YORUM | M. NEDİM HAZAR
“Nec deus intersit nisi dignus vindice nodus.”
Kul sıkışmadıkça Hızır yetişmez (mealen)
Horace, Ars Poetica
“İnsan zihninin başarıya verdiği en yaygın tepki,
tatmin değil, daha fazlasını istemektir.”
Yuval Noah Harari, Homo Deus – Yarının Tarihi
Muhtemelen tabiri ilk kez duymuş olacaksınız, zira işin ehillerinin de pek bildiği bir kavram değildir Deus ex machina…
Kökeni Antik Yunan tragedyalarına kadar uzanır.
Bir tiyatro eserinde hikaye tıkandığı an, yukarıdan vinç yardımıyla ya bir yeni karakter ya da obje sahnenin ortasına iner ve tıkanan öyküyü açıverir. Tragedyada buna “Deus ex machina” yani “Tanrının arabası” denir.
Hassaten hikayeleme tekniğinde bu yola çokça yazar (bazıları kavramdan habersiz olarak) başvurmuştur.
Sedat Peker videoları sebebiyle yaptığımız bir analizde (BKNZ) aslında Peker’in çoğu zaman farkında olmadan kendi anlatısını kurarken dramanın pek çok unsurunu kullandığına değinmiştik.
Ancak Peker de her hikayeci gibi bir noktadan sonra öyküsünü o kadar dallandırıp budaklandırdı ki, ister istemez tıkınma noktasına geldiğini düşünüyorum.
İş bu sebeple Sedat Peker tragedyadaki Deus Ex Machine yöntemine başvuruyor sıklıkla. Önce Sezgin Baran Korkmaz, ardından korkmaz Karaca isimleri bu yüzden aniden ortaya çıktı. Lakin hikayeyi ne kadar açacak Allah bilir!
En baştan alacak olursak, Sedat Peker’in ilk videosuyla beraber oluşturduğu öykülerdeki kahramanların birer birer duvara dönüştüğü ve bir süre sonra artık dillendirilmediği görülecektir. Peker, bunların her birini farklı bir gerekçeyle yaptı şüphesiz.
Mehmet Ağar’a ilk günden yoğun yüklenmesine rağmen artık neredeyse hiç bahsini bile etmiyor.
Bunun sebebi şüphesiz kendisinin söylediği gibi “sağlık” olmasa gerek.
Bizim bilmediğimiz ancak tahmin edilebilir sebepleri vardır elbette.
Keza Pelikan Çetesi…
Bir dönem oldukça dişil ve doğurgan olan bu damarı Peker nedense neredeyse unutmuş durumda.
Ve nihai hedef gibi gördüğü Tayyip Erdoğan. Kendi yorumuyla “helalleşme” dediği, hesaplaşma meselesini sürekli erteledi ve sanırım tekrar konu edinmeyecek şekilde rafa kaldırdı Peker.
Süleyman Soylu meselesinde de o kadar çok dallanıp budaklandırma yaptı ki, olana etkisi neredeyse “sıfır” olunca işi mizaha vurmuş durumda.
Diğer yan karakterler ise kısa süreli ilgi çekebilecek şeyler olsa da (Özışık Kardeşler, Korkmaz, Karaca vb.) oluşturulan beklentiyi karşılamaktan uzak olduğu için Sedat Peker aslında tıkandı.
Bunun için sıklıkla ortaya aniden bir isim çıkarıp tıkanan öyküyü açmaya çabalıyor “organize suç örgütü lideri!”
Her ne kadar yasaklar, görmezden gelmeler ve tabuya dönüştürmeler Peker’in işine yarasa da, bir süre sonra artık sıradanlaşıp sönümlenmesi büyük bir ihtimal olarak görünüyor.
Tahminimce bundan sonra ara ara “Vay be Peker söylemişti” gibisinden hak teslim ediş cümlelerinin dışında Peker fenomeni ömrünü tamamlamaya doğru yol alıyor.
Ve biz ne dersek diyelim, bu ülkede bir şeylerin pek değişmeyeceği gerçeğini de gösterdi bu gelişmeler.
Bu durum şu andaki muktedirin hoşuna gidecek olsa da, sıkıntıyı katlayarak istikbale erteliyor kader.
Dolayısıyla zannedilmesin ki, Sedat Peker badiresini atlatmak bu iktidar için çok olumlu bir gelişmedir.
Aksine, daha büyük ve çalkantılı günler gelecektir diye düşünmekteyim.
Burada çok önemli bir ayrıntıya vurgu yapmak isterim. Ünlü senaryo “author”u McKee şöyle der: “Deus ex machina sadece tüm anlamı ve duyguyu silmekle kalmıyor, aynı zamanda seyirciye de hakaret ediyor. Her birimiz hayatımızın anlamını belirlemek için daha iyi ya da daha kötüsü için seçmemiz ve hareket etmemiz gerektiğini biliyoruz… Deus ex machina bir hakarettir çünkü bu bir yalandır.” (Robert McKee, Story: Substance, Structure, Style, and the Principles of Screenwriting)
Ünlü yönetmen Frank Capra ise şöyle der: “Ben, oyuncu ağlayınca dram olduğunu zannediyordum, oysa seyirci ağlayınca oluyormuş!”
Dolayısıyla olayın aktörlerinin değil, muhatap kitlelerin etkileşimi ve harekete geçmesi için sanırım biraz daha zaman gerekiyor.
Ömrümüz yetecekse göreceğiz elbette.
Kaynak: Tr724