaydı. Saray memurları arasında bu şekilde görevliler olduğu gibi 1909’a kadar Şehremaneti’nde (İstanbul Belediyesi) de bu görevliler bulunmaktaydı.
Osmanlılarda “tebdil-i kıyafet” veya “tebdile çıkma” denilen “tebdil gezmek” ise kıyafet değiştirerek gezmek anlamında kullanılmaktaydı. Tebdil gezme, bazen kıyafet değiştirmenin yanında makyaj yapmayı, sakal ve bıyıkları kesmeyi de gerektiriyordu.
XVI. Yüzyıldan itibaren Osmanlı padişahlarının kıyafet değiştirerek halkın arasına girdikleri, yaşanan problemleri tespit ederek devlet işlerindeki aksamaları gidermeye ve görevini yapmayan devlet adamları ve memurları bizzat tespit etmeye çalıştıkları görülmektedir.
Osmanlı döneminde tebdil gezmek sadece padişahlara mahsus olmayıp sadrazamlar, yeniçeri ağaları hatta valide sultanlar tebdili kıyafetle halkın durumunu anlamaya çalışırlardı.
İslami kaynaklara göre Hz. Davut, hükümdar olduktan sonra kıyafet değiştirerek halkın arasına karışarak halkın, kendisi ve devlet hakkındaki düşüncelerini öğrenmeye çalışmıştı. Ahd-i Atik’te de İsrail krallarının kıyafet değiştirdikleri anlatılmaktadır. Hz. Ömer de halkın durumunu anlamak için geceleri Medine sokaklarında halktan birisi gibi dolaşmıştı.
Tebdil gezme daha sonra Abbasiler döneminde devam etmiş, Harun Reşid ve veziri Cafer Bermekî tebdili kıyafetle halk arasında bulunmuşlar, bazı halifeler de daha çok tüccar kılığına girerek bir nevi kontroller yapmışlardı.
Hatta Bizans İmparatoru Theophilos’un da Harun Reşid’i örnek alarak farklı kıyafetlerle özellikle en fakir halkın arasına girerek onları dinlediği ve şikayetlerden hareketle zulmeden devlet görevlilerini çok ağır bir şekilde cezalandırdığı görülmektedir.
Padişah Tebdil-i Kıyafet Gezerse
Osmanlıların ilk dönemlerinde tebdil gezmeyle ilgili örneklere rastlanmamaktadır. İlk defa Yavuz Sultan Selim kıyafet değiştirerek uzun süren av ve gezilere çıkmış, oğlu Kanuni Sultan Süleyman ve Vezir-i Azam İbrahim Paşa (Makbul-Maktul) sipahi kıyafetiyle halk arasında dolaşmışlardır.
Tebdili kıyafetin özellikle XVII. Yüzyıldan itibaren yoğunlaştığı görülmektedir. Bunun nedeni, sancağa çıkma uygulamasının sona ermesiyle sarayın “kafes” adı verilen bir bölümünde yaşadıktan sonra tahta çıkan padişahların, toplumu yakından tanımayı ve problemleri yerinde görmek istemeleridir.
Tebdil, padişahlara bir taraftan da kendilerini rahat hissedecekleri bir ortam sağlamaktaydı. Örneğin III. Mustafa tebdili kıyafetle sık sık Ayasofya’da sabah namazı kılmış, III. Osman yolda satın aldığı kebap, gözleme, leblebi, muhallebi gibi şeyleri halktan biri gibi atın üstünde yemişti.
1668-1774 Osmanlı-Rus Savaşı yıllarının padişahı I. Abdülhamit, ulema kavuğuyla sık sık İstanbul’da çarşı pazarı gezerek sert emirler çıkarmıştı. III. Selim ise aksaklık ve özellikle yolsuzlukların önüne geçmek için sık sık tebdili kıyafet gezmiş hatta bunun tehlikelerinden bahseden Şeyhülislam Mehmet Şerif Efendi’yi görevinden azletmişti. II. Mahmut da benzer gezileri yapmışsa da uygulama, Tanzimat devriyle birlikte sona ermiştir.
1792 ve 1803 tarihli iki belgede III. Selim’in tebdil için kullandığı kıyafetler ve silahlar ayrıntılı bir şekilde yer almakta ve belgelere göre padişahın; kalyoncu, Laz, Çingene ve Boşnak kılığına girdiği anlaşılmaktadır.
Kaynaklara göre II. Osman “bostancı”, II. Ahmet “Mevlevi”, IV. Murat da farklı kıyafetler giyerek halkın arasına karışmışlardır. XVIII. Yüzyıl hükümdarları da “tebdil hasekisi, şerif, delilbaşı, kalyoncu, zaim” kıyafetlerini tercih etmişlerdir.
Padişahın tebdil gezmesinin belli kuralları da vardı. Padişah tebdili kıyafetken onu tanıdığını belli etmek, konuşmak ve arzuhal sunmak uygun görülmediğinden bunlara dikkat etmeyenler ağır bir şekilde cezalandırılırdı. Örneğin III. Mustafa, kendisini tanıyıp arzuhal sunmak isteyen Çorum Alaybeyini katlettirmişti.
Padişaha Yakalanan Yandı
Padişahların tebdili kıyafetken karşılaştıkları olumsuzluklar karşısında çok sert tepkiler verdikleri ve suçlu gördükleri kişileri ağır bir şekilde cezalandırdıkları görülmektedir. Örneğin IV. Murat İran seferi sırasında yerlerinde göremediği paşaları Kıbrıs’a sürgün ettirmiş, yine tütün içerken yakaladığı on dört neferi idam ettirmişti.
Padişah III. Mustafa rastladığı bir yabancı elçilik tercümanın “casusluk” yaptığını tespit ederek katledilmesini istediği gibi “sarı mest ve renkli elbise giyme” yasağına uymayan bir Hıristiyan ekmekçiyle bir Musevi’yi öldürtmüştü.
Padişah III. Selim de tebdili kıyafetle Kızkulesi’ne gittiğinde kule dizdarının görevinin başında olmadığını görmüş, bunun üzerine dizdarın denize atılmasını emretmiş, bu kararından ancak araya girenlerin ricasıyla vazgeçmişti.
III. Selim, 1787-1792 Osmanlı-Rus-Avusturya Savaşları nedeniyle ekonomik sıkıntıların çok fazla hissedildiği yıllarda İstanbul’un iaşe ihtiyacının karşılanmasını da yakından takip etmişti.
Halkın temel ihtiyaç maddesi olan ekmekte; gramaj ve un kalitesi yönüyle bir problem yaşanmasını istemeyen padişah, hem kendisi tebdil gezerek fırınları kontrol etmiş hem de Sadrazam ve kaymakam paşayı tebdili kıyafetle denetimlere göndermiştir.
O yıllarda krizin etkisiyle ekmekler yenmeyecek kadar kötü çıkmaya başlamış, fiyatlar sürekli artmış, III. Selim de “Ümmet-i Muhammed çamur gibi ekmek yiyor…” diyerek kaymakam paşayı uyarmıştı. Tebdil gezilerinde kalitesiz ekmekleri görünce tekrar uyarı yapmışsa da sonraki tebdillerde yine bozuk ve gramajı düşük ekmeklerle karşılaşınca fırıncıların kapılarının önünde cezalandırılmasını emretmiştir.
Padişah bir başka tebdilde halkın kıtlıktan şikâyet ettiğini, “ekmeğin sadece adının olduğunun” söylendiğini gözlemlemiş, bir başka seferde de ekmekçilerin halka “toz toprak yedirmeye alışmış olduklarını” görmüştü. Ancak devlet görevlilerinin ihmalinin bir sonucu olarak benzer sıkıntılar devam etmiş ve bulunan tek çözüm, fırıncılardan kurallara uymayanların boğdurulması, sürgüne gönderilmesi ya da dükkanlarının önünde kulaklarından asılmaları olmuştur.
Halktan Kopunca
Sarayın kalın duvarları arasında ömrü geçen padişahların Cuma selamlığı haricinde halkla bağlantı kurma şansı yoktu. Bu nedenle özellikle kriz dönemlerinin padişahlarının halkın sosyal ve ekonomik durumunu, devletin gidişatıyla ilgili görüşlerini öğrenmek için başvurdukları yöntem tebdili kıyafet olmuş ve yüzlerce yıl bu yolla aksaklıklar yerinde görülerek çözüm üretilmeye çalışılmıştı.
Bugün AKP iktidarının da en olumsuz yönlerinden birisinin halktan uzaklaşma, halka tepeden bakma, her türlü eleştiriyi “vatan hainliği” olarak yorumlama olduğu açık bir şekilde görülüyor. Bunun en temel nedenlerinden birisinin, kendilerini destekleyen sabit bir kitle olduğunu düşünmelerinden dolayı toplumun diğer kesimlerini dikkate almaya gerek duymamaları olduğu anlaşılıyor.
AKP’nin halka bakışındaki değişikliğin önemli bir delili olarak bir zamanlar dillerinden düşürmedikleri Tarık Buğra’nın Osmancık romanında yer verdiği, “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın!” sözünün artık dile getirilmemesi gösterilebilir. Bunun sonucu olarak da halk dikkate alınmıyor hatta “çay fırlatılarak” aşağılanıyor.
Bunun sonucunu tahmin etmek elbette zor değil. Halktan ve gerçeklerden bu derece kopan bir iktidarın, en son yangınlarda görüldüğü gibi ülkenin sorunlarına çözüm getirme ihtimali bulunmuyor.
Kaynakça: N. Bozkurt, M. İpşirli, “Tebdil Gezmek”, TDV İA, C. 40; M. Z. Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, MEB, 1971, C. 3; S. Sönmez, “III. Selim’in Tebdil-i Kıyafet Bohçaları”, OTAM, 2020, S. 47; F. Tızlak, “Hatt-ı Hümayunlar Işığında III. Selim Döneminde İstanbul’da Fırınların ve Ekmeklerin Tebdil-i Kıyafetle Denetimi”, CEDRUS, 2015, C. III.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***