AHMET KURUCAN | YORUM
Hayatın tabiatında değişim vardır. İnsan, duyarlılıklarında, beklentilerinde ve dindarlık seviyesinde zamanla farklılaşabilir. Bu farklılaşma, çoğu zaman bir “inanç değişimi” değil; modern hayatın, baskıların, yorgunlukların ve psikolojik süreçlerin etkisiyle dinin yaşanış biçiminde meydana gelen bir dalgalanmadır.
Özellikle başörtüsü konusunda yaşanan gerilimler bunun tipik örneğidir. Burada mesele “iman kaybı” değil, çevresel baskıların, toplumsal algıların ve bireysel duygu dünyasının kadını veya erkeği bir noktaya sıkıştırmasıdır. Türkiye’de yıllardır süren siyasi kutuplaşma, dindar iktidarın sebep olduğu hayal kırıklıkları, yolsuzluklar ve zulümler; yurt dışında ise azınlık olmanın yükü, başörtülü insanların kariyer yollarında karşılaştığı görünmez engeller; hatta daha acısı, bazı çocukların annelerinin başörtüsü sebebiyle veli toplantısına gelmesini istememesi…
Bütün bunlar, aile içinde dindarlığın algısını ve pratiğini dönüştüren faktörlerdir.
Bu değişimler evlilikte bir gerilim oluşturduğunda karşımıza 4 tip senaryo çıkıyor: Koca başörtüsüne karşı çıkıyor, kadın takmak istiyor; koca istiyor ama kadın istemiyor; kadın artık takmak istemiyor, koca ısrar ediyor; ya da tam tersi kadın artık takmak istiyor ama kocası bunu istemiyor. İlk bakışta hepsi aynı gibi görünse de, her biri hem İslam hukuku hem insan hakları hem psikoloji hem de sosyoloji açısından farklı okumalar gerektiriyor.
İslam’da hiç kimsenin bir başkasını zorlama hakkı olmadığı gibi, dini vecibelerini yerine getirmek isteyen birinin önüne engel koyma hakkı da yoktur. “Dinde zorlama yoktur!” prensibi sadece tebliğ için değil, aile içi ilişkiler için de geçerlidir. Yani kimse kimseyi başörtüsüne zorlayamaz; aynı şekilde hiçkimse bir Müslümanı Allah’a karşı sorumluluğunu terk etmeye de zorlayamaz. Ama bunun ötesinde insan hakları açısından mesele daha da nettir: İnsanın bedeni, inancı ve kimliği üzerindeki karar hakkı sadece kendisine aittir.
Yukarıda saydığımız 4 senaryodaki mesele çoğu zaman bir kimlik, aidiyet ve psikolojik güvenlik problemidir. Yıllarca başörtülü yaşamış bir kadın, Avrupa’da dışlanma korkusuyla örtüsünü çıkarmak isteyebilir ya da tam tersi; uzun yıllar meseleyi önemsememiş ama olgunlaşınca içsel bir yükseliş yaşayan bir kadın örtünmeye başlamak isteyebilir. Kimi erkek, dini zayıfladığı için değil ama “Çocuğum okulda zorbalığa uğrar mı?” endişesiyle eşinin başörtüsünden rahatsız olabilir. Bazı çocuklar annelerinin başörtülü olmasını, kendilerinin okulda maruz kaldığı ayrımcılıkla ilişkilendirip babayı tercih edebilir. Bütün bu tabloyu anlamadan meseleyi “takarsın/takmazsın” şeklinde dar bir alana sıkıştırırsak, sadece aileyi kırar, kalpleri kanatırız.
Bu değişim evliliği etkiler mi?
Elbette etkiler. Çünkü evlilik sadece bugünlerin değil, yarınların da yürüyüşüdür. Burada sorulması gereken 3 temel soru vardır: Değişim kalıcı mı yoksa geçici bir sarsıntı mı? Ortak hayatı sürdürecek asgari değerler duruyor mu? Ve en önemlisi, taraflar birbirini baskılamadan yaşayabilir mi?
Eğer evlilik dine dayalı bir ahit üzerine kurulmuşsa ve taraflardan biri bu ahitten tümüyle vazgeçtiğini söylüyorsa, bu elbette bir krize dönüşebilir. Fakat bu krizde İslam’ın ilk tavsiyesi ayrılık değil, sabır, nasihat, dua ve karşılıklı anlayıştır. İnsani açıdan ise değişim insanın doğasına gömülüdür. Fakat bu değişim bir eşin kişiliğini, özgürlüğünü, kimliğini eziyorsa, o zaman artık ilişkinin sağlıklı olmadığını kabul etmek gerekir.
Ne yapılabilir?
En önemlisi açık iletişimdir. “Ne değişti?” ve “Neden değişti?” sorusu önyargısız ve suçlamasız konuşulmalıdır. Ortak paydalar aranmalıdır; din azalabilir ama merhamet, sadakat, çocuklar için fedakârlık, karşılıklı saygı hâlâ ortak bir zemin oluşturabilir. Çift terapisi ve dini rehberlik çoğu zaman mucizevi bir dönüşüm oluşturur.
Uzlaşma olmazsa ne olur?
İslam’a göre evliliğin temeli olan meveddet ve rahmet ortadan kalktıysa evlilik zaten ruhunu kaybetmiştir. Ayrılık böyle bir durumda günah değil, bir çıkış yoludur. İnsani açıdan ise sırf “Ayıplanırım! Çocuklar perişan olur!” ya da “Alıştım!” diye bir evliliği sürdürmek hem kişiye hem eşine zulümdür.
Sonuç olarak mesele başörtüsü değil; mesele değişen dünyanın, artan sekülerleşmenin, siyasal travmaların ve göçün aile üzerindeki görünmez etkileridir. Evlilik bir gemidir; aynı yöne bakmıyorsanız fırtına sizi parçalayabilir. Ama farklı bakışlara rağmen aynı yöne kürek çekebiliyorsanız yol devam eder. Bazen sevgiyi yaşatmanın son şekli evliliği sürdürmek değil; birbirine saygı duyarak yolları ayırmaktır.
Nihai karar elbette ve kesinlikle eşlere aittir…
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***




![Tr724 [Haber Merkezi]](https://serbestgorus.com/wp-content/uploads/2025/12/Bir-ateist-soyalist-bir-demokrat-Kurt-bir-agnostik-Turk-ile-360x180.jpeg)



































