Sakarya Üniversitesi Gazetecilik Bölümü öğrencisi Senanur Özcerit, örgüt üyesi olduğu iddiasıyla annesi Esra Özcerit ile birlikte Sakarya Emniyet Müdürlüğü’nün yaptığı operasyon ile sabah saatlerinde evlerinde gözaltına alınmıştı.
Anne Özcerit, emniyetteki ifadesinin ardından serbest bırakılırken kızı Senanur Özcerit 3 gün boyunca emniyette sorgulanmış ve mahkemeye çıkarılmış, kendisi serbest bırakılırken arkadaşları tutuklanmıştı. Özcerit’in Kronos‘ta yayınlanan yazısı şöyle:
“Uşak’ta 30 kız öğrencinin gözaltına alındığı haberini görünce yaklaşık 1,5 yıl önce yaşadıklarım gözlerimin önüne geldi, zira o kızlar da benimle aynı kaderi paylaşıyorlardı. O günlerde yaşadığım tüm endişe ve korkuyu tekrar hissettim, o kızların yaşadıkları hukuksuzluk ve ihlalleri arkadaşlarım ve sevdiklerimle beraber yaşadım.
Her şey mayıs ayının sonlarına doğru bir Ramazan günü başladı. Gireceğim final sınavının stresi ile kapattığım göz kapaklarımı sabah 7’de emniyete götürülmek için polisin kapıyı kırarcasına vurmasıyla açtım.
Gerçi polislerin ilk gelişi değildi, daha önce de çokça taciz etmek için kapımızı çalmışlardı. Hatta vefat etmiş babamın kaçak olduğunu söyleyip evi aramak istedikleri zamanlar dahi olmuştu. Ne olup bittiğini anlamadan apar topar hazırlanıp emniyete götürüldük, üzerimiz arandıktan sonra beni nezarethaneye indirdiler. Orada yaşıtım olan birçok kızla karşılaştım, nezarete teker teker getirilirken hepsi bir yandan ağlıyordu. Herkes gergin ve endişeliydi. Orada, o tahta bankların üzerinde otururken neden burada olduğumuzu düşünüyorduk, bizi parmaklıklar ardına alacak ne yapmış olabilirdik? Üstelik henüz 20 yaşındayken…
Zaman geçtikçe sorguya almaya başlamışlardı.
İlk sorguya giden arkadaşımız akşam hıçkırıklarıyla nezarete geri geldiğinde, sürekli polislerin hakaretlerini ve masayı yumrukladıklarını söylüyor, ağlama krizleri geçiriyordu. Anlaşılan polis sadece sorgulamıyor psikolojik işkence de uyguluyordu. Böyle bir ortamda, ifadesi alınmamış olan diğerlerinin de psikolojisi bozuluyor ve herkesin endişesi yüzünden okunuyordu.
Aynı gece annem eve dönerken beni sorguya aldılar, ceza kanunlarına göre suç olmasını bırakın şu an devletin kendi ürettiği suçlarda bile yeri olmayan eylemler için savunma yaptım: Telefonda konuşurken neden karşı tarafa gülümsediğimin, KHK’lı kızı olduğum halde neden pahalı bir restoranda kebap yediğimin, babamın sempozyuma gitmek için bindiği uçaklarda neden başka akademisyenlerin de bulunduğunun, neden Umre’ye gittiğimin hesabını verdim. Annemi arayıp ilacımı eczaneden almasını istediğim bir telefon konuşmasını polisler bana göstererek “ilaç” kelimesinin ne kodu olduğunu ve ‘ilaç’la neyden söz ettiğimi sordular, anlaşılan annemden eve gelirken ekmek almasını istesem onu da bir kod olarak algılayıp önüme koyacaklardı. Bu karşısında ciddiye alınamayacak; arkadaşlarımızla, akrabalarımızla buluşmalarımızın, eğlencelerimizin örgüt toplantısı olduğunu iddia edenlere, önümüze sunulmuş bu gayri ciddi suçlamalara cevap vermek zorunda kaldık.
Polis hukuksuzca avukatlarımızın gelmesini beklemeden sorgulamalara başladı, birçok arkadaşım kendi avukatıyla değil baro avukatlarıyla sorguya girdi. İfadesi alınıp nezarete geri dönen kız arkadaşlarım gönderilen baro avukatlarının polislere engel olmayıp adeta bir film izler gibi sorguyu izlediklerini anlattılar. Sorgu anında aşağılamalara ve baskıya maruz bırakılırken, ayaklarına tekme atan, masaya yumruk vuran, “itirafçı ol sana az ceza verirler, yatmazsın bile” dikteleriyle kız arkadaşlarıma sorgu esnasında işlemedikleri suçları kabul ettirmeye çalıştıklarını söylediler. Polislerin bu tarz bağırma-çağırmalarına kayıtsız kalan baro avukatlarının sessizliği de yaşanan hukuksuzluğu perçinliyordu. Polislerin kızlara keyfi olarak sorduğu, “erkek arkadaşın var mı, yok mu, ben bekârım” tarzı gayri ahlaki konuşmalarını, köşede oturarak izlemeyi tercih eden avukatlar hukukun yüz karası olarak zihnimde yer edindiler.
Bunun gibi Ankara’da hala tutukluluğu devam eden, ek olarak fiziksel şiddet ve işkence gören öğrencilerin de, Uşak’ta gözaltına alınan kız öğrencilerin de aynı psikolojik şiddete maruz bırakıldığını biliyorum. Ankara’daki ve Uşak’taki öğrenciler de benzer suçlamalarla karşı karşıyalar. Öğrenciler bu gayri ciddi ve ceza kanunlarında yeri olmayan iddialar üzerine gözaltına alınıp tutuklanıyor.
Uşak’ta tutuklanan 4 öğrencinin karartılan hayatının hesabını kim verecek, Ankara’da işkence gören öğrencilerin kaybolmuş huzurunu, özgürlüğünü, yiten zamanını, zedelenmiş psikolojisini kim düzeltebilecek?
Biz suçsuzduk ve olabildiğince dik durmaya çalıştık, lâkin kız arkadaşlarımın tutuklanmasına engel olamadım. Tutuklama kararı sonrası kızların bakışlarındaki hayal kırıklıklarını anlatmam mümkün değil. Dünya başlarına yıkılmıştı, onlar ise durmak bilmeyen gözyaşları arasında ailelerini teskin etmeye çabalıyorlardı. O mahkeme salonunda tahliye oluşumun mahcubiyetiyle çıkışımı unutamayacağım. Orada yanımızda duvar ören kadın polislerin ağlayışlarını unutamayacağım, “Ben öğrenciyim ben daha 20 yaşında bir kızım” diye haykıran arkadaşımı da.
Bu kanunsuzluk çukurunda, bu hukuksuzluk dairesinde hayatı karartılan öğrencilerden sadece birkaçı.
Benim yaşadığım olayda da diğer olaylarda da kadın hakları derneklerine bilgi verilmesine rağmen bu kurumlar ve topluluklar en ufak bir yardım ve destekte dahi bulunmadılar. Kendi köşesine çekilip tüm yaşananları izleyen ve kılını kıpırdatmayan baro avukatlarıyla kadın hareketleri de aynı yerde gözümde. Sanırım toplumda hakkınızın savunulması için “onlar gibi kadınlar” olmanız gerekiyor.
Düşüncelerinizin aynı olması bile önemli değil, soruşturmada suçlandığınız konulardan dolayı tüm haklarınızı kaybedebilirsiniz bu ülkede. Toplum yaşanan hukuksuzluklara ses çıkarmayıp kanıksadığı için yaşadıklarımız tekrarlanacak gibi duruyor. Halbuki her şey daha farklı olabilirdi, tüm kadınların veya tüm müvekkillerin haklarının savunulduğu bir ülke olabilirdi Türkiye.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***