ABDÜLHAMİT BİLİCİ | YORUM
Demokrat dünya liderleri bir süredir Cumhurbaşkanı Erdoğan’la bir araya gelip, toplantıların sonunda “insan hakları” ve “demokrasi” kelimelerine tek bir kez bile değinmeden masadan kalkıyorlar. Çantalarına milyarlarca dolarlık anlaşmaları koyup, gülümseyen aile fotoğraflarıyla görüşmeyi noktalıyorlar.
Erdoğan’ın Beyaz Saray’da Trump’la yaptığı görüşme böyleydi. İngiltere Başbakanı Starmer’in Ankara ziyareti de aynı şekilde geçti. Ne Erdoğan’ın muhaliflere yönelik büyük çaplı tutuklamaları, ne yüz binlerce mağdurun dramı, ne de yargının tamamen siyasallaşması gündeme geldi.
Hepsini geçelim, Erdoğan, ülkenin en önemli siyasi rakibini ve 15 milyonluk İstanbul’un seçilmiş Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu hapse attı. Bununla ilgili Batılı liderler tek kelime etmedi, en azından görüşmelerin kamuya açık kısımlarında. Oval Ofis’teki Trump-Erdoğan görüşmesine ilişkin gerçek görüşleri yanlışlıkla kameraya yansıyan bir Türk gazeteci anında işini kaybetti, belki bir daha Türkiye’ye dönme şansını da. Son 10 yıldır yüzde 95’i Erdoğan rejiminin kontrolüne geçen medyanın durumu bu Türkiye’de.
Ne yazık ki Amerikalı ve İngiliz meslektaşlarımız da, gazeteciliğin gereğini yaparak, bu konuyu Erdoğan’a ya da kendi liderlerine sorma erdemi göstermedi. Böylece, ülke içinde uzun süredir sadece yandaş gazetecilerle bir araya gelmeyi tercih eden Erdoğan’a gerçek soru sormak için tek fırsat da heba edilmiş oldu.
Bu korkunç bir tablo…
Batılı demokratik ülkeler, Türkiye’nin müttefikleri, Erdoğan’ın NATO üyesi Türkiye’de Ortadoğu tipi bir otoriter rejim kurmasına sessiz kalarak onay mı veriyorlardı? Mevcut anayasaya, AİHM kararlarına ve BM tavsiyelerine açıkça uyulmamasını, gazetecilerin, akademisyenlerin, siyasetçilerin hapse atılmasında artık bir sorun olarak görmüyorlar mıydı?
Erdoğan’ın yaptıkları, Putin ya da Maduro’nun karnesinden çok farklı değil ama onlara yaptırım uygularken, Erdoğan’ın sırtını mı sıvazlıyorlardı? Bu tutarsızlık yüzünden, Batı’nın demokrasi ve insan hakları mesajlarının inandırıcılığını yitirdiğini görmüyorlar mıydı?
Erdoğan’ı pragmatik nedenlerle kazanırken, demokrasi ve hukuk isteyen milyonlarca Türkiye vatandaşını kaybettiklerinin farkında değiller miydi? Hukuku hiçe sayan bir NATO müttefikine sahip olmayı mideleri nasıl kaldırıyordu?
Derken, sonunda “kral çıplak” diyen bir gazeteci çıktı.
Bir Alman meslektaşım, Erdoğan ile Almanya Başbakanı Friedrich Merz’in ortak basın toplantısında, o salonun yapay nezaket havasını bir anda dağıtan, sorulması gereken asıl soruyu sordu: “Türkiye’nin hukuk sorunu var. İstanbul Belediye Başkanı’nın tutuklanması gibi olaylar yaşanıyor. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?”
Soru basitti ama etkisi büyüktü. Çünkü yıllardır kimsenin cesaret edemediği bir gerçeği hatırlatıyordu: Türkiye’de yargı, artık bir siyasi silah olarak kullanılıyor.
Soru vesilesiyle de olsa Başbakan Merz, demokrasi ilkelerini hatırlatarak, Erdoğan’la görüşmesinde bu konuyu gündeme getirdiğini söyledi: “Türkiye’nin Avrupa’ya giden yolu, Kopenhag kriterlerine uyulmasından geçiyor. Ancak Türkiye’de verilen kararlar bu koşulları karşılamıyor. Hukuk devleti ve demokrasi konusunda Avrupa’da anladığımız şekilde hareket edilmesi gerekiyor. Yargının bağımsızlığıyla ilgili konular bizim anlayışımızla bağdaşmıyor.”
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, 23 Mart’tan bu yana tutuklu…
Bu sözler, diplomatik ölçüler içinde dikkatliydi; ama yine de açık bir eleştiriydi ve bir demokrasi hatırlatmasıydı.
Erdoğan ise aynı soruya beklenildiği gibi savunmacı bir tonla cevap verdi: “Kopenhag kriterleri bizim için olumsuz değil; aksine olumlu bir yaklaşımla ele alınması gerektiğine inanıyoruz. Türkiye sıradan bir Avrupa ya da Asya ülkesi değildir. Biz her alanda süreçleri en iyi şekilde işleten bir demokrasi ülkesiyiz. Kim hangi makamda olursa olsun, bir hukuk devletinde hukuku çiğneyemez. Yargı görevini yapmazsa yanlışın önü açılır. İstanbul’daki süreç de bu çerçevede işlemiştir.”
Anayasa Mahkemesi üyelerinin bile hapsedildiği bir yerde, İmamoğlu’nun hapse atılmasının, bağımsız yargının verdiği bir karar olduğunu dile getiren Erdoğan hakkında konuk Alman Başbakan kim bilir neler düşünmüştür. Çünkü o da herkes gibi biliyor ki, İmamoğlu davası, tıpkı Gezi ya da Demirtaş davaları gibi, “yargı kararı” değil, siyasi talimatın bir ürünü. Ama her şeye rağmen bir Alman gazetecinin, bütün diplomatik hesapların arasından sıyrılıp, gerçeğin sesi olması çok kıymetli.
Zira Alman meslektaşımızın o sorusu sayesinde, Erdoğan rejiminin, muhalifleri sindirme merkezi olarak kullandığı Silivri’deki binlerce isimden hiç değilse biri hatırlanmış oldu. Erdoğan’ın, konuklarını ağırladığı 1150 odalı sarayın, Avrupa Konseyi ve NATO üyesi olan ve Avrupa Birliği’ne girmeyi hayal eden bir ülkeye asla yakışmayan büyük yalan, talan ve zulümlerin üzerini örten çok şatafatlı ve çok pahalı bir örtüden ibaret olduğu kayıtlara geçti.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***
 
	    	








































