NECİP F. BAHADIR | YORUM
İddianamesi tarihe geçen bir dava hatırlıyor musunuz? Veya bir kalıcı esere, kitaba, filme dönüşen bir dava? İddia etmek kolay. Hele AKP Türkiye’sinde savcıların delil ve ispat gibi derdi yok. Binlerce sayfayı bulan uzun metinler…
Ama ‘savunma’ öyle mi? Nice hukuk davası ‘savunmalarıyla’ tarihe mal oldu. Bir manifesto niteliğindeki Sokrates’in savunması asırlardır okunmakta… Ahmet Altan’ın savunması da Sokrates’ten geri kalmaz. İleride kitaba ve filme konu olacakları kesin…
Bir ara mahkeme ve davalarla oturup kalkarken ‘Savunma Saldırıyor’ diye bir kitap okumuştum. Bir hukuk adamı olan uzakdoğu kökenli Jacques Verges’ti yazarı… “Davaların, mahkeme salonunun dört duvarı arasında kalmadığı, dünyanın gözleri ve kulakları önünde yer aldığı günümüzde, hem davasını kazanıp hem de kafasını kurtaranların sayısı artmaktadır. Ellerinde tuttukları öldürme gücünün verdiği güvenle davranan muktedirler “adaletlerinin” geçerliğinin kalmadığını, tek söz söyleme hakkının kendilerinde olmadığını anlamalıdırlar artık.” diyordu.
Bugün mahkeme salonlarının iddianameleri zayıf, hukuk ve adaletten uzak davalarda ‘savunma saldırıyor’ türü görüntülere sahne olduğunu söylemek yanlış olmaz. En son Ekrem İmamoğlu’nun ‘diploma davasında’ yaşananları bu kapsamda değerlendirmek mümkün.
İmamoğlu dün görülen duruşmada yeni bir heyetin karşısına çıktı. Her duruşmaya farklı heyet bile AKP yargısının hali pürmelalini anlatmaya ve özetlemeye yeter de artar… Hukuksuzluğun kanıtı. Duruşma sırasında İmamoğlu’nun söylediklerini okudum. Hiç de suçluluk psikolojisi yok. Rahat ve kendine güveni tam… Yargıç ise huzursuz, içine düştüğü halden memnun değil. Hele soru cevap faslı tam ibreti alemlik…
Bu tablo nedense muhalefet medyasında hak ettigi kadar geniş yer bulmadı. Davanın ertelendiği vurgusuyla manşetlere taşındı. Oysa orada yaşananlar tarihe not düşülmeli ve en ince ayrıntısına kadar anlatılmalıydı. Bir tiyatroyu andırıyordu. Farkındayım, ülke dava yorgunu… Hangi birisini yazacaksın. Benzer olaylar birçok salonda yaşanmakta… Hukuksuzluk her yerde diz boyu… Doğru ama bunları kalıcı hale getirmek de medyanın görevi değil mi? Diploma konusunda İmamoğlu’nun elinin ne kadar güçlü olduğunu görmek için illa da mahkeme salonuna kulak vermek de gerekmiyor.
Cumhurbaşkanı adaylığı gündeme geldi… Korkuya kapılan Erdoğan harekete geçti. Sırf İmamoğlu’nun adaylığını engellemek için üzerinden 35 yıl gibi uzun süre geçmiş dosyayı raftan indirdi.
Neymiş, yatay geçiş usulsüzmüş… Yeni mi farkında vardı? Neredeydi devlet? Bunca yıl neredeydi üniversite yönetimi? Erdoğan, adaylık sürecinde diplomasını belgeleyemedi. Kaderin cilvesi rakibini diplomasından vurmaya kalktı. İmamoğlu gözünü cumhurbaşkanlığına dikmeseydi, diploması gündeme gelir miydi? Hayır… Sorun adaylığı değil sadece, Erdoğan’ı ‘yenme potansiyeline’ sahip biri olması. İstanbul’da Erdoğan’a karşı tam 4 kez seçim kazanması… Suçu bu…
Diploma davası Silivri’deydi. İmamoğlu’nun daha ilk cümlesinde, “Beni kimse yıldıramaz. Zalimlere karşı mücadelemde kararlıyım. Bu dava adaylığımı engelleme girişimidir… Siyasi operasyondur.” dedi.
Bu gerçeğin herkes farkında… AKP bile… Erdoğan korkusu yüzünden sesleri çıkması da parti içinde, “Bu kadar da olmaz, adamı daha da büyütüyoruz!” diyenlerin sayısı hiç de az değil.
İlginçtir, aynı yoldan Erdoğan da geçmişti. Haksız, hukuksuz yere yargılanmış çok kısa süre (4 ay 10 gün) hapis yatmıştı. O dava ve mahpusluğu bir siyasi kaldıraca dönüştü ve devletin zirvesine kadar taşıdı. Dünün mazlumuydu bugünün ise zalimi… Bu savrulmayı anlayabilmek çok zor. Pek değil aslında… Koltuğunu ve iktidarını sürdürme çabası… Bu yolda her şeyi meşru gören bir zihniyet…
Böyle davalarda yargıçlar ‘soru cevap’ faslına pek girmez. Yargıcın deneyimi az olmalı… İmamoğlu hakime döndü ve şu can alıcı soruyu sordu; “İptal edilen diplomalardan bir tek benim hakkımda dava açıldı, neden biliyor musunuz? Cumhurbaşkanı adayı olduğum için olabilir mi?”
Böylesi zor sorular karşısında hakim ve savcıların tavana baktıklarına ya da önündeki bilgisayara gömüldüklerine çok tanık oldum. Yargıç, İmamoğlu’na cevap verdi; “Bilemiyorum!” dedi. Bu acziyetin ve ezikliğin ifadesi değil mi? İmamoğlu “Bilemezsiniz tabii çok zor bir soru bu…” dedi.
Şu diyaloglara bakar mısınız? Kim kimi yargılıyor? Sanki yargılayan ve suçlayan İmamoğlu…
Karşılıklı konuşma sırasında hakim çaresizce, “Burada sorgulanan ben değilim!” demek zorunda kaldı. İmamoğlu geri adım atmadı; “İcabında sorgulanırsınız!” Hakim bu cümle karşısında şaşkın: “Ne demek istiyorsunuz!” Bir korku ve endişe sezmiyor musunuz bu soruda? İmamoğlu, “Türk Milleti icabında sorgular, siz imalı soru soruyorsunuz!” dedi.
‘Hak sahibi sultandır’ diye bir söz var. Bir insan haklı olmaya görsün… Önünde kimse duramaz. İmamoğlu, “Savcılık askerliğimi de iptal etsin, eli değmişken…” diye çıkıştı. Bu sözler de İmamoğlu’nun, “Doğum belgemi de bulamazsak ne yapacaksınız kim bilir? Annemle babam burada bereket…”
Hiç yeri değilken hakim, İmamoğlu’na, “Fakir miydiniz o dönemde!” diye sordu. Ne alaka? “Özel bir kastım yok!” diye de ekledi. Ne duruma düştüğünün farkında ki, “Siz sanık rolündesiniz, ben hakim rölündeyim!” deme gereği duydu. Bu nasıl bir cümle Allah aşkına… Ne rolü… Tiyatro mu orası? Hakimin bilinçaltında ne var acaba?
Diploma davası AKP yargısının halini anlatan çarpıcı örneklerden sadece biri… Manzara dramatik bir tiyatrodan farksız.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***








































