“Devrimi düşlüyorsan ona göre yaşarsın. Yürüyüşün farklı olur. Bakkala, manava başka türlü davranırsın” sözlerinin sahibi Kazım Koyuncu’nun hayatını kaybetmesinin üzerinden 16 yıl geçti. “Şair ceketli çocuk” ile “Karadeniz’in hırçın çocuğu” gibi farklı isimlerle de tanınan Koyuncu, genç yaşta hayata gözlerini yummasına rağmen Karadeniz müziğinin mihenk taşlarından biri oldu.
6 AY CEZAEVİNDE KALDI
1971 yılında Artvin’in Hopa ilçesine bağlı Pançol’da (Yeşilköy) dünyaya gözlerini açan Koyuncu’nun müziğe ilgisi çocuk yaşlarda başladı. Ortaokulda iken babasının aldığı mandolinle başlayan müzik tutkusu gözlerini hayata kapatana kadar sürdü. Üniversite yıllarına kadar Hopa’da yaşayan Koyuncu’nun müziğe ilgisi ise üniversite okumak için geldiği İstanbul’da daha da arttı.
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazanan Koyuncu, sadece bir sene okuduktan sonra üniversiteden ayrıldı. 1991 yılının 1 Mayıs yürüyüşü için bildiri dağıtırken, gözaltına alınarak tutuklandı. Koyuncu’nun yaşamı bu süreçten sonra daha da farklılaştı, okulu bırakarak tamamen müziğe yöneldi. 1992 yılında 21 yaşında iken Ali Enver’le birlikte “Dinmeyen” isimli müzik grubunu kurdu.
LAZCA ROCK
“Dinmeyen” ile birçok konsere çıkan Koyuncu, daha sonra 1993’te Mehmedali Barış Beşli ile Lazca rock müzik yapmak amacıyla “Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları)” grubunun kuruluşunda yer aldı. 1995’te “Va Mişkunan” (Bilmiyoruz), 1998’de de “İgzas” (Gidiyor) albümlerini yapan ve Lazca önemli çalışmalara imza atan grup, 1999’da dağıldı. Koyuncu, bu grubun dağılmasından sonra müzik hayatına yalnız devam etti.
ATKISI VE ŞARKILARI KALDI
İlk kişisel albümünü 2001 yılında “Viya!” adıyla çıkaran Koyuncu, kendi kitlesini oluştururken, 2002’de yayınlanan “Gülbeyaz” isimli televizyon dizisinin müziklerini yaptı. Ayrıca dizide birkaç bölümde de yer alan Koyuncu, artık herkes tarafından tanınan ve sevilen bir müzisyen oldu. 2004 yılında “Hayde” adlı albümünü çıkaran Koyuncu, bu yılın sonunda kansere yakalandığını öğrendi.
Hastalığına rağmen müziği bırakmayan Koyuncu, 33 yaşında hayata gözlerini yumdu. 25 Haziran 2005 tarihinde İstanbul’da yaşamını yitiren Koyuncu, binlerce seveninin katılımıyla tulum sesleri eşliğinde doğduğu köyde toprağa verildi. Dünyadan göçüp giderken geriye çok sevdiği şarkıları ve Trabzonspor atkısını bıraktı.
‘EZİLDİKTEN SONRA HEPİMİZ AYNI ŞARABIZ’
Müziğin yanı sıra Karadeniz’de yaşanan ekolojik sorunlar başta olmak üzere ülke sorunlarıyla ilgilenen Koyuncu, Karadeniz sahil hattı boyunca denizin önüne set olarak kurulan Karadeniz Sahil Yoluna karşı da mücadele verdi. “Birbirimizi anlamamız için aynı dili konuşmamıza gerek yok, ezildikten sonra, hepimiz aynı şarabız” sözleriyle hafızalara kazınan Koyuncu, “Ben bir müzisyenim, ondan sonra biraz Karadenizliyim ama hepsinin ötesinde ben bir devrimciyim” sözleriyle kendini özetledi.
‘KAZIM ÇOK PAS VERMEDİ BANA, HERHALDE BAŞINA GELECEKLERİ HİSSETTİ’
Koyuncu’nun ölüm yıldönümü nedeniyle “Zuğaşi Berepe” grubunun kurucularından Mehmedali Barış Beşli ile Mezopoptamya Ajansı’ndan Kadir Güney konuştu. Aynı üniversitede okuduğu Koyuncu ile 1992’de Zeytinburnu’nda bulunan bir atölyede arkadaşının vasıtasıyla tanıştığını söyleyen Beşli, “O zamanlar bugün gibi bir iletişim olanağı yoktu. Birbirimizi görebileceğimiz mekanlar fiziki mekanlardı. Üniversitede karşılaştık birkaç defa, Kazım çok pas vermedi bana. Herhalde başına gelecekleri hissetti” dedi.
Mehmedali Barış Beşli
Bir gün üniversite çıkışı Koyuncu’yla karşılaşan Beşli, o anısını şöyle paylaştı: “Hopa’ya telefon açmaya çalışıyordu. Jetonu yetmemişti, takviyeye ihtiyacı vardı. Ben de hiç tereddüt etmeden bir jetonu Kazım’a verdim. O teklifsizlik, sanki kardeşmişiz gibi onun ihtiyacı varmış ve karşılamışsın gibi hissettirirdi.”
‘MÜZİK TÜRÜNÜN ÖNEMİ YOK, KARŞINDAKİNE ANADİLİNDE HİTAP ETTİĞİNDE KABUL EDİYOR’
Üniversite yıllarında Laz dilinin yok oluşuna tanıklık ettiklerini ifade eden Beşli, kendilerine “Ne yapabiliriz” sorusunu sorduklarında müziğin etkisinin akıllarına geldiğini belirtti. Bu düşüncelerini paylaştıklarında Koyuncu’dan “Grup ayakları üzerinde durana kadar yardımcı olurum” yanıtı aldıklarını kaydeden Beşli, grubu kurduktan sonra birkaç şarkı yaptıklarını söyledi. İlk kez 1993 yılında dedelerinin “Atina” diye isimlendirdiği Rize Pazar’ındaki yaz şenliğinde sahne aldıklarını dile getiren Beşli, “Çok heyecanlıydık. Farklı bir tarzımız vardı. Neyle karşılaşacağımızı bile bilmeden gittik. Lazca söylemeye başlayınca hiç yadırgamadılar. Birçok aksaklık yaşamamıza rağmen çok keyif aldık ve doğru bir şey yaptığımızı fark ettik. Müzik türünün önemi yoktu, karşıdakine anadiliyle hitap ettiğinde seni kabul ediyor” diye belirtti.
Beşli, Koyuncu ile 1999’da grup ilişkileri bitse de arkadaşlıklarının devam ettiğini dile getirdi. “Birbirimize duyduğumuz sevgi sadece grupla kısıtlı bir mesele değildi. Yoldaş olmuştuk” diyen Beşli, bu süre zarfında Laz müziği ve edebiyatına katkıda bulunduklarını belirtti. Lazlığın insanlar tarafından aşağılanan ve popüler kültür tarafından “makul” görülmediğini belirten Beşli, “Türkçe de biliyorum ama benim anadilim Lazca. Öncelikli kimliğim Laz kimliği. ‘Bu kimlikle kucaklaşalım’ mesajını gençlere vermeye çalıştık. Büyük ölçüde de başarılı olduk diye düşünüyorum” ifadelerini kullandı.
Tek dertlerinin anadilleri olmadığını kaydeden Beşli, “Şarkılarımızın sözlerinde insanlığın yok oluşu, ekolojik sıkıntılar yer alıyordu. Tek farkla bunu Lazca söylüyorduk” dedi.
‘MÜZİK İÇİN ÜNİVERSİTEYİ BIRAKTI’
Koyuncu’nun müzisyenlik dışında birçok yönünün olduğunu belirten Beşli, “Bir yerde 5 dakika otursun, yıllar sonra karşılaştığınızda dahi size en iyi arkadaşı hissiyatı yaşatırdı. O yüzden birçok kişiden ‘Kazım çok yakın arkadaşımdı’ sözünü duydum. Kazım öyle bir his veriyordu. Kendine çok güvenen bir insandı” diye belirtti.
Koyuncu’nun kafasında kalıpların olmadığını söyleyen Beşli, yakın arkadaşını şöyle anlatmaya devam etti:
“Müzik, hayatının merkezindeydi. Bunun için üniversiteyi bıraktı. Duygularıyla müzik yapan biriydi. İlhamla, esinle bestelerini yapardı. Oturup düşünerek beste yapması çok azdı. Müzikal olarak çok yetenekliydi. Hem sesinde hem de enstrümanında yetenekliydi. Bunların ötesinde çok keyifli bir insandı. Onunla vakit geçirmek çok güzeldi. En sıkıntılı anlarımızda bile bir enerji verirdi.
Kazım’ın eksikliğini hep hissediyorum. Onunla tanışmak çok güzel bir şeydi. Beni O’nun kadar etkileyen bir insan yok. Onsuz olmak hayatı bazen zorlaştırıyor. Buradan hareketle Kazım’la tanışmış olmak hem benim hem de Lazca için büyük bir kazanımdır. Kazım’ın sadece ‘şair ceketi’ değil daha çok Lazlığı, devrime sahip çıkan misyonu, hayata soldan bakan gözünü unutmamak hep hatırlamak gerekiyor.”