SÜHEYLA GÜLTEKİN | YORUM
Şimdilerde kimilerimize yıldızlardan daha uzak görünen memleketimizin namusunun “Analar ne yiğitler doğurmuş” dediği cinsten kahraman vatan evlatları tarafından kurtarılışının 12. sene-i devriyesine ulaşmış bulunuyoruz. 17/25 Aralık yolsuzluk soruşturması, 12 yıl boyunca üzerine pek çok şey konuşulan, sonuçlarını sadece dışarıdan bakarak değil, bilfiil içinden geçerek idrak ettiğimiz, bir devrin kapanıp yenisinin açılması benzetmesini yapmanın hiç abes kaçmayacağı bir mesele oldu.
Olay neydi?
Ceplerinde alın teriyle kazandıkları 20-30 lira para anca bulunan polis memurları; polisleri karşılarında görünce korkudan telefona sarılıp titrek sesleriyle ‘babacıklarından’ yardım dileyen niteliksiz bakan çocuklarına ve iş insanlarına yolsuzluk operasyonu yaptılar.
Nihayetinde ne oldu?
Çaldıklarının çokluğunu evde para sayma makinesi bulundurmalarından tasavvur etmeye çalıştığımız büyük hırsızlar, ‘hak geçer’ diye devlet malı kağıdı bile kendi özel işlerine kullanmaktan imtina eden adam gibi adamları hapse koyuverdiler.
İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Evdeki tüm paraları sıfırlama talimatından sonra küçük bir kısmının kaldığını ima ederek, “30 milyon Euro kadar bir miktar kaldı babacığım!” diyen Bilal oğlanın ses kayıtlarının tevil edilebildiği bir ülkede, herhangi bir meselenin hırsızları durdurması imkansızdı artık.
Devlet, organize suç, mafya ve yargı içi klikler arasında çıkar ilişkilerine göre şekillenen bir yapıya dönüştü.
Bu tabi birden bire olmadı.
Önce yolsuzlukla, hırsızlıkla, hak yemeyle meselesi olan memurlar görevlerinden alındı. Onların yerlerine hırsızlara biat edeceği garanti olan elemanlar getirildi. Biat edenler, haliyle biat etmekle kalmayıp pastadan pay almak isteyen hırsızlara dönüştüler. Onların da hırsız olmalarından rahatsızlık duyup sorun çıkarma eğiliminde olan diğer memurlar da görevlerinden alındılar. Yerlerine hırsız olanlarla benzer düzeyde ahlaki alt yapıya sahip olanlar getirildi.
Ve artık teşkilatın büyük çoğunluğu hırsızlarla ya da suçlu memurlarla dolmuş oldu. Çünkü artık yalnızca kendisi de suça bulaşmış olanlar, diğerleri için sorun teşkil etmez olabilirdi. İşte tüm bu sistemin sonucu olarak duyduğumuzda tüylerimizi ürperten şeylere şahit olduk.
Emniyet teşkilatı; uyuşturucu tacirleriyle, kimsesizler yurdunda devlete emanet edilen kız çocuklarını zengin iş adamlarına pazarlayan kız çocuğu tacirleriyle, depremzedelere toplanan yardımları kendine ayıran vicdansızlarla, istihbarat binasına bitcoin çiftliği kurup akıl almaz harcamaları kamuya ödetenlerle, en ağır suçluların suçlarını rüşvetle ört bas eden paragözlerle doldu taştı.
Yüzde 100 haklı olunan bir olayda bile polise gidilince, arkası sağlam birileri tarafından hırpalanmadan yırtmak mucizevi bir olaya dönüştü. Vatandaşın, kötüler dışında kendini artık bir de emniyetin rüşvetçi, mafyatik, bulduğu her suçluyu belirli bir ücret karşılığı aklayan, satılık polislerinden de koruması gerekir oldu.
Tüm bunlar olurken, hırsızları hunharca alkışlayanlar dışında meseleye bir de “Evet iktidar yolsuzluk yaptı ama devletin de organize hareket eden bir yapıyı kabullenmemesi normal!” perspektifinden bakanlar vardı.
Bunun pek mantıklı bir görüş olmadığını en çok Sedat Peker, devletin pisliklerini ortaya dökerken; çıkıp dava açacak, operasyon yapacak tek bir namuslu savcı ya da polisin olmamasından anladık!
Hal böyleyken ülke sanki dikensiz gül bahçesi gibi bir yerdi de Cemaat organize bir yapı olduğu için bu bahçeyi talan etti, gibi yapıp suret-i haktan görünmeler iyice anlamsızlaştı artık. Dilinden ‘Allah’ lafzını, vatan vurgusunu eksik etmeyen insanların, gözlerini kırpmadan vatanlarını, milletlerini, namuslarını paraya ve güce nasıl sattıklarını; çaldıkları paralar uluslararası istihbarat örgütlerinin de bilgisi dahlinde olduğundan, ülkeyi nasıl kendi maddi varlıklarına pazarlık konusu haline getirdiklerini yıllardır ağzı açık izliyoruz.
17 Aralık operasyonlarında ayakkabı kutularının içerisinde milyonlarca dolar rüşvet parası ele geçirilmişti.
İnsanı çileden çıkaran bunca hukuksuzluk karşısında eli kolu bağlı otururken haliyle hepimizin aklına geliyor. 17/25 Aralık 2013’te yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarına karşı muhalefetiyle iktidarıyla, siyasetçisiyle, siviliyle aldığımız tavır farklı olsaydı, şimdi artık böylesi arsızlaşmış yolsuzluk meselelerinin durumu nasıl olurdu, diye soruyoruz kendimize.
O gün kendilerini, mesleklerini, aile hayatlarını, özgürlüklerini riske atıp o operasyonu yapan polisleri/yargıçları, Cemaat mensubu olmaları gerekçesiyle yaftalamak yerine, tarihte ilk kez bu kadar kapsamlı, delilleriyle belgeleriyle bakan/başbakan çocuklarına kadar uzanan rüşvet ağını cesaretle ortaya koyabildikleri için onların arkalarında durabilseydik bugün yine yolsuzluklar içinde perişan olmuş, hukuku iç edilmiş, adalet terazisinin feleği şaşmış bir ülke olur muyduk?
Ya da başbakan çocuğuna kadar uzanan bu operasyonlar adeta bir İskandinav ülkesinde yaşıyormuşuz gibi herhangi bir gruba aidiyeti olmayan, birbirlerinden habersiz ve örgütsüz iyi kalpli polis ve yargıçların bireysel çabalarıyla gerekleşebilir miydi?
Gerçekleşebilirdi diyenlere, devlet içindeki kontrgerilla yapılanmaları, karanlık ilişkiler ve yolsuzluk iddiaları üzerine çok kritik bir rapor hazırlayan dönemin Ankara cumhuriyet savcısı Doğan Öz’ün, 1978’de bir faili meçhulle öldürüldüğünü hatırlatalım. Bireysel bazda vatanını korumaya, kokuşmuşluğu ortaya çıkarmaya çalışanların sonu hep böyle oldu…
Geldiğimiz durumda üzülerek idrak ediyoruz ki operasyonu gerçekleştiren bu insanlardan nefret duyulmasına sebep olunan şey, bu operasyonun yapılabilme olasılığını mümkün kılan şey. Bağcıları ölesiye dövmek için üzüm bağını feda etmek koskoca bir ülkenin felaketine sebep oldu. 17-25 Aralık dosyaları, hukuka uygun bir şekilde devam ettirilebilmiş olsaydı Türkiye bugün, ülke tarihinin en güzel yılları olan 2002-2013’de yakaladığı pozitif ivmeyi devam ettiren, siyasette kronikleşmiş yolsuzluk vakaları tarihe gömülmüş, tüm varlığını liderine komisyon verdiği için karun kadar zenginleşmiş 5-10 iş adamına değil halkına akıtmış, gelecek adına umut vaadeden bir ülke olabilirdi.
17 Aralık ve sonrasında yaşanan süreçte, ülkeye 2002-2013 yıllarını yaşatan eğitimli, donanımlı kadroların el çektirilmesi ve yerlerine liyakatsiz, beceriksiz, Osmanlı dizileriyle haz ihtiyacını gidermeye uğraşan, rüşveti adam kayırmayı normalleştiren kadroların yerleştirilmesiyle geldiğimiz durum ortada. Yolsuzluk soruşturmaları sonrası gözaltına alınanlardan biri olan Komiser Mehmet Akif Üner’in de dediği gibi, onlar bu devletin namusunu kurtardılar. Gelin görün ki operasyonu yapan insanların kişisel tercihlerine duyulan nefrete kurban edilmesiyle ülke, eşine bir daha zor rastlanacak bir fırsatı elinin tersiyle itti.
Şimdilerde cengaverlik tanımının düzeyi mezuniyet töreninde “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye bağırıldığı için teğmenlikten ihraç edilmeye kadar indi. Ergenekon davalarında “çok haksızlıklar yapılan(!)” Kemalist “vatansever(!)”lerin hali de ortada. Kimisi darbecilik suçlarının silinmesi karşılığında, kimisi Ankara’da bir villa bir de Bentley marka arabaya, kimisi 95 milyon dolar karşılığında seçimlerde manüplasyon yapmak suretiyle hırsızların kucağına oturdular, keyiflerine bakıyorlar.
Şerefli cengaver görmek isteyen, hırsızla el sıkışmak yerine ömürlerini dört duvar arasında geçirmeyi göze almış 17/25 Aralık polislerine, hakimlerine, savcılarına bakabilir. Güçlüyken kaplan kesilip güçten düşünce iktidar yanaşması olanlara değil.
Yazıyı tamamlarken burdan belki ailelerinden birileri okuyup kendilerine iletir umuduyla söylemek isterim ki; bizler kendilerin, ailelerinden, geleceklerinden vazgeçip yolsuzluk operasyonlarını yapmayı göze alan polislerden de, savcılardan da, hakimlerden de, en ufak katkısı olmuş her bir memurdan da sonuna kadar razıyız.
Yaptıkları hizmetlere, cesaretlerine, bunca yaşadıklarına rağmen dimdik duruşlarına da iki cihanda şahitlik edeceğiz.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***








































