Türkiye’de Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kamusal alanda güvenlik güçlerince yapılan müdahalelerde görüntü alınmasını yasaklamayı amaçlayan genelgesi aleyhine CHP ve bazı barolar Danıştay’da dava açtı.
İçişleri Bakanlığı’na bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü’nün (EGM), Mehmet Aktaş’ın 27 Nisan’da yayınladığı ve protesto gösterilerinde ters kelepçe gibi yasaya aykırı uygulamaları kamuoyuna taşıyan sosyal medya paylaşımlarının yanısıra medya mensuplarınca da görüntü alınmasını engelleme amaçlı genelgesi tartışma yarattı.
Muhalefet, hak örgütleri ve gazetecilik meslek örgütleri, EGM genelgesine “kötü muamele suç olmalı, görüntülenmesi değil” tepkisini gösterdi.
Kılıçdaroğlu’ndan George Floyd örneği
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, EGM’nin genelgesinin hukuki dayanağı olmadığını ancak polise duyurulduğunu belirterek, “Bu genelge şu anlama geliyor: Bu ülkede Anayasa askıya alınmıştır. Türkiye’de demokrasi, hak ve özgürlükler askıya alınmıştır. Bunu bütün dünya duysun istenmiştir. Bu ülkede demokrasinin olmadığını kanıtlayan bir delil ararsanız bu genelge en büyük delildir. ‘Fotoğraf çekilmesin’ ne demektir? Keyfinize göre genelge yayınlıyorsunuz. Örnek vereyim; ABD’de polis, bir vatandaşının (George Floyd) boynuna basarak ölümüne yol açtı. Orada çekilen fotoğraf, en azından o kişinin yakınlarının hak talebinde bulunmalarına yol açtı. Çünkü ellerindeki en ciddi delil, o fotoğraftı. Şimdi siz adaleti tecelli ettirecek fotoğrafları çektirmiyorsunuz. Bunu ne demektir? ‘Kim adaleti arıyor, ben ona gösteririm’” açıklaması yaptı.
Geçmişte İçişleri Bakanlığı görevinde bulunmuş olan İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener de, “Emniyet’in kamera kaydı genelgesi insan haklarına aykırı, hukuka aykırı. Emniyet polisleri insanların bakış açısında kanun dışı davranan birey haline gelir. Hukuka uygun yapılan hiçbir işin kayda alınması sorun olamaz. Sorgularda niye kayda alınır? Yarın ‘Bana işkence etti’ denmesin diye alınır” değerlendirmesini yaptı.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ise kamusal alanda görev yaptıkları sırada polis memurlarıyla ilgili görüntüleme yapılmasını, kadınlara yönelik yolda yürüdükleri sırada cep telefonlarıyla görüntüleme şeklinde yapılabilecek taciz girişimleri örneğini vererek savundu.
“EGM’nin genelgesi Anayasa’ya aykırı değildir” görüşündeki Soylu, herkes tarafından polis karşısına geçerek yasal işlemler yapılırken görüntü çekimi yapılamayacağını öne sürerek, “Dünyada, cep telefonlarından önce adalet tecelli etmiyor muydu?” görüşünü ifade etti. Soylu, CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nu da suçlayarak, kişisel haklara aykırılığı savunduğunu iddia etti.
CHP: ‘’Devlet önce vatandaşını koruma refleksi göstermeli’’
CHP, bugün Danıştay’a sunduğu dilekçeyle, EGM’nin genelgesinin yürütmesinin acilen durdurulmasını ve iptal edilmesini talep etti. Dilekçede, “Anayasal haklar genelgeyle kısıtlanamaz ve devlet öncelikle vatandaşlarını korumalı” denildi.
CHP adına Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek’in Danıştay’a sunduğu dilekçede, “Hem haberleşme hakkı hem de savunma hakkı ihlal edilmektedir. Emniyet Müdürlüğü genelgesi, bir yetki aşımıdır. Kolluk yetkisinin kötüye kullanılmasıdır. Kanun ve Anayasa ile getirilen haklar, genelgeyle kısıtlanamaz. Her yurttaş, üstelik de kamusal bir alanda gerçekleşen toplumsal bir olayı, suç şüphesiyle delillendirmek ihtiyacı hissedebilir. Kişinin kendisine ya da yakınındakilere yönelmiş bir suç eyleminin delillendirilmesi ise zaten hukuken korunma altındadır” ifadeleri yer aldı.
Dilekçede, sadece Türkiye’de değil tüm dünyada güvenlik güçlerince sert ve orantısız müdahaleler yaşandığı ve bunun “kötü muamele” olması itibariyle kamu görevlileriyle ilgili cezalandırma gerektirdiği işaret edildi.
ABD’de yaşanan George Floyd’un ölümü ve polisler aleyhindeki dava süreci örneği verilerek, “Amerika’nın Mineapolis Kentinde 25 Mayıs 2020 tarihinde siyah Amerikalı George Floyd’u öldürmekle suçlanan beyaz polis memuru Derek Chauvin’in eylemi şayet video kayıtları olmasa idi ne yargılama konusu olabilecek ne de fail bilinecekti! Ülkemizin yakın tarihinde de maalesef kamu görevlisi polis memurlarının haksız müdahalesine maruz kalan vatandaşlarımızın maddi manevi zararları ancak video kayıtları ile ispat edilebilmiş ve yargılama konusu yapılabilmiştir. Bu anlamada devletin kamu görevlisinden önce vatandaşını koruma refleksi önem arz eder. Vatandaş, silahsız, yetkisiz ve güçsüz taraftır. Devlet her hal ve şartta vatandaşını her türlü haksız müdahale karşısında korunmakla yükümlüdür” denildi.
Ankara, Diyarbakır gibi barolar da dava açmaya başladı
Ankara Barosu da EGM’nin “Ses ve görüntü kaydı alınması” konulu genelgesi aleyhine dava başvurusunda, Emniyet’in “yetki aşımı yaptığı” yaptığını belirterek, yurttaşların kamusal alandaki polis müdahaleleri, kötü muamele örnekleriyle ilgili “delil oluşturmak için görüntü almasının hukuki olduğu” ifade edildi.
Ankara Barosu adına avukat Mehtap Aykaç’ın Danıştay 10. Dairesi’nde açtığı dava dilekçesinde, anayasal, demokratik hukuk devlet yapısında yetkilendirilmiş tüm kamu görevlileri için aynı zamanda “kamu görevleriyle ilgili hesap verme zorunluluğu” olduğu vurgulandı.
EGM’nin uygulama sınırları da olmayan dolayısıyla öngörülebilir hukuk kuralı olmaktan uzak bir genelge yayımladığı işaret edilen dilekçede, “Bir kamu hizmeti sunan ve bu anlamda kamu düzenini korumak ve sağlamak maksadıyla çeşitli yetkilerle donatılmış olan ve üstelik bu yetkilerle temel hak ve özgürlüklere kolayca müdahale etme imkânı olan kolluk personelinin de denetlenebilir olması gerekir. İdari kolluğun böyle bir ‘toplum mühendisliği’ görevi yoktur. Bu nedenle Emniyet Müdürlüğü genelgesi, bir yetki aşımıdır. Kolluk yetkisinin kötüye kullanılmasıdır” denildi.
Dilekçede, EGM’nin genelgesinde polis memurları açısından “özel hayatın gizliliği ve kişisel hakları koruma” ile yapılan gerekçelendirme de eleştirildi. Dilekçede, “Ses ve konuşmaların kaydedilmesinin suç olarak değerlendirilebilmesi için öncelikle özel hayat ve özel hayatın gizliliği kavramlarının açıklanması gerekmektedir. TCK m. 134’ün gerekçesinde ‘başka suretle başkaları tarafından görülmesi mümkün olmayan bir özel yaşam olayı’ denilmektedir. Buna göre, herkes tarafından bilinebilecek durumdaki olayların ve olaylar esnasında yapılan konuşmaların ses kaydının alınması, özel hayatın ihlali suçunu oluşturmamaktadır” tespiti yapıldı.
Diyarbakır Barosu da Danıştay’a dava başvurusunda bulunulduğunu belirterek, “Kamu hizmeti, yasalarda belirtilen istisnai haller dışında şeffaf yürütülmeli ve yurttaşlar tarafından denetime açık pozisyonda olmalıdır. Kamu gücünün ölçüsüz ve hukuka aykırı olarak kullanımı esnasında bu gücü kullanan kamu personeli hakkında, keyfi ve suç teşkil edebilecek davranışının ortaya çıkarılması, kamuya duyurulması ve yargısal süreçlerde delil mahiyetinde değerlendirilmesi kamusal nitelikte bir görevdir. Kamu hizmetinin yürütülmesinde korunmaya muhtaç olan özne, kamu görevlisi değil daha zayıf durumdaki yurttaştır. Her bir sivil yurttaşın yaşanabilecek olay/ların mağduru veya tanığı olarak hareket edebilme veyahut her bir yurttaşın haber verme ve alma hakkı kapsamında, kamusal görev ve sorumluluğun gereği olarak ses ve görüntü kaydı alma hakkının bulunduğu açık olup, söz konusu genelge hukuka aykırıdır” açıklaması yaptı.
Meslek örgütleri görüntü engellemesine tepkili
Bu arada EGM’nin genelgesini dayanak göstererek 1 Mayıs İşçi Bayramı’nda pek çok basın mensubuna yönelik sert şekilde polis müdahalesinde bulunulması da tartışmayı derinleştirdi.
DİSK’e bağlı Basın-İş Sendikası dahil pek çok gazetecilik meslek örgütü, EGM’nin genelgesine tepki göstererek, Anayasa’nın 26’ncı maddesi ve 28’inci maddesi gibi anayasal hükümler uyarınca, basın mensupları tarafından kamusal alanda toplumsal eylemleri görüntülemenin anayasal hak olduğu açıklandı.
Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin de EGM’nin genelgesini “kabul edilemez bir sansür emri” olarak değerlendirdi. Bilgin, “Esas olan emniyet güçlerinin toplum düzenini koruma çalışmalarını ülkemiz kanunları çerçevesinde, aşırı şiddet uygulamadan, anayasal gösteri ve ifade hakkını engellemeden yerine getirmesi olmalıdır. Elbette emniyet güçlerimizin mensupları da çalışmaları sırasında görüntülerinin, ses kayıtlarının alınmasıyla kişilik haklarının çiğnendiği düşüncesinde olabilir. Ancak, emniyet güçlerinin de bu gibi nahoş durumları yasaklama gibi sansürcü bir yaklaşımdan önce, demokratik yönetimin gereği olan hesap verilebilirlik ve şeffaflık ilkeleri çerçevesinde çalışmalarında kendilerini o utanılacak görüntülerden, ifadelerden uzak tutmaları gerekir” dedi.
Çağdaş Gazeteciler Derneği de “1 Mayıs İşçi Bayramı’nda ilk uygulamasına şahit olduğumuz Emniyet Genel Müdürlüğü’nün ‘Ses ve Görüntü Kaydı Alınması’nı engellemeye yönelik genelgesi, hukuk dışı olup, kamu görevlileri eliyle işlenecek suçları örtbas etmeyi amaçlamaktadır. Genelgeye dayanarak gazetecileri engelleyecek ‘kamu görevlileri’, yargının geçmiş kararlarında hükmettiği üzere kasıtlı suç işlemiş olacaktır” açıklaması yaptı.
Belgesel Sinemacılar Birliği’nin açıklamasında da “Genelge ile ifade özgürlüğü engellenemez. Basın yayın araçları suç aleti değildir. Herkes haberleşme ve yayım araçlarından yararlanma hakkına sahiptir. Halkın haber alma ve olaylar hakkında bilgi ve kanaat sahibi olması hakkı vardır. Biz belgeselciler, aktivistler, gazeteciler ve belgesel fotoğrafçılar olarak her şeyden önce belgelemek için sıklıkla kameramızı olaylara yönlendiriyoruz. Hiçbir eylemde çekim yapılamaz olursa yani kameralarımız yoksa polisin şiddetinin artacağını, belgelenemediği için bu tür durumlardaki cezasızlığın önlenemeyeceğini ön görmek güç değil. Dünya, kolluk kuvvetlerinin şiddetini azaltmak ve kontrol altında tutmak amacıyla, caydırıcı olması umularak polis kameralarından elde edilen görüntülerin dahi herhangi bir izne ihtiyaç duyulmadan kamunun erişimine açılmasını tartışırken biz aksini amaçladığı aşikar olan bu uygulamayı kabul etmiyoruz” denildi.
TİHV: ‘’2020’de 2014 kişi şiddete maruz kaldı’’
Türkiye İnsan Hakları Vakfı da “EGM’nin genelgesi, Anayasa’da güvence altına alınan barışçıl toplantı ve gösteri yapma özgürlüğüne yönelik kolluk güçlerinin keyfi ve yasa/hukuk dışı müdahaleleri sırasında başta işkence ve kötü muamele olmak üzere işlenen suçların üstünün örtülmesine ve görünmez kılınmasına yol açacaktır. Derhal geri çekilmelidir” çağrısında bulundu.
TİHV açıklamasında, “Kolluk güçleri sadece 2020 yılında 745 barışçıl toplantı ve gösteriye zor/şiddet kullanarak müdahale etmiştir. Bunun sonucunda en az 2014 kişi işkence ve kötü muamele niteliğindeki uygulamalara maruz kalarak gözaltına alınmış, en az 65 kişi de yaralanmıştır” bilgisi verildi.
Türkiye’de işkence ve kötü muamele uygulanmasının gerek uluslararası gerekse ulusal mevzuat uyarınca “yasak” olduğu vurgulanan açıklamada, “Devlet, güç kullanma yetkisini elinde bulundururken, bu yetkiyi gelecekteki kanunsuzluğu teşkil ya da teşvik edecek şekilde kullanamaz. Devlet, işkence, kötü muamele ve eziyet yasağının ihlal edilmesinin önüne geçmek üzere her türlü tedbiri almak zorundadır. Bu nedenle de kapsam ve sınırı yasayla belirlenmiş biçimde zor kullanma yetkisi tanınan kolluk güçlerinin sürekli denetlenmeleri ve hesap verebilir olmaları gerekmektedir. Toplantı ve gösteri özgürlüklerinin kullanımı sırasında görev yapan kolluk görevlilerinin giydikleri üniforma, kullandıkları kalkan, kask ve maske gibi kişisel tanınmayı zorlaştıran etkenlerden dolayı her birinin sicil numarası en az üç metre öteden okunabilecek görünürlükte olmak zorundadır. Bundan amaç kuralların dışına çıkan, işkence ve kötü muamele yapan failin sicil numarası yoluyla tespit edilebilmesidir, caydırıcı etkiye sahiptir. Kamu adına güç ve yetki kullanan kişilerin görevlerini icra ederken gerçekleştirdikleri fiiller, bilhassa da kamusal denetim zorunluluğu nedeniyle kamuya açıktır ve özel hayat kapsamına alınamaz. Açık ifade etmek gerekirse barışçıl toplantı ve gösterilere kolluk güçlerinin yasa/hukuk dışı müdahaleleri sırasında işlenen işkence ve kötü muamele, yaralama ve hatta öldürme suçlarının üstünün örtülmesi ve suçun görünmez kılınması sonucunu doğuracaktır. Aynı zamanda yurttaşların ve medyanın ihlallere görünürlük kazandırma ve demokratik denetim hak ve sorumluluklarını da ortadan kaldıracaktır” ifadeleri yer aldı.